๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 16 Haziran 2010, 10:06:00



Konu Başlığı: Değer Tüketenler Değer üretenler
Gönderen: Sümeyye üzerinde 16 Haziran 2010, 10:06:00
Değer Tüketenler, Değer üretenler !


Adam dini değerleri üretiyorsa, ona “dindar” derler Yok dini değerleri tüketiyorsa, ona da “dinci”derler

Dindar olanlar, dini tezgâhlamazlar; dinci olanlar, dini tezgâhlarlar

Gerçek dindarlar dini değerleri tüketmezler, aksine üretirler

Nasıl mı?

Mesela; Hz Peygamber’i sevdiğini söyleyen bir dindar, O’nu hayatında üretir O’nun örnekliğini çağa taşır O’nun mesajına dil olur, el olur, ayak olur O’nu gönülden gönüle, kulaktan kulağa, gözden göze, özden öze taşır

Dindar, “mezhebim” demişse, mezhebinin tezgâhtarlığını yapmaz Mezhep imamının yüzünü ağartır Mezhebini merkebi gibi kullanmaktan sakınır İşte o zaman, “mezhepçi” değil “mezhepli” olur

Birine “imamım” demişse, o imamın yüz karası olmaz Aksine yüzünü ağartır Birine “üstadım”, “efendim”, “önderim”, “liderim” demişse, onları tezgâhına koyup pazarlamaz Onların sırtından geçinmez Onlara değer ekler, onların medar-ı iftiharı olur O zaman ona “ustasını pazarlayan işportacı” değil, onun yüzünü ağartan “hayru-l halef” olarak bakılır

Dindar, inancı uğruna bedel öder; dinci, inancına bedel ödetir

Dindar, imanını sermayesi bilir; dinci, sermayesini imanı bilir

Dindar, arı gibidir Çiçekten çiçeğe konar Amacı bal yapmaktır Hem kendi beslenir hem de başkalarını besler

Dinci, sinek gibidir Başkalarının yaptığı ballara konar Ağızlarıyla ve ayaklarıyla mikrop taşır temiz ballara Konduğu balı da berbat eder Çünkü onun temyiz yetisi, bal ile pisliğin arasını ayıracak kadar gelişmemiştir Aklını kullanmadığı için aklı bücür kalmıştır

Evet, sinekler de sever Fakat bu sevgi, gerçekte üretici değil, tüketici bir sevgidir Sevginin tüketici olanına, aslında “sevgi” değil, “tutku” denir Tutku tutuklar; sevgi azat eder, özgür kılar
Değerler nasıl tüketilir?
“Tüketmek nasıl olur?” derseniz, 1400 yıl öncesinden sizi hayrette bırakacak bir örnek vereyim:

Müslim ve Nesai, sahabi Hz Cabir’den naklediyor: “Münafıkların reisi Abdullah b Ubeyy b Selul öldüğünde cenaze namazını Rasûlullah’ın kıldırmasını vasiyet etmişti Oğlu, Hz Peygamber’e geldi ve dedi ki: “Babam Senin gömleğinle kefenlenmeyi vasiyet etti”

Ölmek üzere olan ikiyüzlü elebaşı, Rasûlullah’ın cenaze namazını kıldırmasını, O’nun hırkasıyla kefenlenmeyi vasiyet ediyorAçıktır ki; tescilli münafık, Rasûlullah’ın hırkasından, namazını kıldırmasından medet umuyor Bu onun, sözüm ona “sevgi” ve “saygı”sının ifadesi Ölüm döşeğindeki bir adama, Rasûlullah’ın hırkasıyla kefenlenmeyi vasiyet ettiren saik başka ne olabilir ki? Fakat bu “saygı” ve “sevgi” tüketime, istismara yönelik bir ilgi Tabii ki buna ‘tutku’ bile diyemeyiz; olsa olsa, münafığın yüreğinde oluşan iman ve inkar arasındaki gel-gitlerin şiddetini gösteren bir gösterge olabilir

İşte, tüketmek ve üretmek dediğimiz şey de bu Yoksa adına “sevgi” denilen, fakat “tükettiği” için sevenlerin sevgisi “sinek sevgisi”dir Sinekler sevgilerinin bedelini ödemedikleri gibi, neyi seviyorlarsa onu berbat ederler

Şu âyet, Allah sevgisinin dahi bir bedelinin olduğunu ifade ediyor:

“De ki; eğer Allah’ı seviyorsanız, beni izleyin ki Allah da sizi sevsin ve suçlarınızı bağışlasın; zira Allah çok affedicidir, rahmet membaıdır” (3/31)

Âyet şöyle yorumlanabilir: Allah’ı sevmenin bir bedeli vardır Bu bedel, “tabi olmak”tır Sorunun can alıcı noktası, “kime” tabi olunacağıdır Âyet, Allah’ı sevmenin bedeli olarak “Zâtına” değil, “Elçi’ye tabi olmayı” göstermiştir Peki, neden?

Âyette geçen “fettebiûnî” sözcüğünün bu bağlamdaki anlamı genel bir ‘itaat’ değil; ‘izleme, peşinden gitme, takip etme’dir“Allah’ın peşinden gitmek” ya da “Allah’ı izlemek” mümkün değildir Çünkü insan ve Allah, mahiyet açısından farklı varlıklardır; insan içkin ve sınırlı, Allah aşkın ve mutlaktır Biri yaratılan, diğeri Yaratan’dır

Böylesine mahiyet farklılığı olan iki varlık arasındaki ilişki, izleyen-izlenen, takip eden-takip edilen ilişkisi olamaz Yapısı gereği dikey ilişki türü olan insan-Allah ilişkisi bunu mümkün kılmaz Bunun mümkün olabilmesi için, izleyenin izlenenle aynı düzlemde olması, aynı dünyayı paylaşması gerekir Değil mi ama; izlemek, “iz sürmek, izini takip etmek, izi sıra gitmek”tirİzi olmayanın izini sürmekten söz edilebilir mi? İz bırakmayanın, “izi sıra gitmek” mümkün mü?

İşte, bu nedenle âyette Hz Peygamber’e “Allah’ı seviyorsanız beni izleyin” demesi emredilmektedir Çünkü O, yolcu olan, yolda yürüyen ve iz bırakan bir insandır Kendisini izleyecek olanlarla aynı düzlemi paylaşmakta, aynı dünyada yaşamaktadırO, Allah tarafından kendisine memur edilen Cebrail gibi bir kılavuz, vahiy gibi bir yol haritası sayesinde yolculuğunu güvenlikli bir biçimde sürdürüp tamamlamıştır

Bize de O’nun izini, aynı yol haritasıyla sürmek, haritayı O’nun okuduğu kodlarla okumak tavsiye edilmekte, bunun Allah sevgisinin bir bedeli olduğu ima edilmektedir Bunun karşılığında, Allah da insanın bedelli sevgisine aynı yöntemle, yani hem sevip hem de sevgisinin bedelini Allah’ca ödeyeceğini vaat etmektedir Seven ve sevgisinin bedelini “itaat” biçiminde ödeyen bir insana ödenen bu bedel, Gafur ve Rahim olan Allah’ın “günahları bağışlaması”dır

İnsanımız, inandığı değerleri üretenlerle tüketenleri birbirinden ayıracak bir kabiliyete ulaşmadıkça, şap şekere karışmaya, arılarla sinekler aynı muameleye tabi tutulmaya devam edecektir

Siz siz olun, “tezgâha” gelmeyin!


ALINTI