๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 06 Aralık 2010, 16:46:24



Konu Başlığı: Cemaat kültürü
Gönderen: Sümeyye üzerinde 06 Aralık 2010, 16:46:24
CEMAAT KÜLTÜRÜ


Ahmed Mahmut

 
Ümmetin durumu değişime muhtaç olduğu için, İslâm ideolojisi üzerine kurulu olan siyasî bir kitle yoluyla siyasî şekilde değiştirme hareketinin yapılması gerekli olmuştur. Bundan dolayı kitlenin sıfatları, özellikleri, kendisini meydana getiren ve yaşatan hususlarını bahseden bir inceleme yapmak lazımdır. Geçmişte kurulan kitleleri araştırmak, bu inceleme konusuna girmelidir. Zira bu kitlelerin başarısızlıklarını sebeplerini incelemek ve bunları telafi etmek çok zaruridir. Nitekim kitleleşme işi, genellikle Müslüman’ın icad edeceği üsluplerin ahkâmına bağlıdır. Bu durumda Müslüman, çalışmak için en efdal ve en münasip üslupleri seçmelidir. Bu konu ise, hizbî kültürün maddelerinden bir madde olmaktadır.

- Fikirleri, duyguları ve nizamları karışık olan bir toplumda Müslümanlar yaşadıkları için İslâm Devleti kurmak için çalışmanın seyri, topluma onun vakıasına, oluşumuna, onu etkileyenlere ve onu değiştirme keyfiyetine değinmek gerekli olmuştur ki fikirleri, duyguları ve nizamları birbirlerine uygun olan İslâm toplumu bulunsun.

- Ferdin vakıası toplumun vakıasından farklı olunca, ferdin özellikleri de toplumun özelliklerinden değişik olunca, fertle ilgili şerî hükümler toplumla ilgili olanlarınkinden farklı olmuştur.

- Hizbin işi, toplumu değiştirmekle ilgili olunca onu değiştirmeye ilişkin her fikir ve şerî hükümler benimsemelidir. Hem de bunları detaylıca izah etmelidir ki toplumun vakıası tedavi edilsin. Aynı anda fertler ve sair insanlar bunları benimsesin. İster terki caiz olmayan farzı kifâye olan İslâm toplumu tesis etmekle ilgili fikir ve şerî hüküm olsun isterse fertle ilgili şerî hüküm olsun. Nitekim cemaat bu fertlerin kendileriyle ilgili bu fikir ve hükümleri benimsemelerinin vucubuna davet eder. Bunlar muamelât (insanlar arasında ilişkiler) ibadet ve ahlâkla ilgili ahkâmdır. Bunların tümü İslâm akidesine dayalı olup ferdin günlük hayatıyla ilgilidir.

- Bugünkü Müslümanlar akıllarını kullanırken Batıdan etkilenince ve maslahat veya menfaatlarında kafalarının arzularına uyunca akıl konusuna ve unsurlarına değinmek gerekli oldu ki aklın sınırları, akide konusunda, şerî hükümler ve fikirler konusunda aklın nasıl kullanılacağı bilinsin. Bunlar öğrenilince, davayı yüklenirken İslâm’a uyma, Rasul’ü örnek edinme ve ahkâma ince bağlanma konuları gerçekleşsin.

- Çalışma, Allah’ın indirdikleriyle hükmü ikâme etmeye ve Dârül İslâm’ı kurmaya yönelik olunca Rasulullah (SAV)’in Mekke’deki seyrini ve Medine’de İslâm davetini tesis ettiren amellerini bilmek ve buna uymayı gerekli kılmıştır. Ayrıca çalışmanın seyri, metodun hükümleri ile vesile ve üsluplerin hükümleri arasındaki farkı idrak etmek lazımdır ki, Rasul’ün ameline ince şekilde uyulsun.

- Allah’ın indirdikleriyle hüküm etmeyi tesis etmek ve kurulu olan nizamları değiştirmeye yönelik çalışma olunca, bu çalışma şunu gerektirdi: Yöneticilerin faaliyet ve icraatlarını siyasî yönden izlemek, onların gerçeklerini öğrenmek, bağlılıklarını bilme, onların davranışlarında tahakküm eden büyük devletlerin siyasetlerini idrak edip planlarını ortaya çıkartıp teşhir etmektir.

- Müslümanların memleketleri, küfür nizamlarına, Batı hadaratına (hayat hakkında mefhumlarına), onların fikrî, sosyal, iktisadî ve siyasî sistemlerine boyun eğdikleri için İslâm Devleti kurmaya yönelik çalışmanın seyri şunu da gerektirdi: Diğer ideolojilere, inanç ve fikirlerine, bunlar üzerine dayalı fikirlere ve bunlardan fışkıran nizam ve sistemlere dokunmaktır.

- Şerî gaye, İslâm’ı tatbik etmek ve onu dünyaya bir mesaj olarak götürmek olunca, İslâm yönetimine, devletine ve yapısına, şekline, direklerine, organlarına, mekanizmasına, anayasasına, uygulanacaklar hakkında genel düşünceye değinmek gerekli oldu. Yine mevcut olan yönetim şekillerine değinmek gereklidir ki bunları bilip İslâm yönetim şeklinin bunlardan farklı olduğu idrak edilsin ve bu yönetimlerin tesiri altında kalınmasın. Ayrıca devletin üzerine kurulu olan temellere değinmek lazımdır.

İşte bu şekilde cemaat, kendi çalışması ve daveti için lazım olan kültürünü tesbit etmeye ve belirginleştirmeye çalışır. Öyle kültür gereklidir ki müslümanları ve gayri müslimleri olan tebalarını İslâm ile yönetecek Hilâfet Devleti’ni kurmak yoluyla İslâmî hayatı yeniden başlatmayı, dava ve cihad yoluyla dışarıda risaleti yaymayı sağlayacak seviyede olmalıdır.

 

AKİDENİN ÖNEMİ

İslâm akidesi, hizbin veya cemaatın çalışmasını harekete geçiren unsur olduğuna ve bunun hedefinin Allah’ın indirdikleriyle hükmetmek olduğuna göre, cemaatın benimseyeceği kültürün muhkem şekilde akidesiyle bağlanması gereklidir. Böyle olunca, davayı yüklenenler sorumluluk ihsasına sahip olurlar, davaya önem verirler, ciddî ve fedakâr olurlar, coşkulu ve heyecanlı olurlar. Aynı anda yolun zorluklarına ve meşakkatlarına tahammül ederler. Bundan dolayı davayı taşıyanlar insanlardan bir teşekkür beklemezler. Ancak gelecek şiddetli bir günün akıbetinden sakınarak Rablarından korkarlar. Bu nedenle dünya nimetlerinden mahrum olursa ve geçici hayatın meşakkatını çekerse dahi rahat olur. Çünkü gayesi Allah’ın rızasını kazanmak, ahiretin nimetini ve saadetini elde etmektir. Nitekim akide, kültürün temeli olarak ittihaz edilince, Müslümanların çektikleri zulümden nefret etmek veya cahillikten kurtulmak veyahut durumları ve ahvallerini düzeltmeyi temel olarak seçmez, daha doğrusu insanları değiştirmek için İslâm akidesini temel olarak seçer. Zira Müslüman’ın davayı diğer Müslümanlara ve insanlara götürmesini ve kabul ettirmek için çalışmasını harekete geçiren husus, insanın fikirleridir. Esasta İslâm’ın metodu budur.

Üstelik bu kültürle beraber değiştirme kültürü için esas olarak ittihaz edilen imanın fikirleri, bu gayeyi gerçekleştirecek şekilde verilmelidir.

Böylece akide, gayeyi gerçekleştirmek için verilmelidir. Benimsenen şerî hükümler verilirken, bu vermekten maksat edinilen gaye bariz şekilde gösterilmelidir. Yine vakıayı inceleme konusu, bu gayeyi gerçekleştirmeye yardımcı olacak şekilde ele alınmalıdır.

Özetle; hizbî kültür, İslâm akidesine bağlı olmalı, ona şerî deliller göstermeli ve şerî gayeyi gerçekleştirecek açıdan verilmelidir. Bu gaye İslâm Devleti’ni kurmak yoluyla yani Allah’ın hâkimiyetini tahakkuk ettirerek pratik şekilde Allah’a kulluk etmeyi meydana getirmelidir. İşte bu tarzda cemaatın gençleri yetiştirilmelidir.

İslâm akidesinin vücud için bir baş ve organlar için bir kalp mesabesinde olduğuna, her konunun maliki ve her şeyin temeli olduğuna göre, bu şu şekilde verilmelidir:

1- Kulluk etmek ve yasama kanunlarında yalnız Allah kabul edilerek ve Allah'tan başka kulluk edilmeyecek ve yasa çıkartanlar red edilecek şekilde verilmelidir. Nitekim onun dışında bu hakka malik olan kimse yoktur. Zira Rab kendisidir, yaratıcı yalnız kendisidir. Her şeyi bilen, her şeyden haberdar ve teşrî eden (yasa gösteren) yalnız kendisidir. İşlerin tedbir sahibi yalnız kendisidir. İnsan, kendi fıtratında ve tabiatında aciz, eksik, muhtaç ve sınırlı olduğunu hissettiğine göre doğru yolu bulmak ve karanlıktan kurtulup nur ve aydınlığa gelmek için bu ilaha sığınır. Nitekim Allah’u Tealâ, kendi kullarından bir Rasul seçti ve buna indirdiği risaletiyle, selâmet yollarına, rızasına uyan insanları hidayete erdirdi. Bu Rasul’ün yalnız Rabbısından kendisine geleni tebliğ ettiğine tabi olmamızı talep etmiştir. Bu Rasul ise masumdur. Kendisine, bütün insanlara hidayet, nur ve rahmet olsun diye Kur’an, bir risalet olarak indirilmiştir. Bu Kur’an, bir nasihat olduğu gibi göğüs hastalıklarına da bir şifadır. Eğer insanlar iman edip itaat ederlerse Allah kendilerine daimi nimetlerini hazırlamakla vaad etmiştir. Eğer isyan edip red ederlerse, kendilerine cehennemi hazırlamakla tehdit etmiştir. Zira insan, sırf Rasulullah (SAV)’in Rabbinden getirdiği risalet gereğince yalnız Allah’a kulluk etmek için yaratılmıştır.

2- Müslümanlar İslâm’ın insan vakıasını dünyadan önceki olan tedbir sahibi ve yaratıcı olan Allah’a imana bağladığı gibi, dünyadan sonraki olan diriliş, haşr ve neşr, hesap, ikab ve sevabın imana bağlandığını idrak etmelidir. Bu bağlantıları kurarak akide izah edilmelidir. Kim bu bağlantıları koparırsa veya mahkum şekilde bu bağlantıları bağlamazsa, onun sözü kesin bir delile dayalı olmadığı gibi onun sözü küfür olur.

3- Bu akide, kendisiyle ümmeti diriltecek ve dünyaya İslâm’ı bir risalet olarak götürmek üzere sevk edecek şekilde verilmelidir.

4- Müslümanlar çağdaş küfür fikirlerine karşı kendi fikirlerinin doğruluklarından emin olmalıdır. Şöyle ki; kapitalist, milliyetçi, vatancı ve diğer muasır fikirlerinin batıllığı ve sahteliği gösterilir. İslâm ile diğer fikirler arasında mukayese yapılır. Bundan şu neticeye varılır: İslâm dışındaki bütün fikir ve bunun üzerine kurulu bütün kuruluş ve topluluklar batıl ve sahtedir. Bunun yanısıra yalnız İslâm hak ve doğrudur. Yalnız kendisi bütün dünya için elverişlidir. Nitekim onun akidesi ve nizamı evrensellik niteliği taşımaktadır. Üstelik İslâm’ı temsil edecek bu devleti ikâme etmek için elverişlidir.

Ayrıca İslâm’a dayalı cemaat, sömürgeci kâfirlerin Müslümanların zihinlerine soktukları bütün sahte iddialar ve tabirler, parlaması gözleri kandıran slogan ve propagandaları düşürmek için çalışır. Misal olarak; “fikir ve kültür özgürlüğü”, “kaysere ait olanı kaysere ver, Allah’a ait olanı Allah’a ver”, “vatanım daima hak üzerindedir” ve cahilî mefhumlardan “senin kardeşin zalim olsa da mazlum olsa da ona yardım et” gibi söylentilerdir. İslâm cemaatı bu ve buna benzer mefhumlarla savaşacağı gibi Müslümanların zihinlerini ve onların hayatlarını etkileyen bütün batılı fikirlerle savaşması gerekir. Bunların misali şöyledir: “Şeriatı geliştirmek gerekir”, “Şeriatı kanunlaştırmak lazım” ve batı mefhumlarına göre ise “çağın ihtiyaçlarını karşılamak için şeriatın elastiki olması” gibi söylentilerdir. “Dini hayattan ayırmak”, “siyaseti dine sokmamak”, “zaman ve mekân değişimiyle hükümlerin değişmesi inkâr edilmez”.. Cemaat, bütün bu batıl sloganları düşürmeye çalışırken La İlahe İllallah Muhammed Rasulullah’a dayalı ve ondan fışkıran fikirleri yerleştirmek ve yaymak için çalışmalıdır.

Şeriatça bilinen odur ki, “La İlahe İllallah Muhammed Rasulullah'ın manasına ve mefhumuna fikren ve otoritesine ters düşen her fikir ve her inanç red edilmezse o mana ve mefhum nefiste temiz ve saf olamaz. Allah’u Tealâ şöyle buyurdu:

“Kim tağuta kâfir olursa (onu inkâr ederse) ve Allah’a inanırsa, kopmayan sağlam bir ipe sarılmış olur.” (Bakara: 256)

Ayette Allah’u Tealâ, tağutu inkâr edip red etmeyi ön planda tuttu ki nefiste küfrün veya şirkin herhangi bir iz ve eseri kalmasın, ondan sonra nefis tertemiz olunca halis iman gelsin ki işte sağlam ipe bağlanan kimsenin durumunun böyle olduğunu belirtti. Nitekim Allah’u Tealâ şöyle buyurmaktadır:

“Kesin olarak bil ki, Allah’tan başka tapınılan yoktur.” (Muhammed: 19)

İnsan araştırdıktan ve düşündükten sonra şu neticeye varır: Tapınmaya müstahak olan Allah’tan başka ilah (tapınan) olmadığına dair kesin neticeye varır. İşte “La ilahe” (başka ilah yoktur) diye bu şekilde mana vermektedir.”İllallah” manası da; uluhiyet (ilahlık) sıfatı sadece Allah’a aittir. Diğerlerin uluhiyetini red ettiği gibi Allah’ın uluhiyetini ispatlamaktadır. Bu ise, ispatların en kuvvetlisidir. Ayrıca sınırlandırmayı ifade etmektedir.

Buna binaen sosyalist, milliyetçi, vatancı, laik, demokratik vesair fikirler inkâr edip red edilir. Bunlar doğru olmadığı gibi kurtarıcı değildir. Daha doğrusu batıl ve bozuktur. İnsanı mutlu etmez, bedbaht eder. Allah’ın dini ve şeriatından başka nur, aydınlık, şifa ve hidayet yoktur.

Yine cemaat, kendi fikirlerinin İslâmî şahsiyetini yetiştirmeye devam eder. Şöyle ki: Doğru İslâmî ölçüleri onlara vererek, şeriata bağlanmayı onlara sevdirir ve buna aykırı her husustan onları nefret ettirir. Şeriata muhakeme olunmayı sevdirir, başka yere muhakeme olunmayı onlara nefret ettirir. Böylece zihniyetleri şeriatın ölçü ve fikirleriyle kayıtlı ve mazbut olsun, meyil ve eğilimleri de İslâm’a eğildiği yöne eğilsin, İslâm’ın red ettiğini red etsin. Ancak şeriatın kabul ettiği şeyi kabul etsin ve ona rıza göstersin. Her red ettiğine hoşnutsuzluk gösterip karşı gelsin.

Nitekim cemaat, yoğun halakalar yoluyla gençlerinde bu kültürü yerleştirmeye çalışır. Bu yolla liderlik ve dava işlerini üstlenmek için gençlerini hazırlar. Gençler bu kültürü edindikten sonra hemen meydanlara inip insanlara kabul ettirmeye çalışırlar. Ayrıca cemaat, aklın manasını gençlerine kavratır.

Bu tarife nasıl varıldığının ve üzerine dayandığı fikrî operasyonu onlara izah etmelidir. Bu şekilde cemaat, gençlerinin olaylara ve sorunlara karşı nasıl davranacaklarını belirtir. Şerî hükümler için lazım olup vakıa ile ilgili aklî tariflerin cümlesine nasıl vardığını da anlatır. Bu tarifler menata benzer. Menat, vakıanın gerçeğidir. Bir şerî hüküm uygulanmak istenince önce bunun menatını anlamak gerekir. Yani vakıanın gerçeğini kavramak lazımdır ki, hüküm delâlet ettiği vakıasına uysun. Akıl, uzvî ihtiyaçlar, içgüdüler, kalkınma, toplum, hadarat, medeniyet ve benzerlerin ne olduklarını tarif etmek gerekir. Çünkü bunların ne oldukları anlaşılınca onlarla ilgili şerî hükümler bilinir.

Cemaat, şerî hükümleri şerî delillerden çıkartarak tesbit eder. Böylece problemlere çözüm getirmek veya vakıaları tedavi etmek için bu şerî hükümleri arar. Bu nedenle şerî nas ve delilleri anlamaya imkân veren bütün ilimleri benimsemeye muhtaç olur ki bunun vasıtasıyla vakıalarla ilgili Allah’ın hükmünü bilebilsin.

Şu var ki; cemaat, kendi gençleri ve Müslümanlar önünde bu istidlâlı (delilden hüküm çıkartma operasyonu) yapmalıdır ki onlar bunu öğrenmiş olsunlar. Şeriatı anlamak ve ahkâmını anlamakla ilgili İslâm metodunu nefislere kabul ettirilsin.

Cemaat, benimsediği kültürü gençlerine verirken bu kültürden maksat, onu amele dönüştürmek ve uygulamak olduğunu göstermelidir. Bu kültür ilim veya bilgi edinmek ve artırmak için olmadığını anlatmalıdır. Ancak bu kültür, fikrî çatışma ve siyasî mücadele yapmak için edinilir diye belirtmelidir. Ayrıca ümmeti temsil edecek bu varlığı kurmak için ümmete bu kültürü fikrî liderlik olarak göstermek amacıyla edindirdiğini pekiştirmelidir.

Böylece cemaat, bu kültürü amele tercüme etmelidir. Bir şey söyler ama başka şey yaparsa bu kesinlikle caiz değildir. Hakkı bilir ama tersini yaparsa, bu Allah nezdinde en çirkin hareket olarak görülür.

İşte cemaat, bu kültürü benimsemeli, buna dayalı gençlerini yetiştirmeli ve kalplerinde onu yerleştirmelidir. Ondan sonra İslâm’ın temel fikirleriyle onu ümmete götürüp kabul ettirmelidir ki, ümmette genel uyanıklığa dayalı kamuoyu oluşturulsun. Yalnız Allah’ın şeriatı hakim olsun diye tek bu hedef üzerine ümmeti birleştirecek şekilde akidenin fikirleri ve temel şerî hükümlerini ümmete kabul ettirmelidir. Böylece ümmette doğru yöneliş ve eğilimler bulunur. Bu bulununca ümmetin çok zamanlardan beri kaybettiği kişiliğini tekrar kazanmak için bir başlangıç olur.

Bu temel fikir ve şerî hükümlerin örnekleri şöyledir: Yasama ve kulluk etme konusunda yalnız Allah’ı kabul eder. Örnek edinme ve uyma konusunda yalnız Allah Rasulü'nü (SAV)'i kabul eder. İnsanları cennete teşvik eder ve cehennemle korkutur. İslâm Devleti’ni kurmak için çalışmanın İslâm’ın en önemli farzlarından olduğunu gösterir. Çünkü bir çok farzının eda edilmesi, onun varlığına dayalıdır. İnsanlar dışında İslâm ümmetinin tek olduğunu anlatır. Rejimler ve ırklar, müslümanları birbirlerinden uzaklaştıramaz. Müslümanlar kardeştir. Vatancılık ve milliyetçilik onları birbirlerine bağlamadığı gibi onların birleşmesini engelleyemez. Müslümanların Allah’ın şeriatından uzaklaştırmak için zelil ve zayıf olduklarını gösterir. Müslümanlar Allah’ın şeriatıyla kayıtlı olmalıdır ve delili bilmeden bir iş yapılmaz diye belirginleştirir.

Bu ve buna benzer fikirler, İslâm ümmetinin yetişmesi ve olgunlaşması için verimli ve elverişli toprağı hazırlar.

Yukarıda gösterdiğimiz hususlar, cemaatın kültürüne dahil olmalıdır. Büyük derdimiz, bu kültürü tesbit etmeye varmak için şeriatın emrettiği doğru metodu meydana getirmeye yöneliktir. Bunun ışığında onun benimsenmesi gerçekleşir.

Bu şekilde cemaat nezdinde kendi fikrî çatışması ve siyasî mücadelesini gerçekleştirmek, davayı omuzlanan kimselerde yerleşik ve derin kültür bulundurmak ve cemaatın üzerine kurulu olduğu düşüncenin ümmet tarafından kabullenmesi ve onda kamuoyun oluşması için artık yeterli şerî hüküm ve fikirler bulunmuş olur.

İşte cemaatın içinden çıkması gereken çerçeve budur. Bunun tesbitinde ve sınırlandırılmasında muvaffak olursa, bazı ferî hükümlerde içtihat neticesinde hata ederse, diğerlerine ters gelirse veya diğerleri kendisine ters gelirse kendisine pek zarar gelmez.

Böylece cemaatın yeryüzünde Allah’ın şeriatının hâkimiyetini kılmak ve bütün dünyada O’nun davetini yaymak şeklinde temsil edilen gayeye ulaşmak için muhtaç olduğu kültür bulunmuş olur. Muvaffakiyet yalnız Allah’tandır.