๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 16 Haziran 2010, 10:01:13



Konu Başlığı: Diriyiz Daim Ölmeyiz
Gönderen: Sümeyye üzerinde 16 Haziran 2010, 10:01:13
“Diriyiz Daim, Ölmeyiz…”



Anadolu’yu mayalayan büyük bilgelerin ilahi aşk şarabıyla sermest olanı ve melametiyye ahlakının önde geleni Somuncu Baba’ya, Şeyh Hamid-i Veli’ye ait olan bu mısra bize der ki : “Aşıklar ölmez…”
Bunu büyük bilge/şair Yunus Emre şöyle dile getirir : “Ölürse tenler ölür/Canlar ölesi değil…”
Zira Ekberi irfanın takipçisi Molla Cami’nin deyişiyle, ‘insan candan ibarettir, geri kalan kemiktir, kandır ve kıldır…”
Madde çürür, dağılır, çözülür, ölür ama, ona hakikat veren büyük sır asla ölmez, o, Allah’ın Hayy sıfatıyla ebediyen dirilmiştir, bir daha ölmemek üzere canlanmıştır
Şeyh Hamid-i Veli hazretleri, Osmanlı’ya ruh veren büyük bilgelerdendir Bugün Darende’de hala manevi bir çekim merkezi olan kabrindeki mübarek bedeni de Allah bilir çürümemiştir Zira, O, şiirin girişinde beyan ettiği üzere, ‘uşşak’tandır Asıl adı Hamid Hamidüddin'dirSomuncu Baba olarak da bilinen Şeyh Hamid-i Veli Hazretleri, Osmanlı Padişahı Yıldırım Bayezid Han zamanında yaşamıştır Miladi 1331 tarihinde Kayseri'nin Akçakaya köyünde doğmuştur Anadolu'yu manevi fetih için gelen Horasan erenlerinden Şemseddin Musa Kayseri'nin oğludur Soyu Peygamber Efendimiz (sas)'e ulaşır, 24 kuşaktan torunudur, Seyyittir Şeyh Hamid-i Veli Hazretleri ilk tahsilini babası Şemseddin Musa Kayseri'den almıştır Bilge kişiliği olan Şeyh Hamid-i Veli Hazretleri, ilim alanındaki çalışmalarını Şam, Tebriz ve Erdebil'de sürdürmüştür Alaaddin Erdebili'den ve Bayezid-i Bistami'nin ruhaniyetinden manevi terbiye almıştır Dini ve dünyevi ilimlerle ilgili icazet alarak, irşad vazifesi için Anadolu'ya dönmüş Bursa'ya yerleşmiştir Bursa'da çilehanesinin yanında yaptırdığı ekmek fırınında somun pişirip çarşı pazar dolaşarak “Somunlar Müminler!” nidasıyla insanlara ekmek dağıtmıştır Bu sebeple Şeyh Hamid-i Veli Hazretleri, Somuncu Baba ve Ekmekçi Koca olarak da tanınmıştır Zamanın Padişahı Yıldırım Beyazıd Han Niğbolu zaferini kazanınca Allah'a şükür nişanesi olarak Bursa Ulu Camiini yaptırmıştır Ulu Cami’nin açılış hutbesini Şeyh Hamid-i Veli Hazretleri okumuş, hutbede Fatiha Suresini yedi farklı şekilde yorumlamıştır Bu olağanüstü hutbeyi dinleyen cemaat Şeyh Hamid-i Veli Hazretlerine büyük bir teveccüh ve tazim göstermiştir Manevi kişiliği ve bilgelik yönü ortaya çıkan Şeyh Hamid-i Veli Hazretleri şöhretten korktuğu için talebeleriyle birlikte Bursa'dan ayrılarak Aksaray'a gelmiştir Aksaray'da Hacı Bayramı Veli Hazretlerini dünyaya ve ahirete ait ilimlerde eğiterek yetiştirmiş, irşad vazifesi için Ankara'ya görevlendirmiştir Şeyh Hamid-i Veli Hazretleri, 1412 (h 815) tarihinde Darende’de ebedi âleme göç etmiştirKabri şerifleri, kendi zamanında halvethane olarak kullanılan, misk ü anber kokulu, şimdiki Şeyh Hamid-i Veli Camii içerisinde olup, estetik yapılı cevizden oyma sanduka ile de kaplıdır Şeyh Hamid-i Veli Hazretlerinin Yusuf Hakiki ve Halil Taybi adında iki oğlu bilinmektedirYusuf Hakiki Aksaray'da kalarak burada vefat etmiştir Diğer oğlu Halil Taybi ise, hacdan döndükten sonra babası ile birlikte Darende'ye gelerek yerleşmiş ve burada vefat etmiştir Kabr-i şerifleri Şeyh Hamid-i Veli Hazretlerinin yanındadır
Somuncu baba, nefes’ine şöyle girer :

Biz ol uşşak-ı serbazız
Akıl rüşd bize yar olmaz
Mey-i aşk ile sermestiz
Bize hergiz humar olmaz

Burada ‘akl’ı, rasyonel yetiyi, İlahi hakikat’i bulmak bakımından eksik gören, geleneksel irfani cevhere bir gönderme buluyoruz Akıl, İbn Arabi’nin dediği gibi, insanı ‘nihai yakine ulaştıramaz’ Bunun için aklı aşmak, onu terk etmek, onun, bir sınırlama, bağlama, kayıt altına alma olduğunu bilmek, idrak etmek gerekir Bu bağlamda Nasnettin Hoca’nın, ‘bindiği dalı kesmesi’ veya merkebe ters binmesi hatırlanabilirMerkebe ters binmekle, Hocda, aklın ancak, geride kalanı, olup biteni görebileceğini, geleceği ve olmakta olanın ilerisine geçemeyeceğini, bunun yolunun ancak gönülden geçtiğini ima etmektedir Keza bindiği dalı kesmek, insanın akıl bağından kurtulması, aşk iklimine kanatlanması anl----- gelmektedir Prof Dr Yalçın koç’un Anadolu Mayası adlı kitabında belirttiği üzere, insan bindiği dalı kesmeden zemine, toprağa inemez Toprağa inmeyen, zemin bulumaz ve toprak üzerinde gerçekleşecek olan yola giremez Akıl, bağdır Gerçeği bir esasa bağlamaya, onu sınırlamaya çalışır Oysa İlahi Hakikat sınırlanamaz, o sonsuz ve mutlaktır O halde, akıl bağını terk etmek ve kanatlanmak gerekir Aşk, uçmaktır, hakikat semasına doğru kanatlanmaktır
Şeyh Hamid-i Veli hazretleri, ‘akıl rüşd bize yar olmaz’ derken, Şeyh Galib’in ifadesiyle, ‘tedbirini terk et, takdir Hüda’nındır’ demek istemektedir Aklı terk eden, İlahi Aşk’ın şarabından içer, onunla sarhoş olur, dolayısıyla sarhoşluktan da kurtulur, zira, o, ilahi sarhoşluğa erişmiştir İnsanın benliğini terk etmesi halinde kendisinde tecellilerin olacağı, müşahadelere mazhar edileceği, bu durumda da, Allah’a ulaşma yollarının irade ve tedbiri dışında açılacağı söylenir Şeyh Hamid-i Veli, tıpkı Hz Mevlana gibi, ‘üzün sarhoşluğu değil benim sarhoşluğum/benim sarhoşluğumun sonu yok’ demektedir
İkinci bentte,

Diriyiz daim, ölmeyiz
Karanularda kalmayız
Çürüyüp toprak olmayız
Bize leyl ü nehar olmaz

Derken de, ancak tenlerin öleceğini, canların ebediyen diri kılınmış olduğunu söylemekte ve örtük olarak da, ‘ölmeden evvel ölünüz’ hadisine atıfta bulunmaktadır
Bu durumda insanın ruhunun karanlıklarda kalmayacağı, en-Nur olan Allah’ın ilahi nuruyla ışıyacağını, çevresine de ışıklar saçacağını ifade etmektedir
Böyledir, Şeyh Hamid-i Veli gibi zatlar, Eşrefoğlu Rumi’nin dediği gibi, ‘kendi derdin söyler, gayrı hikayet etmez’ler…Bu nefeste olduğu gibi, onların şiirleri, insan-ı kamil olarak kendi hikayeleridir Kendi hakikatleri ve sırlarıdır
Zira, Şeyh Hamid-i Veli hazretleri, ‘yapmayacağınızı ne söylersiniz’ uyarısının ne anlama geldiğini iyi bilir
Sözleri de bir nevi Salih amelleridir
Bu mısrada buyurduğu gibi, karanlıklarda kalmaz, çürüyüp toprak olmaz onlar
Onların katında ne gece vardır ne gündüz
Onlar ne Doğu’dandır ne de Batı’dan, onlar güneş gibidir, güneş ne Doğuludur ne Batılı

Bizim illerde ay ü gün
Sebat üzre durur daim
Televvün erişip ona
Gehi bedr ü hilal olmaz

Bu bent, önceki bendin devamı mahiyetindedir
“Bize leyl ü nehar olmaz” ifadesindeki sırlar bu bentte açılmaktadır
Bizim katımızda, bizim ilimizde, bizim mekanımızda, hakikatimizde ne ay vardır ne gün Biz, daima sebat üzere dururuz
Burada yine örtük biçimde ‘sekine(t)’ hakikatine atıf vardır
‘Sebat üzre durur daim’, aynı zamanda, ‘Göz ne şaştı, ne de başka bir yana baktı’ ayetine de atıf bulmak mümkündür Pir Sultan Abdal’ın bir dizesi de aynı sırrı söyler : ‘Gözlerim de Şah yolundan ayrılmaz…”
Sekine’nin sözlük anlamı, ‘karar, rahat, sakinlik, dinlenme, yerleşme, gönül rahatlığı, kendisine güven, düşmanlarına korku verme’dir
‘Büyük Huzur’ anl----- gelen ıstılahî yönünü ise doğru yansıtabilmek için Guénon’un bir belirlemesine başvurmak yerinde olacaktır İslâm Maneviyatı ve Taoculuğa Giriş adlı eserinde Guénon şöyle der:
“Kozmik çarkın merkezine yerleşmiş olan bilge kişi, bu çarkı, görülüp farkedilemez bir biçimde, onun hareketine katılmaksızın, yalnızca varlığıyla hareket ettirir Onun mutlak ilgisizliği, kendini herşeye egemen kılar, çünkü artık hiçbir şeyle etkilenemez ‘Mükemmel Sessizlik’e ulaşmıştır Hayat ve ölüm onun için birdir Evrenin çökmesi hiçbir şekilde onun telaşlanmasına neden olmaz İnceden inceye, iç denetim yapa yapa, o değişmez gerçeğe ulaşmış, biricik evrensel ilkeyi tanımayı başarmıştır Varlıkları alınyazılarına göre serbestçe hareket etmeleri için kendi kendilerine bırakır Kendisi ise bütün yazgıların merkezinde hareketsiz durur Bu iç durumun zahirî belirtisi, ‘sarsılmazlık’tır Zafer uğruna savaş halindeki bir ordunun üzerine tek başına saldırıya geçen bir kahramanın sarsılmazlığı değil elbet, ama gökyüzünden, yeryüzünden ve bütün varlıklardan üstün olan, kendisinin hiç bağlı olmadığı bir bedende duran, duygularının kendisine sağladığı görüntülerden hiçbirisini gözönünde bulundurmayan, hareketsiz ünitesinde, evrensel bilgisiyle herşeyi bilen ruhun sarsılmazlığıdır bu”
Guénon’un anlattığı bu hikmet, insanlara egemen olan ruh’la ilgilidir
Nitekim, gerçek arif, kendine rağmen hareket etmeme fiili içinde bulunarak gücünü üstlenmemeye özen gösterecek olsa, hiçbir şeye karışmamaktan doğacak zamanlarını, ‘doğal’ eğilimlerini serbestçe akmaya bırakmada kullanırdı Kuşkusuz kudret, bu bilgenin ellerine düşmüş olmaktır Organlarını devreye sokmadan, bedeni duyularından yararlanmadan hereketsiz şekilde konumlanmışken, manevî gözle herşeyi görebilecektir Tefekküre dalmış bir durumda gökgürültüsü gibi herşeyi sarsıp inletecektir Fizikî gökyüzü, hava, uysalca onun ruhunun hareketlerine uyarlanacaktır Bütün varlıklar tozun rüzgarı takip ettiği gibi, onun hiçbir şeye karışmama eğilimini izleyecektir
Bu bize örneğin şeylerin, arif ve bilgelerin fiziksel olarak da sürekli aynı konumda ve sessiz bir biçimde oturuşlarını da açıklar Gerçi o maddî bir duruştur ama, o duruşu da manevî konum belirlemektedir
Bir şeyh veya bilge ile karşılaşan herkes bu gözleme sahip olacaktır
Martin Lings’in ünlü Şazelî şeyhi Şeyh el-Alevî’yi anlattığı Yirminci Yüzyılda Bir Veli kitabında bu hikmetle ilgili bir bahis yer alır Şeyhin bir süre hekimliğini üstlenen Fransız agnostik Dr Marcel Carret’in gözlemleri konuya ışık tutar niteliktedir:
“Onu ilk gördüğümde edindiğim izlenim, karşımda alelâde bir şahsiyetin olmadığıydı Davet edildiğim oda diğer bütün Müslüman odaları gibi mobilyasızdı Yalnızca sonradan kitap ve elyazmalarıyla dolu olduğunu öğrendiğim iki sandık vardı Yer boydan boya halı ve hasırla kaplıydıBir köşede kilimle kaplı bir şilte vardı; Şeyh, burada arkasında birkaç yastık, dimdik, elleri dizlerinin üstünde, aynı anda tamamen doğal olan hareketsiz bir şekilde bağdaş kurmuş oturuyordu () Ertesi gün ve ondan sonraki birkaç gün iyileşinceye kadar onu görmeye gittim Her seferinde onu aynı şekilde hareketsiz, aynı durumda, aynı yerde, gözlerinde uzak bir bakış, dudaklarında hafif bir tebessüm, bir gün öncesine göre sanki bir santim bile hareket etmemiş, zamanın etkileyemediği bir heykel gibi dururken buldum”
Carret’in bu gözlemi tümüyle gerçektir ve sözünü etmeye çalıştığımız hali, ‘sekine(t)’yi ifade etmektedir
Çünkü bilge kişi, kozmik çarkın merkezindedir ve İlâhî Hakikat’le arasında ya çok az perde kalmıştır veya gözlerinden o perdeler tümüyle giderilmiştir
Her iki durumda da onu, dışsal olaylar ve formlar heyecanlandırmayacak ve etkilemeyecektir
Son olarak merhum Zahid Kotku hazretlerinin halinden bir örnek aktaralım Ersin Gürdoğan’dan öğrendiğimize göre, aya inişin gerçekleştiği ve televizyondan yayınlandığı akşam bir grup talebe şeyhin huzurundadır Mutad hadis dersleri yapılıyordur Birazdan, yani aya ilk adımın naklen yayınlanacağı an, Kotku hazretlerinin çevresindeki herkes üst kata, televizyonun olduğu daireye gider Şeyh yalnız kalırDöndüklerinde ise mübarek hiçbir şey sormaz ve söylemez, derse kaldığı yerden devam eder
Şeyh Hamid-i Veli Hazretleri, “Sebat üzre durur daim” derken bu büyük sırrın denizine dalmaktadır Sonrasında, “Televvün erişip ona/Gehi bedr ü hilal olmaz” ifadesiyle bunu taçlandırmaktadır Televvün, renklenmek, renkten renge girmek, halin farklılaşmasıdır Sabit’in karşıtı olan bu hal, henüz seyr-i sülukunu tamamlamamış kişilere özgürdür Hakiki bilgeler, manevi gezileri bitip cemü’l-cem mak----- erişince söz söylemeye başlarlar Onların sözleri mutlak tevhid düzeyinden söylendiği, cem hakikati üzere dışa vurulduğu için tesirli, irşad edici ve çok katlı bir anlam dünyasına sahiptir
O bilgelerin her biri, Efendimiz’in (asm) sembolü olan Gül’ün renk ve kokusuna bulanmışlardır
Burası bir irfan bahçesidir, bir gülistandır ve orada her biri bir kırmızı gül olan veliler kokmaktadır ve onlar asla solmazlar :

Bizim gülşendeki güller
Dururlar taze solmazlar
Hazan olup dökülmezler
Zemistan ü bahar olmaz

Solmazlar, çünkü, onlar arz ettiğimiz gibi, Allah’ın Hayy sıfatıyla sıfatlanmış, ebediyen diri kılınmışlardır Onların maddi varlığı ve benliği o sonsuz ve mutlak varlığın sırrında kaybolmuştur
Allah’ın varlığına katılan bir ruhta, ‘O’ndan geldik, dönüşümüz O’nadır’ hakikatı tecelli eder
Pir Sultan, bir nefesinde, ‘Ben de bu yayladan Şah’a giderim’ diyerek bunu dile getirir
Şah, Allah’tır
O’ndan gelir, yine O’na döneriz
Ebu’l-Hasan Harakani hazretlerinin duasındaki gibi, ‘bizi bu dünyaya Kendi nefesinden, Kendi huzurundan ve Sırrından tertemiz olarak getirmiştir Tekrar O’na aynı saflıkta ve arılıkta dönmemiz gerekir’
Bilgeler bu saflığı koruyan, safiyyun olabilen, Allah’ın kendi nefislerini arındırdığı kimselerdir
Onlara asfiya denir
Hem İlahi Hakikat’i en üst düzeyde idrak etmişler, imanda tahkike erişmişler hem de saf kalabilmişlerdir
Onlara hazan yoktur, sonbahar asla onlara uğramaz, yaprakları dökülmez, solmazlar, her dem tazedirler

Şarab-ı aşkı çün içtik
Feragat mülküne göçtük
Yanıp aşkınla tutuştuk
Bize tahrik ü tar olmaz

Aşk şarabını içmek, insanın (mecazi olarak) kendi kanını dökmesi, yani ölmeden önce ölmesi, nefsinin bağlarını çözmesi, ihtiras ve tutkularını terk etmesidir
Bu hal bize İlahi Aşk şarabını kana kana içen büyük veli Hallac-ı Mansur’u hatırlatmaktadır
Nahşebi Onu şöyle anlatır : “Bilmek gerekir ki Hallac-ı Mansur, ilim ormanının arslanı ve kavgasının korkusuz kahramanı idi Onu bir pamuk ambarına parmağıyla işaret etmesiyle pamuklarla taneleri ayırması nedeniyle Hallac diye adlandırmışlardı Şibli şöyle anlatır: Benimle Hallac arasında bir fark yok Ancak bana deli gözüyle baktıkları için kurtuldum, o ise akıllı sayıldığı için başına bu geldi' Bir gün Cüneyd ona, 'ölümün yaklaştı' deyince, 'benim öldüğüm gün, sen sufilik hırkasını giyme' dedi Rivayete göre imamlar Hallac'ın katline fetva verdiklerinde, Cüneyd, sufi giysisi giyinmişti Bunun üzerine, hemen medreseye gitti, cübbe giydi, sarık sardı ve, 'biz zahire göre hüküm veririz' diye bir not yazdı Bir gün Hallac'a, 'sabır nedir?' diye sordular, şöyle yanıtladı: 'Bir insanın el ve ayaklarının kesilerek darağacına asılması durumunda bile kendini yitirmemesidir' Son günleri yaklaştığında bir kezinde Şibli'ye, 'bana dikkat et' Dedi, 'önemli bir ödevle yükümlüyüm 'Enel Hakk' 'ben Hakkım' dediğim için beni halifeye şikayet ettiler İmamlar ölümüme hükmettiler Bana, 'hüve'l-Hakk' (O Hakk'tır) de kurtul, niçin 'ene'l-Hakk' diyorsun dediler Ben de, onlara, ben, ene'l-Hakk derken, aslında hüve'l-Hakk diyorum Ama siz O'nun gaib olduğunu söylüyorsunuz' dedim
Şöyle anlatırlar: Zindana koyulduğu günün gecesi, onu aradılar bulamadılar İkinci gece aradılar ne onu ne de zindancıları buldular Üçüncü gece aradılar hem onu hem de zindancıları buldular 'Bu durum neydi?' diye sordular Hallac, 'birinci gece ben dostun yanına gitmiştim, beni göremediler; ikinci gece dost buradaydı, bu yüzden ne beni ne de zindancıları gördüler, bugün buradayım, şeriatın hükmü neyse yerine getirin' dedi Anlatıldığına göre zindanda üçyüz mahkum bulunuyordu Onlara, 'sizi özgür bıraktım, gidin' dedi 'Eğer buna gücün yetiyorsa sen niçin gitmiyorsun?' diye sordular 'Biz, Tanrı'nın tutuklusuyuz, O'nun yasasına saygımız ve bağlılığımız sonsuz, gidemeyiz' dedi Sonra zindan duvarına işaret parmağını doğrulttu, bir yarık belirdi, mahkumlar çıktı Sabah ne olup bittiği sorulduğunda gerçeği söyledi 'Peki sen niçin kaçmadın?' diye sordular, 'Tanrı'yla aramızda bir mesele var' dedi, 'bu nedenle kaldım' 'Hallac'ın öldürüleceği gün, birisi, 'aşk nedir?' diye sordu 'Bugün, yarın ve öteki gün aşkın sırrını göreceksin' dedi O gün Hallac'ı öldürdüler İkinci gün yaktılar ve üçüncü gün küllerini savurdular Onu dibine getirdiklerinde darağacının ayaklarını öptü ve, 'işte yiğitlerin miracı budur' dedi Elleri kesildiğinde, 'bir insanı bağlayıp elini kesmek kolay iş' dedi, 'ben asıl arş'ın karanlığından külah aşıran kişinin temiz elini kesecek kimseyi yiğit sayarım' Ayakları kesildiğinde gülümsedi ve, 'bu ayak güçsüzdür, benim her iki alemde de yolculuk yapabileceğim ayağım var' dedi (Molla Cami ve Mevlana'nın dizelerini hatırlayalım: 'Bu yolda başsız ayaksız ol') Sonra kanlı kolunu yüzüne sürdü 'Ne yapıyorsun?' diye sorduklarında şöyle yanıtladı: 'Aşk yolunda, abdesti sahibinin kanıyla alacak iki rekat namaz farzdır’ Rivayete göre, tüm organlarını kestiler Sadece sırtı ve boynu darağacında asılı kaldı Ancak o sırt ve boyundan da, 'ene'l-Hakk' sözü yükseliyordu Halife, 'bu adamın ölümü daha çok kargaşa çıkaracak' dedi Ertesi gün tüm uzuvlarını toplayıp yaktılar Yanmış, kül olmuş cesetten yine, 'ene'l-Hakk' diye ses geliyordu Üçüncü gün, küllerini suya döktüler, yüzen kül zerrelerinden yine o ses geliyordu”
Bu haldeolan, yani aşk şarabını içen biri için artık herhangi bir zahiri etki söz konusu olamaz Onun için artık ölüm yoktur

Ereliden şems nuruna
Vücudum zerreden katre
Ne katre ayn-i bahar oldu
Ona k'ar ü kenar olmaz

Onlar, yani veliler, Şems nuruna ermişlerdir Onlara ermiş denmesi, İlahi Hakikat’in başla sonunun birleştiği noktaya ulaşmış, dairevi/kürevi olan sırrın özüne erişmiş olmalarındandır Onlar tıpkı ağaçlardaki ermiş meyveler gibi, içlerinde kendi sırlarını yani çekirdeklerini de saklarlar
Belağa tabiri, Arapçada, erdi, erişti, olgunlaştı, başa döndü anl----- gelir Büluğa ermek, bir bakıma insanın devrini tamamlamasıdır
Vücudum zerreden katre, ifadesi, varlığını, kişisel ve nefsani varlığını Allah’a katmış olması anl----- gelir Böyle olunca da bir katre (damla) kavuştuğu deryanın kendisi oluverir
Böyle olunca da, kıyısız bir deniz olan İlahi hakikat gibi, sahilsiz ummana dönüşürler

Bırak ey Hamida varı
Görsem desen sen ol yarı
Göricek ol tecellayı
Ondan özge kemal olmaz

Şeyh Hamid-i Veli hazretleri nefesin sonunda, girişte dediği gibi, ‘var’ı bırakmaya, terk etmeye çağırmaktadır Hakiki vücud O’nundur, O’ndandır, O’nadır ve O’nunladır
Varı terk etmeden yok olunamaz, yok olunamadan da hakiki varlığa ulaşılamaz
Didari görmek, Cemal’e erişmek için ise, tecelliye bakmak, ona mazhar olmak gerekir
Kamil insan aynadır, onda Zat tecellisi vardır

Sadık Yalsızuçanlar


Konu Başlığı: Ynt: Diriyiz Daim Ölmeyiz
Gönderen: Pelinay üzerinde 26 Mart 2016, 22:12:29
Cok guzel istifadeli bir derleme olmus.
Ozellikle Hallac a sorulan sabir nedir sorusunun cevabi ve soyledigi Enel Hakk sozunun hakikatinin izahi cok hostu.Allah razi olsun paylsm icin


Konu Başlığı: Ynt: Diriyiz Daim Ölmeyiz
Gönderen: Sevgi. üzerinde 27 Mart 2016, 04:27:41
  Esselâmü Aleyküm Ve Rahmetüllah.  Emeğinize yüreğinize sağlık kardeşim. Gerçekten çok güzel bir paylaşım olmuş. Aradaki beytlerdeki sözler çok güzeldi.


Konu Başlığı: Ynt: Diriyiz Daim Ölmeyiz
Gönderen: Mehmed. üzerinde 06 Ekim 2019, 05:54:31
Ve aleykümüsselam Rabbim bizlere ilahi aşkı nasip eylesin Rabbim paylaşım için razı olsun