๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 27 Kasım 2010, 15:38:40



Konu Başlığı: Dilin sebep olduğu fitneler
Gönderen: Sümeyye üzerinde 27 Kasım 2010, 15:38:40
Dilin Sebep Olduğu Fitneler


Alemlerin rabbi olan Allah (cc)’a Hamd’olsun. Mücahidlerin önderi, Muttakilerin lideri, nurlu mü’minlerin kumandanı efendimiz Hz. Muhammed (sav)’e, Onun aline, ashabına ve Tevhid düzeni uğrunda Tağuti ve Şeytani hakimiyet güçlerine karşı kıyam eden Muvahhidlere salatü selam olsun.

Dil, Allah (cc)’ın yarattığı organlardan birisidir.

Dil, kalpteki duygu ve düşüncelerin tercümanıdır.

Dil, Allah (cc)’ın büyük nimetlerinden ve yaratıcılığının eşsiz güzelliklerindendir.

Dil, hacimce küçük olmasına rağmen itaat ve isyan yönüyle büyüktür. Çünkü iman ve küfür, ancak dilin şehadetiyle bilinebilir.


Kur’an-ı Kerim’de Allah (cc) mealen şöyle buyuruyor; “(İnsan), hiçbir söz söylemez ki yanında kendisini gözetleyen, dediklerini kaydeden (bir melek) hazır bulunmasın” (Kaf 18).

Biliyor ve inanıyoruz ki; İnsanın ağzından çıkan her söz kayda alınmaktadır.

Resulullah (sav) şöyle buyuruyor; “İnsanları yüzükoyun veya burunları yerde olarak cehenneme döken, dillerinin hasadından başka bir şey değildir” (Tirmizi, İman: 8, Ahmed Bin Hanbel 5/231, 236, 237).

Dil, sözleriyle iyilikler ve kötülükler oluşturur. Kıyamet gününde, dünyada hayra sebep olmuşsa hayırla, şerre sebep olmuşsa şerle karşılık görür.

İslam dinini kabul eden kimseye Müslüman denir.

Müslüman, diğer müslümanların elinden ve dilinden emin olduğu kimsedir.

Müslüman, sevdiğini Allah için seven, Allah’ı ve Resulü’nü her şeyden çok seven ve Allah kendine imanı nasip ettikten sonra tekrar küfre dönmeyi, cehenneme yüz üstü atılmaktan daha tehlikeli gören kimsedir.

Müslüman, diğer müslümanların canına, malına ve namusuna saygı duyan kimsedir.

Müslüman, müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez ve başkalarının zulmetmesine de razı olmaz.
Müslüman, özü, sözü ve işleriyle en doğru hareket eden, haksızlık yapmayan, daima her işin iyi yanını görmeye ve almaya çalışan kimsedir.

Müslüman, İslam dinini kabul eden, Allah (cc)’a teslim olmuş kişidir.

Müslümanın, dilini ve kendisini helaktan koruması, gerekirse, bu uğurda diline hâkim olmak için çeşitli tedbirler alması gerekir.

Resulullah (sav) şöyle buyuruyor; Allah’a ve ahiret gününe inanan, ya hayır söylesin veya sussun” (Buhari 8/13, 39; Müslim 1/50). “Müslüman; dilinden elinden Müslümanların emin olduğu kimsedir. Muhacir de Allah (cc)’ın nehyettiklerini terk edendir” (Buhari 8/127).

 

MÜSLÜMANIN DİLİNİ KORUMASI GEREKEN KÖTÜLÜKLER

Allah (cc), mealen şöyle buyurmaktadır: “Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmet oldunuz. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırsınız ve Allah'a inanırsınız...” (Al-i İmran 110). “İnanan erkek ve kadınlar, birbirlerinin velisidirler. İyiliği emrederler, kötülükten sakındırırlar, namazı kılarlar, zekâtı verirler, Allah'a ve Rasulüne itaat ederler. İşte onlara Allah rahmet edecektir. Allah daima üstündür, hikmet sahibidir” (Tevbe 71).

Yapılması emredilen iyilikler (sevaplar) ve sakınılması gereken kötülükler (haramlar) Kur’an ve Sünnet ile açıkça belirlenmiştir. Dilin sebep olduğu kötülükler de, sakınılması gereken kötülüklerin başında gelir.

 

YALAN

Yalan; asılsız olan, gerçeğe uymayan, kandırmak için söylenen sözdür. Yalan'ın toplumda her zaman anlaşılmamasının nedeni karşılıklı güven olarak ifade edilebilir. Kur’an-ı Kerim’de 280 küsür ayette yalan yasaklanmakta ve yalancıların kötü akıbetleri bize örneklenmektedir. Yalan, nifak ve küfürle, sıdk/doğruluk ise iman ve takvayla birlikte anılmıştır.

Yalan ruhi bir hastalıktır, Müslümanların kendilerini bundan korumaları gerekir. Çocuklar daha küçükken doğru sözlülüğe alıştırılmalı, yalanın zararları kendilerine anlatılmalıdır.

Cenab-ı Hakk, “Yalan sözden kaçının” (Hac, 60) diye emrettiği halde basit dünya menfaatleri için yalan söyleyenler vardır.

Resulullah (sav) şöyle buyuruyor; “Yazıklar olsun o kimseye ki, insanları güldürmek için konuşur ve yalan söylerler! Yazık ona, yazık ona!” (Ebu Davud, Edeb 88; Tirmizi, Zühd 10)

Özellikle yalan yere şahitlik yapmak çok kötü bir davranış ve büyük bir günah sayılmıştır. Müslüman kendi aleyhinde de olsa, doğru söylemeli ve asla yalana yaklaşmamalıdır. Çünkü Allah (cc) şöyle buyurmuştur:

“Ey iman edenler! Hak üzere durup adaleti yerine getirmeğe çalışan hâkimler ve Allah için doğru söyleyen şahitler olun. Velev ki, o şahitliğiniz nefisleriniz yahut ana babanızla yakın akrabanız aleyhine olsun. İster üzerine şahitlik yapılan kimseler zengin veya fakir bulunsun” (Nisa 135).

“Allah'a karşı verdikleri sözü ve yeminlerini az bir bedelle değiştirenlere gelince, işte bunların ahirette bir payı yoktur. Kıyamet günü Allah onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temize çıkarmayacaktır. Onlar için acı bir azap vardır” (Al-i İmran 77).

Peygamber Efendimiz (sav) müslümanın yalancı olamayacağını vurgulamıştır;

“Abdullah İbnu Amir radıyallahu anh anlatıyor: ‘Bir gün, Resûlullah aleyhissalâtu vesselam, evimizde otururken, annem beni çağırdı ve:

‘Hele bir gel sana ne vereceğim!’ dedi. Aleyhissalatu vesselam anneme:

‘Çocuğa ne vermek istemiştin?’ diye sordu.

‘Ona bir hurma vermek istemiştim’ deyince, Aleyhissalatu vesselam:

‘Dikkat et! Eğer ona bir şey vermeyecek olursan, üzerine bir yalan yazılacak!’ buyurdular.” (Ebu Davud, Edeb 88)

“Safvan İbnu Süleym radıyallahu anh anlatıyor: ‘Ey Allah'ın Resulü! mü'min korkak olur mu?’ dedik.

‘Evet!’ buyurdular. ‘Peki cimri olur mu?’ dedik, yine:

‘Evet!’ buyurdular. Biz yine:

‘Pekiyi yalancı olur mu?’ diye sorduk. Bu sefer: ‘Hayır!’ buyurdular.” (Muvatta, Kelam 19)

Yalan kalbi karartır. Peygamber Efendimiz (sav) buyuruyor ki; “Kul yalan söylemeye ve yalan söyleme niyetini taşımaya devam edince bir an gelir ki, kalbinde önce siyah bir nokta belirir. Sonra bu nokta büyür ve kalbinin tamamı simsiyah olur. Sonunda Allah nezdinde ‘yalancılar’ arasına kaydedilir” (Muvatta, Kelam 18).

Peygamber Efendimiz de, yalan söylemenin ve yalan şahitlik yapmanın büyük günahlardan olduğunu ısrarla belirtmiştir (Buhari, Edep 6; Ahmed bin Hanbel 2/201, 214). Ayrıca yalanın münafıklık alametlerinden olduğunu haber vermiştir (Buhari, Şehadet 28; Tirmizi, İman 14; Müslim, İman, 107).

Peygamberimiz (s.a.s.); “Yalan kötülüğe, kötülük Cehennem"e götürür. İnsan yalancılık yapa yapa, nihayet Allah katında yalancılardan yazılır” (Buhari, Edeb, 69; Müslim, Birr, 103-105) buyurmuştur. Yalanın en büyük kötülüğü işte budur. Yani, insanı Allah (cc)’ın rızasından uzaklaştırıp Cehennem’e götürmesidir. Ayrıca yalan insanları birbirine düşürür, güven duygusunu yok eder, toplum içinde karışıklıklara sebep olur; dostlukları yıkar, yerine düşmanlık tohumları eker. Yalan er geç ortaya çıkacağından, yalancılar, kendilerine güvenilemeyen, saygı duyulmayan ve sevilmeyen insanlar durumuna düşerler. Kısaca yalan, insanı dünyada da ahirette de felakete sürükler.

Yalanın en çirkini de Peygamber Efendimiz (sav)’e yalan isnad etmektir. Peygamber Efendimiz; “Benim üzerime söylenen yalan, bir başkası üzerine söylenen yalan gibi değildir. Öyleyse kim bile bile bana yalan nisbet ederse cehennemdeki yerini hazırlasın!” (Buhari, Cenaiz 34; Müslim, Mukaddime 4; Tirmizi, İlm 9) “Kim bile bile bana yalan nisbet ederse ateşteki yerini hazırlasın.” (Buhari, İlm 38; Ebü Davud, İlm 4) buyurmaktadır. Bilmediğimiz, doğruluğundan emin olmadığımız bir söz ya da fiili Peygamber Efendimiz (sav)’e isnad etmekten sakınmalıyız.

 

Yalanın Mübah Olduğu Yerler:

 

Dinimizde sadece üç yerde yalan söylemeye izin verilmiştir:

a) Zulüm ve haksızlığa uğramış bir adamın can, mal veya namusunun zarar görmekten kurtarılması için;

b) Dargın olan karı-kocayı veya iki kişiyi barıştırmak için. Çünkü Rasulullah (sav), “İnsanlar arasını düzelten, bunun için hayırlı söz söyleyen ve hayırlı söz ulaştıran kimse yalancı değildir” (Müslim, Birr ve Sıla 27; Tirmizi, Birr 26; Buhari 3/240) buyurmuştur.

c) Harpte düşmanı yenmek için.

 

GIYBET

Gıybet: bir insanı gıyabında eleştirmek, çekiştirmek ve hoşlanmayacağı sözler söylemektir. Halk arasında buna "dedikodu" da denir. Kişinin bedeni, nesebi, ahlâkı, işi, dini, elbisesi, evi, bineği ve benzeri şeyler dedikodu konusu olabilir. Gözün şaşılığı, saçların döküklüğü, uzun veya kısa boylu, siyah veya sarı renkte olmak gibi nitelikler hakkında alaylı bir şekilde bahsedilmesi gıybet olur.

Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sav) gıybeti “Birinizin, kardeşini hoşlanmayacağı şeyle anmasıdır” (Ebu Davud, Edeb 40, 4874) şeklinde tanımlamış; “Din kardeşinin yüzüne karşı söylemediğin şeyi ardından söylemen gıybettir” (Camiussağir, Hadis No:7972) buyurmuştur. Bir kişinin gıyabında ondan hoşlanmayacağı şekilde, hakkında doğru olan bir şeyi söylemek, aleni gıybetin ta kendisidir.

Allah (cc) Kur'an'da gıybeti kesin olarak yasaklamaktadır: “Ey iman edenler! Zannın birçoğundan sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurlarını ve mahremiyetlerini araştırmayın. Birbirinizin gıybetini yapmayın. Herhangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz! Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah tövbeyi çok kabul edendir, çok merhamet edendir” (Hucurat,49/12).

Bu ayet-i kerime'de yüce Allah, kişilik haklarını ihlal eden üç davranıştan sakınılmasını emretmektedir. Bunlar; "kötü zanda bulunmak", "insanların gizli hallerini araştırmak" ve "gıybet etmek"tir. Her üçü, kişilik haklarını ihlal eden, toplumun huzur ve güvenini sarsan davranışlardır. Her üçü de kişi ve toplum hayatında tedavisi çok zor yaralar açan birer hastalıktır. Özellikle gıybet çok çirkin bir davranıştır. Bu çirkinliği yüce Allah, ölen bir insanın etini yemeye benzetmiştir. Ölü bir insanın etini yemek ne kadar çirkin ise gıybet de o kadar çirkin bir davranıştır. Bu benzetme, müminleri bu davranıştan alıkoymaya ve gıybet günahının büyüklüğünü beyan etmeye yöneliktir.

Allah (cc) Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurur: “Ey iman edenler, zandan çok kaçının; çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin gizli yönlerini araştırmayın”(Hucurat 12). Kimi zanlar, gıybet halini almaktan kendini kurtaramaz. Ümmetin âlimlerine göre; ‘gözü ile kötü bir şeyi görmeden, kulağı ile duymadan, bir kimseye suizanda bulunmak’ çirkin bir davranıştır.

Başkalarının hoşlanmadığımız özelliklerinin hangi şartlardan kaynaklandığını nereden biliyoruz? Kimlerin hangi zorluklar yoluyla kaderleri tarafından eğitildiklerini bilmeksizin, kimi kusurlu gözüken yönlerinin gizli bile olsa gıybetini yapmaya ne hakkımız var!

Gıybet; kişi, aile, toplum hatta bir milletin bütün mensuplarını rencide edebilir. Bu; kişiler, aileler ve toplumlar arasında huzursuzluk, kırgınlık hatta kavgaya bile sebebiyet verebilir. Bu sebeple yüce Rabbimiz ve sevgili Peygamberimiz gıybet etmeyi şiddetle yasaklamışlar, büyük günah olduğunu bildirmiştir. Gıybet, müminin "fâsık" ve "âsî" olmasına sebep olur. Gıybeti yapılan kimse hakkını helal etmedikçe kişi gıybetin günahından kurtulamaz.

Söylediği söz, yaptığı fiil ve sergilediği davranış ile her türlü günahı ve kötülüğü işleyen, fert ve topluma zararlı olan, sözgelimi, hırsızlık ve iftira eden, ırz ve namus düşmanlığı yapan bir kimsenin bu ahlak dışı niteliği zararından korunması için bir başkasına söylenebilir. Bu gıybet değildir.

Gıybet kimi zaman söz taşımak suretiyle de tezahür edebilir. Peygamberimiz (sav): “(Arabozucu) söz taşıyan cennete giremeyecektir” (Buhari, Edeb, 50) buyurur. Kur’an bizi uyarır: “Ey inananlar, eğer bir fasık size bir haber getirirse onu araştırın. Yoksa bilmeyerek bir kavme sataşırsınız da yaptığınıza pişman olursunuz” (Hucurat 6).

Ümmetin âlimleri şöyle uyarmışlardır: “Başkalarının sözünü sana ileten, getiren, muhakkak senin sözünü de başkalarına iletir. ... Zira onun yaptığı hem gıybet, hem zulüm ve hıyanet, hem de aldatma ve haset, hem nifak, fitne ve hiledir.”

Gıybet kimi zaman ferdi olmaktan çıkar, kitlesel bir hal alır. Kitlesel gıybet, bir insanın irtikap edebileceği, altından kalkılması en zor, en acınası, en dehşetli gıybettir. Yukarda geçen âyetin “...Yoksa bilmeyerek bir kavme sataşırsınız...” (Hucurat 6). şeklindeki bölümü, ‘bir kavme sataşma’ terimiyle suçun kitlesellik tehlikesine vurgu yapmaktadır.

Gıybeti yapan, sadece onu söyleyen veya ima eden değil, aynı zamanda rıza ile dinleyendir veya yapmasa da yapılmasından hoşlanandır. Cinayeti izlerken gücü yettiğince karşı koymayan da katil sayıldığı gibi, yanında gıybet yapıldığı halde müdahale etmeyen de tam olarak o gıybetin ortağı olacaktır.

Peygamberimiz (sav) “Kim ki yanında Müslüman kardeşinin gıybeti yapıldığı halde, gücü yeterken kardeşine yardım etmezse, Allah onu dünya ve ahirette zelil kılar” (Camiussağir, Hadis No:8489) şeklindeki sözü, gıybeti dinleyenin sorumluluğuna işaret eder. Hatta bu hadis, gıybeti yapandan çok, yanında gıybet yapıldığı halde derhal müdahale edip kardeşinin onurunu korumayanı tehdit ediyor.

 

Gıybet Fitnesi Karşısında Davranışımız Nasıl Olmalıdır?

 

Gıybete şahid olan;

Önce kalbimizde derin bir rahatsızlık oluşmalı, gıybeti dinlemeye tahammül edemez hale gelmeliyiz.

“Yemin edip duran, aşağılık, daima kusur arayıp kınayan, durmadan söz taşıyan, iyiliği hep engelleyen, saldırgan, günaha dadanmış, kaba saba; bütün bunların ötesinde bir de soysuz olan kimseye mal ve oğulları vardır diye, sakın boyun eğme” (Kalem 10-14), “Ey inananlar, kendinizi ve ailenizi bir ateşten koruyun ki, onun yakıtı insanlar ve taşlardır. Onun başında gayet katı, şiddetli, Allah'ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen ve emredildikleri şeyi yapan melekler vardır” (Tahrim 6) ayetlerini,

“Kim ki yanında Müslüman kardeşinin gıybeti yapıldığı halde, gücü yeterken ona yardım etmezse, Allah onu dünya ve ahirette zelil kılar” (Camiu’s-Sağir, hadis no: 8489) “Sizden bir kimse, bir kötülük görürse onu eliyle değiştirsin; eğer buna gücü yetmezse diliyle değiştirsin; buna da gücü yetmezse kalbi ile buğzetsin. Bu ise imanın en zayıf derecesidir” (Müslim, İman: 78; Tirmizi, Fiten: 11; Ebû Dâvûd, Salâtü'l-Iydeyn: 248), “Ya iyiliği emreder ve kötülükten sakındırırsınız yahut Allah sizin kötülerinizi sizin başınıza musallat eder. Sonra iyileriniz dua etmeye kalkışır fakat duaları kabul olmaz” (Taberani, el-Evsat) hadis-i şeriflerini hatırlamalıdır, dehşetle titremeliyiz.

Gıybeti yapılan kişiyi tanıyorsak, mutlaka sözel olarak müdahale etmeli, onurunu savunmalı ve gıybeti suçlamalıyız.

Susturmanın bize zararı büyük olacaksa, ‘rahatsızlığımızı hissettirmek şartıyla’ oradan hemen uzaklaşmalıyız.

Gıybeti dinlediğimiz için Allah’tan af dilemeli, gıybeti yapılan kişiye dua etmeli, duyduklarımızın etkisinde kalarak suizan etmemeye özen göstermeliyiz. Uyarıp düzeltemediğimiz gıybetçiden, elimizden geldiğince uzaklaşmalıyız.

Gıybet Eden;

Yaşayan veya ölen bir insanın veya insanlar topluluğunun gıybetini yapmışsak; eğer yaşıyor(lar)sa, helalleşmenin bir yolunu aramalıyız.

Zalimleri aşağılamak dışında, tarihteki insanları eleştirirken, haksızlık yapmamaya dikkat etmeli; herkesin hakkının ve onurunun Allah tarafından sonsuza dek korunacağını unutmamalıyız.

Gıybetini yaptığımız kişilere ismen dua etmeli, onların affı ve tüm hayatlarının rahmetle ve ihsanla kuşatılması için, ısrarlı ve vazgeçmeden gizli dualarda bulunmalıyız. Tüm bunları yaparken, —bilhassa vefat edenlerin ve toplulukların—bir daha gıybetlerini yapmamak için de ilâhî yardım dileğimizi ihmal etmemeliyiz. Çünkü, bu tür gıybetlerde helalleşmek pratik olarak neredeyse imkânsız gibidir.

 

Gıybet Edilen Ne Yapmalı?...

Hakkımızda yapılan gıybetler bir şekilde bize ulaşır. Ya başkaları bize aktarır, ya söz dolaştırılırken kulak misafiri oluruz, ya da kalbimizde gıybetimizi yapana karşı bir soğukluk ve sevgisizlik ilhamı alarak ondan uzaklaşma eğilimine gireriz. Toplumsal bölünmelerin ve kitleler arasında bağlılığın azalmasının ardında, kitlesel gıybetlerin ne denli etkili olduğunu hatırlamalıyız.

Şayet ‘size’ gıybet yapana küfür, hakaret ve aşağılama savurarak kendinizi savunursanız, gıybetlerinin bedelini büyük ölçüde dünyada almış olursunuz. Ancak, bunun yerine şahsınızı savunmaya girmeyip, gıybetle mücadele eder de gıybetçinin bu hasletten kurtulmasına uğraşırsanız, büyük mükâfatları hak edersiniz.

Gıybetinizi yapanlarla savaşmadığınızda, karşılarına ilahi adalet çıkıyor ki, tevbe etmeyenleri kuşatan ilahi ceza kimsenin intikamına benzemez. Hatalarını düzeltmedikleri sürece, ayıpladıkları şey başlarına gelinceye ve üstelik ebedî hayatta bedelini ödeyinceye kadar kurtulamazlar. Ancak kul kişisel hakkını affedip, muhatabı için hidayet dilerse, elde edeceği mükâfat, aksi halde kazanacağından çok daha değerli olacaktır.

İnsan, kendine yapılan gıybete ne oranda affedici olması gerekiyorsa, başkasına yapılan gıybete o oranda acımasız ve zemmedici olmalıdır. Ayrıca, şayet bir insanın ismi ve eserleri bir topluluğa mal olmuşsa, o insana veya eserine yapılan gıybet, aynı zamanda taraftarlarına yapılmıştır. Örneğin peygamberlerin gıybetini yapan, inananlarının da gıybetlerini yapmış olur. Bir babayı haksız yere aşağılayan, çocuğunu da aşağılamış sayılır. Bu durumda, bize yapılan gıybetin yakın dostlarımıza düşen hissesini affedemeyiz. Kader başkasına ait hisselerin bedelini tahsil edecektir.

Gıybeti yapılan kimse gıybet sebebiyle zarara uğramış veya zara uğraması söz konusu ise duruma müdahale edebilir, ilgili mercilere şikayet edebilir, zalimin yüzüne zulmünü söyleyebilir. "Allah, zulme uğrayanın dile getirmesi dışında çirkin sözün açıklanması sevmez" (Nisa 148) anlamındaki ayet, bunun delilidir. Ancak gıybeti edilen kimsenin sabretmesi ve sızlanıp şikayet etmesinden daha hayırlıdır. Böyle yapabilirse; "Allah, zulme uğrayanın dile getirmesi dışında çirkin sözün açıklanması sevmez" (Nisa 148) anlamındaki âyet, bunun delilidir. Ancak gıybeti edilen kimsenin sabretmesi ve sızlanıp şikayet etmesinden daha hayırlıdır. Böyle yapabilirse; "…Eğer sabrederseniz elbette bu sabredenler için daha hayırlıdır." (Nahl 122. bkz. Şura, 40) anlamındaki ayetin gereğini yerine getirmiş olur.

 

Gıybet Etmenin Müeyyidesi

 

Gıybet etmenin ayet ve hadislerde dünyada uygulanacak bir müeyyidesi bildirilmemiştir. Ancak tövbe edilmediği veya affedilmediği takdirde ahirette cezasını çeker. Onun için mümin gıybet etmemelidir. Etti ise günahına tövbe etmeli, gıybet ettiği kimseden af ve helalık dilemelidir. Aksi takdirde ahirette "müflis" durumuna düşecek sevaplarından gıybet ettiği kimseye vermek durumunda kalacaktır.

 

Gıybetten Korunma Yolları:

 

• Gıybet yapmamak: Gıybet edenin gıybeti yapılacaktır. Dilimizi gıybete karşı dişlerimizin ardına hapsedersek, başkalarının gıybetlerini dahi önleyebiliriz. Dilini tutanla alay etmeye kalkanın kalbine, gizli bir elem ve hatta korku ilham edilecektir. En güvenlisi susmaktır; övmeyeceğimiz kimsenin gıyabında konuşmamaktır.

• Övünmemek ve başkalarını küçümsememek: İnsanlar başkalarının övünmelerini veya huzurlarında küçülmeyi kabullenemezler. Aramızdaki eşitliği bozduğumuzda, izzetlerini korumak için bizi aşağılama ihtiyacı duyacaklardır. Başarılarımızı, hizmetlerimizi gizleyemeyiz, gizlememeliyiz; tecrübelerimiz dostlarımıza model olacak ve onları heyecanlandıracaktır. Ama anlatırken kendimizi onlardan büyük görüyorsak, içimizde onlara yönelik bir küçümseme varsa, bu duygu algılanacak; bu durum vücut dilimize ve konuşmamıza da yansıyacaktır. Âlimin ilmine saygı göstermeli; ama çocukla da çocuklaşabilmeliyiz.

• Kıskanmamak/kıskandırmamak: Kıskandığımız insanın güzel vasıflarını reddederiz; göreceği zarardan mutluluk duyarız. Kıskandırmanın inceliklerini burada sıralamak zor; en basit formülü şudur: Kimseyle rekabet etmeyen, başarıyı sonuçlar olarak değil, niyetler ve gayretler olarak gören insan kıskanamaz ve haklı şekilde kıskandıramaz. “Kıskandırmayayım” diye hizmetlerini gizlemek ve hiçbir şey yapmıyormuş gibi bir izlenim vermeye çabalamak, ihsana nankörlüktür; insanları başarılı modellerden mahrum etmektir, insanlara pısırık bir örnek sunmaktır. Kıskançlığın olmadığı yerde sadece takdir, sevgi, saygı ve muhtemelen gıpta vardır. Temiz bir ruh, kardeşine dua edip destek olduğunda, iyiliğine ortak olacağını bilir ve kıskanmaz. Resulullah (sav) şöyle buyuruyor; “Hased, ateşin odunları yediği gibi, iyilikleri yer bitirir” (Ebu Davud Edeb 57; İbn Mace Birr 5).

• İkiyüzlü olmamak: İnsanlar çıkarlarının veya korkularının etkisi altında ikiyüzlü davranmaya kalkışabilirler. İkiyüzlü olmayanın gıybetini yapmaktan korkarsınız; ikiyüzlünün gıybeti ise çok kolay ve pervasızdır. Dahası, ikiyüzlü olmayanın kendisi de kolaylıkla gıybet yapamaz. Çıkarlarını düşünerek iki yüzlü davrananlar, çıkarlarından mahrum olmakla cezalandırılacaklar. Basit korkuları nedeniyle ikiyüzlülüğe teslim olanlar, dayanılmaz korkularla yüzleşecekler.

İki yüzlülük, hiç bir başarının, hiç bir kazanımın, hiç bir mutluluğun yolu olmamıştır. İkiyüzlülük insanda ne şeref bırakır, ne irade ve ne de cesaret... Bir insanın yüzüne gülüp onu takdir eden, gıyabında sözü geçtiğinde aynı şeyi yapmıyorsa ikiyüzlüdür. İnsanlara ikiyüzlülük yapan şüphe etmesin ki, ruhu Yaratıcısına da ikiyüzlülük yapıyordur.

• Kendini temize çıkarmamak: Kişisel kusurlarını reddeden insan, kusur işlediğinde suçu başkasına atacak; en azından, “Onun yüzünden yaptım” diyecektir. Böyle insanlar, başkalarını öfkelendirecek, üzecek ve haklarında gıybet yapılmasına yol açacaklardır. Kusurumuz varsa derhal kabul etmeli; başkasının suçu varsa bile, başkalarını suçlamakla vakit geçirmemelidir. Çünkü, hakkın dağıtılmadığı yerde, suçlunun kim olduğunun bilinmesinin hiçbir pratik faydası yoktur.

• Eğlence için aşağılamamak: Kimi insanlar Firavun gururuna sahiptirler. Ben merkezlidirler ve kişisel çıkarlarından başka odakları yoktur. Onların tek zevkleri başkalarını eğlence için aşağılayıp durmaktır ve bu onların hastalığıdır. Bu tür insanları insan yerine koyup muhatap olanlar, aynı geleceği paylaşacaklardır.

• Üzüntü veya öfkeye teslim olmamak: Kimi zaman da kişinin işlediği kusura üzüldüğümüz için, iyilik zannıyla gıybetini yaparız. Bazen de bu kusur nedeniyle öfkeleniriz ve kalbimiz bu duyguların etkisi altında onu manen cezalandırmak için aşağılamak ister; dilimizi tutamayız. Üzüntü, öfke veya infialin dostlarımızı ânında harcamamıza yol açmaması gerekir. Zira gün gelir, haksızlık yaptığımızı algılar, pişman oluruz.

• Alışkanlığa direnmek: Hayatımız boyunca yaşadığımız aşağılanmalar, gıybeti ruhumuza sindirmiş ve bizim için güçlü bir alışkanlığa dönüştürmüş olabilir. Ailede, mahallede, okulda, askerde, işte ve her yerde sürekli küçümsenmişsek, insan onurunu korumanın değerini idrak etmemiz zordur. Bu tür alışkanlıkları teşhis etmeli ve karşımıza almalıyız.

• Gıybet salgınına karşı korunmak: Önemli bir nokta da gıybetin içinde yaşadığımız toplumun hemen tüm bireylerine veba gibi bulaşmasıdır. TV ve gazeteler her gün gıybetle siftah yaparsa, her sabah işler gıybet seanslarıyla başlarsa, en içten dostlarımız gıybetin içerisine ölümüne saplanmışlarsa, virüsü kapmadan günün akşamına ulaşmak son derece zordur. Gıybetten ancak konuşma özürlünün kurtulabileceğini bilmeli ve gıybet karşısında çok katı ve dikkatli olmalıyız.

• Failleri gizlemek: Gıybetten korunmanın susmaktan sonra gelen en kestirme yoludur. Kötülüğü sahibinden soyutlayarak zemmedersek gıybet yapmış olmayız. “Adamın birisi sürekli yalan söylüyordu, bir tanıdığım sürekli burnunu karıştırıyordu...” Bunlar şükür ki gıybete bir şartla girmezler: Sizi dinleyenler o kişinin kim olduğunu tahmin edemiyorlarsa gıybet değildir; ama vasıflarından tanımaları hâlinde ismini söylemeseniz de gıybete girer. Kişinin kendisi kendini tahmin etse sorun değil, birisi burnunu karıştırıyorsa, bunu herkes de yapabilir. Ancak isimler meçhul olduğunda bile, iftira, aşağılama gibi şeyler her halükarda yasaktır.

- İFTİRA

Dolayısıyla gıyabında konuşulan nitelik o kişide yoksa buna gıybet değil "iftira" denir. İftira gıybetten daha kötü bir davranıştır. Zira gıybette zikredilen husus kişide vardır, iftirada ise yoktur.

Peygamberimiz (sav) gıybeti zikrettikten sonra aynı hadis-i şerifte: “Eğer söylediğin onda varsa gıybetini yapmış oldun; eğer yoksa bir de iftirada bulundun” (Ebu Davud, Edeb 40, (4874) buyurur.

İftira son derece kötü ve tahribedici bir hadisedir. Hem iftirayı yapan ve hem de kendisine iftira edilen kimse için oldukça rahatsız edici bir tutumdur. İftira sonucunda insanlar arasındaki sevgi ve dostluk bağları zayıflar; dayanışma gücü ortadan kalkar. insanlar birbirine güven duymaz olurlar. Bu güvensizlik, bir toplumun sosyal hayatını tamamen felce uğratan yıkıcı bir etki yapar. İftira, toplumdaki güzellikleri yakıp bitiren bir ateş gibidir.

İftira, toplumda adaletin tam olarak etkisini kaybettiği zamanlarda yaygınlaşabilen bir sosyal ve ahlakı hastalıktır. Çünkü adaletsizlik ve takipsizlik, kötü fiillerin yaygınlaşmasına ve artmasına yol açan bir başıboşluğa sebep olmaktadır.

İslam'da iftira konusu, üzerinde oldukça fazla durulan bir konu olmaktadır. 26 ayet-i kerime, iftira'nın özelliğinden ve onun Allah'ın nezdinde sevilmeyen ve hatta yerilen bir davranış olduğundan bahsetmektedir:

Ehl-i kitaptan bir gurubun, kitabı okurken dillerini eğip bükmeleri (Al-i İmran 78),

Eşe verilen mehrin geri almak (Nisa 20), Allah'a ortak koşmak –şirk- (Nisa 48),

İşlediği günahı bir suçsuzun üzerine atmak (Nisa 112),

Hz. Meryem'e iftira atmak (Nisa 156),

Allah’ın meşru kılmadığını, meşru kılmak (Maide 103; Enam 138, 140),

Allah’ın ayetlerini yalanlamak (Enam 21; Araf 37),

Allah'ın indirdiği rızıktan bir kısmını helal, bir kısmını da haram bulmak (Yunus 59),

Putlara tapmak (Nahl 56),

Buzağıya tapmak (Araf 152),

Hz. Aişe’ye iftira atmak –ıfk olayı- (Nur 11,12,13,14,15,16,26),

İnkarcıların, Kur'an, olsa olsa Muhammed'in uydurduğu bir yalandır demeleri (Furkan 4),

Gaybi bilir pozu takınan ve insanlara geleceklerini söyleyen büyücüler, müneccimler, falcılar ve sihirbazlar (Şu’ara 222),

Mümin erkeklere ve mümin kadınlara, yapmadıkları bir şeyden dolayı eziyet etmek (Ahzab 58),

Ahirete inanmamak (Sebe 8),

Biatlarının kabulü için iftira uydurmamak şartı (Mümtehine 12)

 

Bir İftira Örneği: Ifk Olayı

 

İftiranın en ağırı namus üzerine atılan iftiradır. Bunu, Hz. Aişe ile ilgili olarak “Ifk” olayında görmekteyiz Olay özet olarak şöyle cereyan etmiştir: Hz. Peygamber ashab-ı kirâmla sefere çıkarken, kura ile belirlenen bir eşini de beraberinde götürürdü. Bu usulle, Mustalıkoğulları Gazasına da Hz. Aişe katılmıştı. Konaklama yerinde, devenin üzerindeki gölgelikten (mahfel) tuvalet ihtiyacı için çıkan Aişe (r.anhâ), dönüşünde gerdanlığını düşürdüğünü farketmiş, aramak için yeniden çıkmıştır. Bu sırada ordu yola çıkmış, Hz. Aişe, devenin üzerindeki gölgeliğin içinde zannedilmiştir. Dönüşte unutulduğunu anlayan Hz. Aişe, orada beklemiş, ordunun arka gözcüsü Safvan b. Muattal O'nu devesine bindirerek yolda orduya yetiştirmişti.

Münafıkların reisi Abdullah b. Ubey ve arkadaşları bunu fırsat bilerek Hz. Aişe'ye zina iftirasında (ifk) bulundular. Bir aydan fazla bir süreyle bu dedikodu Medine'de dolaştı. Hz. Peygamber ve Aişe validemizin yakınları bu olaya çok üzüldü.

Daha sonra Hz. Aişe Nur suresindeki şu ayetlerle temize çıkardı:

“O yalan haberi getirenler, içinizden bir topluluktur. Siz onu sizin için şer sanmayın. Tersine o sizin için hayırdır. Onlardan her kişi, işlediği günahın cezasını görecektir. Onlardan o yalanın en büyüğünü idare edene de büyük bir azap vardır.
 Onu işittiğiniz zaman inanan erkek ve kadınların, kendiliklerinden güzel zanda bulunup: bu, apaçık bir iftiradır demeleri gerekmez miydi? Ona dört şahit getirmeleri gerekmez miydi?

Mademki şahitleri getirmediler, o halde onlar Allah yanında yalancıların ta kendileridir.

Eğer size dünyada ve ahirette Allah'ın lütfü ve rahmeti olmasaydı, içine daldığınız yaygarada size mutlaka büyük bir azap dokunurdu.

Çünkü siz, onu dillerinizle alıveriyorsunuz ve hakkında hiç bilginiz olmayan bir şeyi, ağızlarınızla söylüyorsunuz ve onu önemsiz bir iş sanıyorsunuz. Oysa o, Allah yanında büyüktür.

Onu işittiğiniz zaman, bunu konuşmamız bize yakışmaz, hâşâ, bu, büyük bir iftiradır demeniz gerekmez miydi? Allah size öğüt veriyor ki, eğer inananlar iseniz böyle bir şeye bir daha asla dönmeyesiniz.

Allah size ayetleri açıklıyor. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

İnananlar içinde çirkinliğin yayılmasını isteyenler için dünyada da, ahirette de acı bir azap vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz.

Eğer size Allah'ın lütfü ve rahmeti olmasaydı ve Allah çok şefkatli ve merhametli olmasaydı (çok büyük bir azaba uğrardınız)

Ey inananlar, şeytanın adımlarını izlemeyin. Kim şeytanın adımlarını izlerse, hiç şüphesiz o çirkinliğe ve kötülüğe emreder.

Sizden fazilet ve servet sahibi kimseler, yakınlığı bulunanlara, yoksullara, Allah yolunda göç edenlere bir şey vermemeğe yemin etmesinler. Affetsinler, hoş görsünler. Allah'ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Allah bağışlayandır; esirgeyendir.

O namuslu, bir şeyden habersiz inanmış kadınlara zina iftira edenler, dünyada da ahirette de lanetlenmişlerdir. Onlar için büyük bir azap vardır.

O gün, dilleri, elleri ve ayakları yaptıklarına şahitlik edecektir.

O gün Allah onlara hak ettikleri cezalarını tamamıyla verir ve onlarda bilirler ki; Allah apaçık haktır.

Kötü kadınlar kötü erkeklere, kötü erkekler kötü kadınlara, iyi kadınlar iyi erkeklere, iyi erkekler de iyi kadınlara mahsustur.” (Nur 11-26)

Hz. Peygamber inen bu ayetleri tebliğ ettikten sonra; “Ya Aişe, Allah'a hamd et. Allah seni, iftiracıların isnadından kesin olarak beri kıldı” buyurdu. Bunun üzerine Aişe (r.anha)’nin annesi: “Kızım, kalk da Resulullah (sav)'a teşekkür et” deyince, Hz. Aişe; “Hayır kalkmam ve yalnız Allah'a hamdederim” diye cevap verdi (bk. Buhari, Tefsiru Sure, 24/6, Meğazi, 12, 32, 34, Şehadet, 2, 15, Eyman, 13, 18, İ'tisam, 28, Tevhid, 35, 52; Müslim, Tevbe, 56; Ebu Davud, Salat, 122; Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 194, 195, 197).

Iftira eden kimse, bununla amacına ulaşamaz ve sonunda dünyevi ve uhrevi bakımdan kendisi zararlı çıkar. Nebi (sav) “İftira eden kimse zarara uğramıştır” (Ahmed b. Hanbel, I, 91) buyurur.

İffetli bir kadına zina isnadında bulunup da bunu dört erkek şahitle ispat edemeyen bir kimse kazıf cezasına çarptırılır. Bunlara ceza olarak seksen değnek vurulur ve bundan sonra şahitliklerine güvenilmez (bkz. Nur 4). Zina isnadında bulunan kimse kadının kocası olur ve dört şahitle bunu ispat edemezse “mulaane” yoluna başvurulur (bkz. Nur 6-9).

En ağır iftirayı atan kimse bile sonradan pişmanlık duyar ve durumunu düzeltirse Cenab-ı Hakkın mağfiretine nail olabilir (bkz. Nur 4-5).

Günümüzde fertlerin birbirine iftirası yanında basın ve yayın yoluyla da iftiralar yapılmaktadır. Namus, iffet, haysiyet ve zimmet üzerindeki bir iftira ne kadar çok yayılırsa, iftiracının sorumluluğunun da o nisbette artması tabiidir. Ayette şöyle buyurulur: “Mümin erkek ve o kadınlara işlemedikleri bir günahla eziyet edenler (onlara iftira atanlar), doğrusu açık bir günah yüklenmişlerdir” (Ahzab 38).

- KOĞUCULUK

Koğuculuk: İnsanlar arasında söz taşımaktır. Bu, İslam'ın yasak ettiği ve büyük günah olarak saydığı ahlak dışı kötü davranışlardan biridir.

Koğuculuk yapan kimseler, Peygamber efendimizin hadislerinde "nemmam" (bizzat gördüğü ya da sözün sahibinden duyduğu şeyleri ilgilisine taşıyan kişi) ve "kattat" (başkalarından duyduğu şeyleri götüren kişi) olarak isimlendirilmiş ve bu kimselerin (cezalarını) çekmeden cennete giremeyecekleri bildirilmiştir: “Nemmam cennete girmeyecektir" (Tirmizi, Birr ve Sıla, 78), "Kattat cennete giremez" (Ebu Davud, Edeb 28).

Kabir azabına uğratılan iki kişiden birinin 'bevl'den kaçınmayışı, diğerinin de 'koğuculuk' yapmış olması yüzünden bu azabı gördükleri hadislerde zikredilmektedir. (Sahihi Buhari Muhtasarı Tecridi Sarih, 163 Sayılı Hadis).

Kime başkalarıyla ilgili bir haber nakledilirse;

Dedikoducunun haberine inanmamak gerekir. Çünkü o fasıktır. Allah (cc) şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler! Size bir fasık bir haber getirirse, bilmeyerek bir topluluğa zarar verip yaptığınıza pişman olmamak için o haberin doğruluğunu araştırın” (Hucurat 6).

Haberi getirene Allah (cc) rızası için buğzetmek gerekir.

Zandan sakınmak gerekir. Ayrıca anlatılanların başkalarının gizli durumlarını araştırma isteğine yol açmamasına dikkat etmek gerekir. Allah (cc) şöyle buyuruyor: “Ey inananlar! Zannın çoğundan sakının, zira zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin suçunu araştırmayın; kimse kimseyi çekiştirmesin; hangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır? Ondan tiksinirsiniz; Allah'tan sakının, şüphesiz Allah tevbeleri daima kabul edendir, acıyandır” (Hucurat 12).

Haberi getireni bu işten men etmek ve ona nasihat etmek, yaptığının kötü bir iş olduğunu söylemek gerekir.

Ancak, söz taşımanın, laf götürüp getirmenin koğuculuk sayılamayacak, kınanamayacak bir türü daha vardır ki, o da, Peygamber Efendimiz Hazretlerinin "insanların arasını düzelten ve hayır maksadıyla söz ulaştıran veya hayır kastıyla yalan söyleyen kimse, yalancı değildir" (Tecrid-i Sarih Tercümesi, 1156 Sayılı Hadis) mealindeki hadislerinde belirtmiş olduğu türden olandır. Şeklen koğuculuğa benziyor olmasına karşılık, niyet ve maksat bakımından onunla taban tabana zıt bir davranış biçimi...

- ALAY ETMEK, KÜÇÜMSEMEK

Alay etmek: bir kimsenin, bir şeyin, bir durumun, gülünç, kusurlu, eksik vb. yönlerini küçümseyerek eğlence konusu yapmaktır.

Küçümsemek: Değer ve önem vermemek, küçük görmektir.

Dinimiz, alay etmeyi ve küçümsemeyi yasaklamıştır.

Allah (cc) şöyle buyuruyor; “Ey iman edenler! Bir topluluk bir diğerini alaya almasın. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da diğer kadınları alaya almasın. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Birbirinizi karalamayın, birbirinizi (kötü) lakaplarla çağırmayın. İmandan sonra fasıklık ne kötü bir namdır! Kim de tövbe etmezse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir” (Hucurat 11).

“Mal toplayan ve onu durmadan sayan, insanları arkadan çekiştiren, kaş göz işaretiyle alay eden her kişinin vay haline!” (Hümeze 1,2).

Resulullah (sav) şöyle buyuruyor; “Birbirinize hasedlik etmeyin. Müşteri kızıştırmayın. Birbirinize buğzetmeyin. Biriniz diğerinin pazarlığı üzerine satış yapmasın. Kardeş olun ey Allah’ın kulları! Müslüman, müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez; onu yardımsız bırakmaz; onu tahkir etmez. –Hz. Peygamber 3 kez kalbine işaret ederek- Takva buradadır. Kişiye kötülük olarak, Müslüman kardeşini aşağılaması yeter. Müslümanın kanı, malı ve ırzı müslümana haramdır” (Müslim, Birr 32).

Alay etmek ve küçümsemenin temelinde, kibir/büyüklenmek vardır. Kibirlenmek/büyüklenmek şeytan-ı lain’e ait bir haslettir.

Allah (cc) şöyle buyuruyor; “Hani biz meleklere (ve cinlere): Adem'e secde edin, demiştik. İblis hariç hepsi secde ettiler. O yüz çevirdi ve büyüklük tasladı, böylece kafirlerden oldu” (Bakara 34).

“Hiç şüphesiz Allah, onların gizleyeceklerini de açıklayacaklarını da bilir. O, büyüklük taslayanları asla sevmez” (Nahl 23).

Resulullah (sav) şöyle buyuruyor; “Kimin kalbinde zerre miktarı kibir varsa, cennete girmez” (Tirmizi, 4/360, 361). “Allah sizin suretlerinize ve mallarınıza bakmaz. Kalblerinize ve amellerinize bakar” (Müslim, Birr 34; İbn Mace, 2/1388).

- SÖVMEK, ÇİRKİN SÖZ SÖYLEMEK

Sövmek: Ağır, rahatsız edici, haysiyete dokunucu, ırz ve onunla ilgili söz söylemektir.

Dinimize sövmeyi, çirkin söz söylemeyi, kaba ve ağız bozuk olmayı yasaklamıştır.

Resulullah (sav) şöyle buyuruyor; “Müslümana sövmek fasıklık, onunla savaşmak küfürdür” (Buhari, 8/18; Müslim , 1/57, 58).

“Mümin, çekiştiren, lanetleyen, kaba ve ağzı bozuk değildir” (Tirmizi, Birr 48; Ahmed bin Hanbel 1/405, 416).

Resulullah (sav) şöyle buyurdu; “Kişinin anne-babasına sövmesi en büyük günahlardandır.”

Bunun üzerine: “Ya Resulullah, kişi anne-babasına nasıl söver? Denildi.

“Bir kimse, diğerinin babasına söver, o da onun babasına ve annesine söver, o da onun annesine” buyurdu (Müslim, 1/64; Buhari, 3/8).

Kötü sözlü kişilerin akibeti çok fenadır (maazallah).

Resulullah (sav) şöyle buyuruyor; “Benim ümmetimden iflas eden, kıyamet gününde namaz, oruç ve zekatla gelecek olan kimsedir. Ama şuna sövmüş, buna zina isnadında bulunmuş, şunun malını yemiş, bunun kanını dökmüş, diğerini dövmüş olarak gelecektir. Ve şuna buna onun hasenatından verilecektir. Eğer davası görülmeden hasenatı biterse, onların günahlarından alınarak bunun üzerine yüklenecek, sonra cehenneme atılacaktır” (Müslim, Birr 59; Tirmizi, Kıyame 6; Ahmed bin Hanbel 2/303, 334, 372).

- SIR SÖYLEMEK

Sadık mümin, Allah (cc)’ı zikrin haricindeki sözlerden kaçınır. Dilini kalbinin arkasına koyar. Sözlerinde Allah (cc)’ın rızasını gözetir. Allah (cc)’ın rızası varsa konuşur; yoksa susar.

Resulullah (sav) şöyle buyuruyor; “Erkek karısına, kadın da kocasına sırrını açar. Sonra ikisinden birisi bu sırrı ifşa eder. Kıyamet günü insanların mevkisi en şerli olanı bunlardır” (Ebu Davud, Edeb 32).

Ümmetin alimleri; “Kalbler, sır küpüdürler. Ağızlar kilidi, diller anahtarıdır. Herkes sırrının anahtadırna sahip olsun” buyurmuşlardır.

- İKİ YÜZLÜLÜK, KAYPAKLIK

İkiyüzlülük: İnandığı, düşündüğü gibi davranmama, özü sözü bir olmama, riya, riyakarlık, mürailik, zu’l-vecheyndir. Bu kişiler, fitneyi uyandırıp saflar ve hasımlar arasında fesadı yayan kimselerdir.

Allah (cc) şöyle buyuruyor; “Dünya hayatına dair konuşması senin hoşuna giden, pek azılı düşman iken, kalbinde olana Allah'ı şahid tutan, işbaşına geçince, yeryüzünde bozgunculuk yapmaya, ekin ve nesli yok etmeğe çabalayan insanlar vardır. Allah bozgunculuğu sevmez” (Bakara 204, 205).

“Ey iman edenler! Allah'a ve ahiret gününe inanmadığı halde malını gösteriş için harcayan kimse gibi, başa kakmak ve incitmek suretiyle, yaptığınız hayırlarınızı boşa çıkarmayın. Böylesinin durumu, üzerinde biraz toprak bulunan düz kayaya benzer ki, sağanak bir yağmur isabet etmiş de onu çıplak pürüzsüz kaya haline getirivermiştir. Bunlar kazandıklarından hiçbir şeye sahip olamazlar. Allah, kafirleri doğru yola iletmez” (Bakara 264).

Resulullah (sav) şöyle buyuruyor; “İnsanların en kötülerinden birisi, bir yüzle şunlara, bir yüzle bunlara gelen kimsedir” (Buhari, Menakıb 1, Edeb 52, Ahkam 27; Müslim, Birr 98, 99; Ebu Davud, Ededb 34; Tirmizi, Birr 78; Muvatta, Kelam 21; Ahmed bin Hanbel 2/245, 307).

- TARTIŞMAK, HASIMLAŞMAK

Tartışmak: Bir konu üzerinde, birbirine ters olan görüş ve inançları karşılıklı savunmak; Karşılıklı ağır sözler söyleyerek yapılan çekişme, münakaşa etmektir.

Hasımlaşmak: Düşmanca duygu veya davranış, yağılık, hasımlık, adavet, muhasamat, husumet, antagonizmdir.

Resulullah (sav) şöyle buyuruyor; “Allah’ın en çok buğzettiği kimse, düşmanlıkta aşırıya giden kimsedir” (Buhari 9/91; Müslim 8/57).

“Kul iman hakikatini haklı bile olsa tartışmayı bırakıncaya kadar tamamlayamaz” (Ebu Davud, Sünnet 16; Ahmed bin Hanbel 6/441).

- BOŞ KONUŞMAK, DÜŞÜNMEKSİZİN KONUŞMAK, BATILA DALMAK

Boş konuşmak: Araba markaları, fiyatları gibi fazlaca bir önemi olmayan konularda boşuna nefes tüketmektir. “Allah (cc) bir ağız iki kulak vermiş ki; bir söyle iki dinle” derler.

Düşünmeksizin konuşmak: Kafirlere, münafıklara, fasıklara saygı göstermek vb surette sözü düşünmeden ağıdan çıkarmaktır. “Söz ok gibidir. Ağıdan bir çıktığı zaman geri dönmez” derler.

 

Batıla dalmak: İçki meclisleri, futbol ve benzeri spor karşılaşmaları, fasıkların makamları, ceberrut yöneticilerin ve zenginlerin yaşantıları gibi konularda konuşmaktır.

Boş konuşmak, boş işlerle uğraşmak, düşünmeksizin konuşmak, zamanını boşa harcamak hele ki batıla dalmak bir müslümana yakışmaz.

Allah (cc) şöyle buyuruyor; “Ancak sadaka vermeyi yahut iyilik yapmayı ve insanların arasını düzeltmeyi gözeten kimseler müstesna, onların gizli toplantılarının çoğunda hayır yoktur. Bunları, Allah'ın rızasını kazanmak için yapana büyük ecir vereceğiz” (Nisa 114).

“O, size Kitap'da ‘Allah'ın ayetlerinin inkar edildiğini ve alaya alındığını işittiğinizde, başka bir söze geçmedikçe, onlarla bir arada oturmayın, yoksa siz de onlar gibi olursunuz’ diye indirdi. Doğrusu Allah münafıkları ve kafirlerin hepsini cehennemde toplayacaktır” (Nisa 140).

Resulullah (sav) şöyle buyuruyor; “Gereksiz şeyleri terk etmesi, kişinin İslam’ının güzelliğindendir” (Tirmizi 6/609). “Münafık bir kimseye: ‘Efendim’ demeyin. Eğer o efendiniz olursa Rabbiniz gazaplanır.” (Buhari 2/230; Ebu Davud 13/323).

Ümmetin alimleri; “Sözün en güzeli seni çok konuşmaktan kurtaran, anlamı açık olan, kısa konuşmadır” buyurmuşlardır.

- LANET ETMEK

Lanet: Allah (cc)’ın af ve merhametinden mahrum etmek, koğmak, reddetmek demektir.

Dinimiz; Allah (cc)’ın belirttiği sıfatlar haricinde, insana, canlı bir varlığa ya da cansız bir varlığa lanet etmeyi yasaklamıştır.

Resulullah (sav) şöyle buyuruyor; “Mümin lanet edici olamaz” (Tirmizi no: 2088).

“Ölülerinize sövmeyin. Ölülerinize sövmek dirilere eziyet verir” (Buhari, Fedail-u Ashabı’n-Nebi 5; Müslim, Fedail-u’s Sahabe 221, 222).

Şüphesiz ki, lanetçiler kıyamet gününde ne şehid olurlar ne de şefaatçi” (Müslim, Birr 85, 86; Ebu Davud 45; Ahmed bin Hanbel 6/448).

- ÖVMEK

Övmek: Birinin veya bir şeyin iyiliklerini, üstünlüklerini söyleyerek değerini yüceltmek, methetmek, sena etmek, yermek karşıtı demektir.

Kötülemek gıybet hükmündedir.

Övgü bazen aşırıya kaçar ve yalanla sonuçlanır.

Övgüye bazen riya karışır.

Zalim, fasık kimseler övülmekten hoşlanırlar ki bunları övmek caiz değildir.

Resulullah (sav) şöyle buyuruyor; “Biriniz din kardeşini övecekse: ‘Ben falan kimseyi şöyle zannediyorum. Ben Allah’a karşı kimseyi temize çıkarmam’ desin” (Müslim no: 3000).

- BÜYÜKLENEREK KONUŞMAK

Yukarıda da zikrettiğimiz gibi; Kibirlenmek/büyüklenmek şeytan-ı lain’e ait bir haslettir.

Allah (cc) şöyle buyuruyor; “Hani biz meleklere (ve cinlere): Adem'e secde edin, demiştik. İblis hariç hepsi secde ettiler. O yüz çevirdi ve büyüklük tasladı, böylece kafirlerden oldu” (Bakara 34).

“Hiç şüphesiz Allah, onların gizleyeceklerini de açıklayacaklarını da bilir. O, büyüklük taslayanları asla sevmez” (Nahl 23).

Resulullah (sav) şöyle buyuruyor; “Kimin kalbinde zerre miktarı kibir varsa, cennete girmez” (Tirmizi, 4/360, 361). “Ümmetim konusunda en çok iyi konuşan münafıklardan korkarım” (Ahmed bin Hanbel 1/22, 44). “Zorlanarak iyi konuşmaya özen gösterenler helak olmadılar mı?” (Ahmed bin Hanbel 1/386; Müslim 2/58; Ebu davud 12/361).

 

SONSÖZ

 

Gerek dilimizle gerekse diğer azalarımızla işlediğimiz günahlardan tevbe edelim. Dilimizle haklarını ihlal ettiğimiz insanlarla helalleşelim.

Allah (cc) bizi her türlü kötülükten, çirkinlikten, fenalıktan muhafaza eylesin.

Sözlerimizi Kur’an’dan bir ayet ile/bir dua ile tamamlayalım: “Allah kişiye ancak gücünün yeteceği kadar yükler; kazandığı iyilik lehine, ettiği kötülük de aleyhinedir. Rabbimiz! Eğer unutacak veya yanılacak olursak bizi sorumlu tutma. Rabbimiz bizden öncekilere yüklediğin gibi, bize de ağır yük yükleme. Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmeyeceği şeyi taşıtma, bizi affet, bizi bağışla, bize acı. Sen Mevlamızsın, kafirlere karşı bize yardım et” (Bakara 286).



Dr. Sami Gören (Hukukçu)