๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 29 Kasım 2010, 17:59:28



Konu Başlığı: Çokluk asrı
Gönderen: Sümeyye üzerinde 29 Kasım 2010, 17:59:28
Çokluk Asrı


Bundan yirmi yıl önce yalnızlık asrı başlığı ile bir makale yazmıştım. Şimdi de çokluk asrından söz etmek istiyorum. Çünkü bu iki başlık arasında mutlak bir çelişki yoktur. İkisi de adı mutsuzluk olan bir paranın iki yüzü gibidir.

İnsanın yaşadığı yalnızlık ve maddenin çokluğu…

Bugün insanın ruhunda, vicdanında, duygularında ve insanlığında yaşadığı yalnızlık, madde âlemindeki çokluk, bayındırlıktaki gelişim, teknolojideki ilerleme… Tüm bunlara rağmen insan mutlu değildir. Bilakis mutluluğu peyderpey yitirmeye başlamıştır. İnsan heder oluyor; günbegün yüzeyselleşiyor, ruhi derinliğini ve vicdani zenginliğini kaybediyor ve maddeye yaklaşıp onunla birleşiyor, onunla gelişiyor ve onunla ilerliyor. Fakat bu arada birçok değeri kaybediyor; dinden uzaklaşıyor ve maneviyatını yitiriyor.

Hizmetlerde, teknolojide, temel ihtiyaç maddelerinde, oyunlarda, refah araçlarında, meskenlerde, mal ve mülklerde, silah ve kitle imha araçlarında, bilim ve teknikteki çokluk ve bollukla birlikte çağımız insanı mutlu değildir. Bugün mutsuzluğu ve geçmişte yaşadığı güzel hayatın sırrını yitirdiğini daha çok hissediyor. Madde, günbegün onu kuşatıyor, boğuyor, eşinden, çocuklarından, arkadaşlarından ve hatta kendi kendisinden bile uzaklaştırıyor. Taraflar arasında delinmesi zor bir set inşa etmek ve geçilmesi imkânsız dikenli tel çekmek için çalışıyor. Öyle ki bu durumdan kurtulmak için atılan yardım çığlıkları da hiç kimse tarafından duyulmuyor. Maddenin kuşatması doğal bir afet gibidir. Önüne geçilmesi veya karşı konulması imkânsızdır. Çünkü buna güç yetmez. İnsan kendisini zor bir denkleme atmıştır.  Çıkılması imkânsız bir girdaba girmiştir.

Fransız yazar يونسكو Yunesku’nun yazdığı bir tiyatro oyununu hatırlıyorum. Oyunun kahramanı kendisini eşya ile kuşatıldığını ve bu kuşatmanın tamahından dolayı her gün artığını görüyor. Öyle ki madde onu dünyadan ve çevresindeki her şeyden uzaklaştırıyor, çığlığına bile kimse kulak vermiyor. Madde sadece insanı çevresinden uzaklaştırma gücüne sahip değildir. Bilakis kâbuslarda olduğu gibi onu ses yetisinden soyutlama gücüne de sahiptir.

Yine ليوبولد فايس  Liyobold Fays’ın “Mekke’ye Giden Yol” adlı eserinde geçenleri hatırlıyorum. Bu yazar batı medeniyetinin can çekişmesini maddenin çokluğuna bağlıyor ve batı insanın mutsuzluğuna, güzel yaşamanın sırrını yitirmesine ağlıyor: “Yüzlerinin fazlasıyla buruştuğunu görüyordum. Baygın bakışlarını göz ucuyla süzüyordum. Onlar hiç mutlu değillerdi. Sonra da eşim Eliza’nın yanına vardım ve kendisine Tekasür süresini okudum: “Çoğunluk olmak iddianız sizi o kadar meşgul etti ki, mezarları ziyaretle oradakileri de sayacak kadar oldunuz. Hayır; öyle olmayın; yakında bileceksiniz. Hayır; gözünüzü açın; yakında bileceksiniz. Dikkat edin, şayet yaptığınızın sonucunu kesin olarak bir bilseniz! And olsun ki, cehennemi göreceksiniz. And olsun ki, onu gözünüzle kesin olarak göreceksiniz. Sonra o gün, size verilmiş olan her nimetten sorguya çekileceksiniz” (102/1-8). İkimiz de bu surenin etkisinden ve dehşetinden titriyorduk. Bu surenin derinliğine ve insanın trajedisini ifade eden müthiş ifadelerine dalıyorduk”.

Asıl sorun batının dine, gayba, ruha, inanca ve ahiret gününe savaş açmasıdır. O tüm ağırlığını batına değil hazire, ahirete değil dünyaya, değerlere değil menfaate, vicdanın sesine değil maddenin çoğalması isteğine vermiştir.

Bu madde felaketinde mutluluk ne gezer? Ruhi olgunluğunu yitirenler bu ortamda onu tekrardan nasıl geri getirebilirler.

Dünya yüzeyi mühendislik açısında dehşet verici bir şekilde imar olunmuştur. Fakat derinlikler/insanın iç âlemi, ağlanacak derecede haraptır.



 İmaduddin Halil

Tercüme: Selahattin Yıldırım