๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 07 Eylül 2010, 21:32:16



Konu Başlığı: Değişim nereden başlayacak?
Gönderen: Sümeyye üzerinde 07 Eylül 2010, 21:32:16
Değişim nereden başlayacak?

Hayatımızda hep “önce” ve “sonra”lar vardır. Nice insanlar ciddi değişimler göstererek hayatlarının öncelerini, sonralarına inkılab ettirmişlerdir. İnsan gibi, her zaman kendisini değiştirecek, iyiye veya daha kötüye götürecek cihazlara sahip olan bir varlık için de bu hep olacaktır. İnsanlık tarihinde önce ve sonraların en güzel örneklerini Peygamber Efendimiz’in (a.s.v) arkadaşları olan Ashâbı Kiram’da görüyoruz. Onlar ehl-i küfür ve putperest olan anne ve babaların çocukları olarak yaşarken bu değişimin en güzel misallerini bizzat üzerlerinde göstererek, iman nurunun güzelliği ile Allah (c.c) ve Resûlü’nün (a.s.v) ziyade övgülerine kavuşmuşlar, vasıfları Kur’ân-ı Kerim’de anlatılmış ve peygamberlerinin (a.s.v) diliyle gökdeki yıldızlar olmuşlardır.

Değişim nereden başlayacak?

Nefis ve şeytan insan nefes aldıkça onlarla beraberdir. İnsan ve İslâm okulunun her sınıfında ayrı yüzleri ile ortaya çıkarlar. Kur’ân öğrenmeye kesin kararlılık gösterdi iseniz bunu anlar ve itiraz etmez. Siz öğrenirsiniz ama onu size okutmaz, yaşatmaz. Sizi bir ömür boyu ana sınıfında okutur ve ecel ile mezun eder. İkinci sınıfa geçirtmez. İkinci sınıfa geçseniz dahi oyunlar başkadır ve böyle devam eder.

Cenâb-ı Hak bu hayırlı ümmete yüklediği vazifeyi meâlen şöyle ifade eder: “İyiliği emreder, kötülüğü nehyeder ve Allah’a iman edersiniz.”2 Kendisine Müslüman diyen herkese hitap eden bu emir asırlardır değişimin menbaı olmuş ve çok hayırlı neticeler vermiştir. Müslümanın eliti, sosyetesi, zengini, makamlısı olmaz. Herkes Kur’ân’a talebedir. Üstünlük ancak Allah (c.c) katında ve takvadadır.3 O da başkalarına gösterilecek bir üstünlük değil, Allah’ın (c.c) hoşnut olacağı bir üstünlüktür.

Bu değişim yaşanırken çok ciddi, seviyeli bir metod izlenmiş ve neticede hayırlı muvaffakiyetler de gelmiştir. Öncelikle Ashab-ı Kiram, Habîb-i Ekrem Efendimiz’in (a.s.v) tebliğ ettiği Kur’ân-ı Kerim’in “kendilerine hitab ettiği” hakîkatini çok iyi anlamışlar. Her biri “bu hitap banadır, Rabbim benimle konuşuyor, beni muhatab alıyor” mantığıyla çok değişik meslek guruplarında olmalarına rağmen, Kur’ân âyetlerine canlarından daha kıymetli olarak sahip çıkmışlar ve Kur’ân’da Cenâb-ı Hakk’ın “hayırlı ümmet” diye vasıflandırdığı “öğrenir, beller ve başkasına öğretir” mantığıyla yaşamışlar.

Bugün bizim sormakta ve cevabını bildiğimiz halde yaşamakta zorlandığımız soruyu onlar ta başta sormuşlar: “Acaba Kur’ân sadece Peygamber Efendimize (a.s.v) mi inmiştir?” Bugün asırlar sonra bu soru şu şekli alabilir. “Acaba Kur’ân sadece Efendimize, ashâba, evliyâya sâlihlere, ecdadımıza ve bugünkü din görevlilerine mi inmiştir?” Yani onlara inmekle, mesuliyet bizim üzerimizden düşmüş müdür? Hadisenin bize bakan ciheti nedir?

Yaşadığımız şu asır bu muhasebenin sayısız numûnelerini taşımaktadır. İnsanlar neden bu hale düştüğümüzün hesaplarını yaparken bir türlü kendilerine Kur’ân’ın bir emri olarak verilen bu vazifenin neresinde olduklarını sorgulamamışlardır ve sorgulamamaktadırlar. Cenâb-ı Hak hitap buyurmuş “(Ey ümmet-i Muhammed!) Siz insanlar (ın iyiliği) için ortaya çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz”1. Cenâb-ı Hak ümmet-i Muhammed’e bütün insanlığın iyiliği için azim bir vazife yüklemiş. Bu vazife öyle büyük bir vazifedir ki hiç bir beşerî cereyana âlet edilemez ve hiç bir beşerî cereyan tarafından da tenkit edilemez. Cenâb-ı Hak (c.c) âyet-i kerimenin devamında bu hayırlı ümmete yüklediği vazifeyi şöyle ifade eder “iyiliği emreder, kötülüğü nehyeder ve Allah’a iman edersiniz.”2 Kendisine Müslüman diyen herkese hitap eden bu emir asırlardır değişimin menbaı olmuş ve çok hayırlı neticeler vermiştir. Müslümanın eliti, sosyetesi, zengini, makamlısı olmaz. Herkes Kur’ân’a talebedir. Üstünlük ancak Allah (c.c) katında ve takvadadır.3 O da başkalarına gösterilecek bir üstünlük değil, Allah’ın (c.c) hoşnut olacağı bir üstünlüktür.

      “İyiliği emir eden ve kötülükten nehiy eden hayırlı bir topluluk, Kur’ân’ın şu müjdesine muhatabdır: “İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa eren onlardır”2.

Şimdi,  “Nereden nereye geldik?” değil de “Kendimizi nereden nereye getirdik?” sorusunu biraz düşünebiliriz. Üzerimize düşen vazifeleri ne kadar yaptık ve yapmaktayız? Etrafımızı, kendi yakınlarımızdan başlayarak usulune göre ne kadar uyardık? Ve bundan sonraki programımız nedir?

Acaba birileri, bizim yerimize yaşadığımız toplumu değiştirebilir mi? Hep duâ etsek ama hayatımızla bu duâların gereğini yerine getirmesek, bir gün kalktığımızda bu yaşadığımız hayatı, insanları değişmiş bulabilirmiyiz? Yoksa değişime başlayacağımız yer önce kendimiz midir? Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Kerim’de meâlen “Bir kavim kendilerinde bulunan iyi hali değiştirmedikçe Allah onlarda bulunan nimeti değiştirmez.”4 buyuruyor. Bu hal içimizde bulunan hal için de geçerlidir. Biz halimizden memnunsak, bu böyle devam etmez. Aynı kararda da kalmaz. Ancak daha kötüye gider.

O zaman yazımıza başlık olarak attığımız sorunun cevabı “kendimiz” olmalıdır.

Aslında reçete de bellidir, hastalık da. Değişen sadece zemin ve insanlardır. Bugüne kadar bu reçeteyi her kim uygulamış ise hastalık iyi olmuş. İnsan olmanın, herkese adil davranmanın, yaradılış gayesinin iyi bilinmesinin ve bunun herkese anlatılmasının reçetesi. Model insanların oldukça azaldığı, modellerin reçeteye göre değil, reçetenin modellere göre uygulandığı bir toplumda elbette ki önce kendimizle başlayacağız. İyiliği emir etmek kötülükten nehy etmek için önce iyiliği ve kötülüğü öğreneceğiz. Bu eğitim kısa süreli sertifika eğitimlerine benzemeyen bir eğitimdir. Son nefese kadar sürer. Zira nefis ve şeytan insan nefes aldıkça onlarla beraberdir. İnsan ve İslâm okulunun her sınıfında ayrı yüzleri ile ortaya çıkarlar. Kur’ân öğrenmeye kesin kararlılık gösterdi iseniz bunu anlar ve itiraz etmez. Siz öğrenirsiniz ama onu size okutmaz, yaşatmaz. Sizi bir ömür boyu ana sınıfında okutur ve ecel ile mezun eder. İkinci sınıfa geçirtmez. İkinci sınıfa geçseniz dahi oyunlar başkadır ve böyle devam eder.

Hazır işe kendimizden başlamışken şu sorunun sorulması çok çok elzemdir. “Kısa bir dünya hayatı için sınıf sınıf okunur ve maddi hayatımızın refahı gözetilirken, ebedi bir hayat için verilmiş hesaba sığmayan hissiyatlarımız, ruhumuz neden doldurulmaz (?) Neden anaokulu, 1. sınıf, 5. sınıf ile yetinilir? Eğer bu yetinme bu hayat için yetiyorsa toplumun bu hali nedendir?

Örneğimiz yok! Bize kim örnek olacak? Sorularına bakın Kur’ân nasıl cevap veriyor “Yemin olsun ki, sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok ananlar için Allah’ın Resulünde güzel bir örnek vardır.”5 Zira “bütün ahlak-ı hamîdenin en yüksekleri o zat (a.s.v.)’da ictima etmiş olduğuna bütün âlem şehadet ediyor.”6 Asırların, gidişatın rengini ve şeklini değiştiren, sohbetinin asırlar sonra insibağ ve inikâsıyla bile kurumuş toprakları yeşillendiren, karanlıkları nura çeviren bir örnek elbette ve hiç şüphesiz bizlerin hayatını da en makbul bir şekilde değiştirecek numûnelerle doludur. İşte bu cihetledir ki “Sünnet-i seniyye saadet-i dareynin (her iki dünya saadetinin) temel taşıdır. Kemâlâtın madeni ve menbaıdır.”7

Önce kendi nefsimizi olmak üzere bütün ehl-i irfanı Kur’ân ve Sünnet ışığında “Gevşemeyin, üzülmeyin!”9, ikazları ile Kur’ân’ın tereşşuhatı olan iman ve Kur’ân hakîkatleri ile değişime ve değiştirme vazifesine davet ediyoruz. Biliyoruz ki son nefesimize kadar insanlık, hak ve hakîkat yolunda değişecek ve değiştirecek birçok hallerimiz vardır ve olacaktır. Hallerimiz ve ahvallerimizin halıkı olan Allahımızın, bu hallerimizi daha güzel hallere inkılab ettirmesini, ziyadesiyle duâ ederek,

Muhabbetle kalınız.


[1] Âl-i İmrân Sûresi 110. âyet

[2] Âl-i İmrân Sûresi 104. âyet

[3] Veda Hutbesi

[4] Ra’d Sûresi 11. âyet

[5] Ahzab Sûresi 21. âyet

[6] Mesnevi-i Nûriye, Osmanlıca nüsha, Reşhalar, 3. Reşha

[7] Lem’alar, Osmanlıca nüsha, 11. Lema, 9. nükte

[8] Âl-i İmrân Sûresi 134. âyet

[9] Âl-i İmrân Sûresi 134. âyet

 

Dr. Yusuf Bahadır DEREN