Konu Başlığı: Canlılık aşısı Gönderen: Sümeyye üzerinde 31 Aralık 2010, 14:01:11 Canlılık Aşısı Çalışmak-çabalamak iyi, ihtiras ve kanâatsizlik kötü! Mücâdele iyi, beygir gücüne dönüşmek kötü. Sâfiyet ve samîmiyet ne kadar güzel, resmiyet ve "rol yapma hâli" kötü. İşi oluruna götürüp tatlıya bağlamak, münâsîb hâllerde kusurları görmemezlikten gelmek (hazm), deryâlar kadar geniş bir gönüle sâhip olmak, ufak tefek taşlarla bulanmamak iyi, tezlik ve hırçınlık, kusurlara takılıp kalmak kötü. Hayâtı bir sanat eserine dönüştürmek iyi, işkenceye çevirmek kötü. Yaratan hatırına, yaratılmışlara beyin, bilek ve yürek gıdâları vermek iyi, insanlardan takdir ve alkış beklemek kötü. İstiğnâ (kendini insanlara muhtaç hissetmeme hâli) iyi, bir şeyler bekleyip durma duygusu kötü. Kendi ayaklarının üzerinde durmak, gerektiğinde bir başkasınına omuz vermek iyi, mecbûr değilken yük olmak kötü. Tevâzû ve vakâr (insanlık haysiyetine uygun davranma) iyi, zillet ve kibir kötü. "Allah yaratır, kul üretir", formülünü hayata taşımak, maddî-mânevî zenginlikler ortaya koymak, canlılara sunmak iyi, durgunluk, bezginlik ve asalak tavır kötü. Şefkat ve merhamet iyi, acz kötü. ** "Râzı oluş, umutsuzluğa düşmeyiş ve kolaya kaçmayış." Sezâî Karakoç üstâdımız (Allah uzun ömürler verip bereketini artırsın). böyle diyor. Bulunduğunuz çevrede hâlinizden memnunsanız, bu bir aldanış değilse, insânî hassâsiyetlerinizi (duyarlılıklarınızı) devre dışı bırakmaktan kaynaklanmıyorsa, saâdet denilen şey gerçekleşmişse... Allah irâdesine ve fıtrata paralel bir hayat yaşanıyorsa, gönlünüz, "İşte aradığım bu" diyorsa şartların ne önemi var? Şartların uygun ve yeterli olup-olmadığı insanın ruhsal durumuyla alâkalı değil mi? Şu veyâ bu şartlar birini cezbederken, diğerine pek sıkıcı gelemez mi? "Aradığım tastamam işte bu" demek belki de bir hayâldir ölümlü dünyâda. İnsan rûhunun, ilk kaynağına ulaşıncaya kadar avunacağını sanmamak gerekir. Gurbet ellere gelin giden genç kadın, sevgili annesini nasıl unutsun, özlemlerini nasıl dindirsin? Bir eli yağda, bir eli balda olsa bile o, anne hasretini hep yüreğinde hissedip durmayacak mıdır? Fanî dünya bu kadar dostum, Cennette değiliz. Sırrîliğe de erersiniz, bu hâl hoşunuza da gider. Lâkin bir başka problem, bir başka tecelli ağız tadınızı kaçırabilir, sofralarda elinizi kolunuzu çözebilir. Kaç yönlü tatmin edilmemiz gerekiyor ki, saâdete erelim? Gâliba mutlak saâdet ancak Cennette mümkün. Dünya günlerinde mes'ûd olmak değil, "Mes'udmuş gibi görünmek" payımıza düşüyor herhâlde. Veyâ kırık-dökük, perâkende saâdetler. "Râzı oluş..." Hiçbir itirâzın yükselmeyişi... Zor. ** İnsan bazen olmayacak şeylere kafayı takar, kendini aşan meselelerle kaygılanır. Güllere değil, dikenlere gözlerini diker. Moralini bozar ve isyâna sürüklenir. Eksiklik ve aksaklıklar sürüp gideceğine göre, gerilim de sürüp gidecek demektir. Usta bir el, onun kafasından hafifçe tutup, yüzünü güllere doğru çevirse ne iyi. Bazı insanlar da vardır, hep canlıdır, yaşama sevincini sürekli muhâfaza eder. Kaygı ve kasâveti hep aşmıştır sanki, acılara pabuç bırakmaz. Yaşadığından memnundur. O'nun varlığı, sanki bir canlılık aşısı yapar insana. Bu, ikinci tipler incelenmeli, bunlardaki yaşama sevincinin, canlılığın hangi ana kuraldan geldiği yakalanıp tesbit edilmeli. Daha sonra bu kural kendimize ve çevremize benimsetilmeli. Birincilerin gözüne oturan siyah gözlük, nereden geldi, hangi hatâdan kaynaklandı? Yanlışlık nerede? Bu teşhis edilmeli. Sonra bu hatâdan insanlar uzak tutulmaya çalışılmalı diye düşünüyorum. Nedir bu saâdet ve şükür duygusunu bitiren çarpıklık? Nasıl bedenî zindelik belli kânunlara bağlıysa, ruhsâl zindelik de belli kanunlara bağlıdır. Bu kanunları bulup çıkaracak olan din ilminin büyük hocaları ile psikoloji ilminin otoriteleridir. Lâkin bu hoca ve otoriteleri nereden bulmalı, nasıl yetiştirmeli? İnsanlık, şeytan uşaklarının yoğun gayretleri veya, "ben müslümanlardanım" diyenlerin usûl bilmezlikleri, uzun mesâfe koşuları göze alamayışları, za'flarını telâfî edemeyişleri yüzünden içgüdülerine (sevk-i tabiîlerine) teslim olmayı hayat tarzı olarak benimseyebilir. Yalnız, bir şeyi unutmamak gerekiyor: Yanlış ne kadar yaldızlanırsa yaldızlansın, ne kadar güçlü yayın organlarıyla empoze edilirse edilsin, yine yanlıştır, fıtrata zıttır, insanlığın zararınadır. Gönül dünyâsını perîşan edendir. İnsanlık saâdet ve hakkâniyet arıyorsa elbette ilâhî kelâma dönecektir, ruhun ana kurallarını bulacaktır. Aksine bir tutum acılara acı, kaygılara kaygı ekliyecektir. Kalk, hayâtı güzel yaşamanın bir yolunu bul. Dikensiz bir dünya bulmak mümkün değil amma Rabbimizin rızâsına ermek mümkün. Etrâfımıza güven duygusu, iyilik hissi yaymamız mümkün. Karınca kararınca hayâtı güzelleştirmek mümkün. Bir şekilde hayâta bağlan, bu bağlılığı tutkuya dönüştürme. Şartlar ne olursa olsun, biz suallere doğru cevâplar vermek zorundayız. İmtihan zaman ve mekânını biz belirlemedik. "Hangi şartlarda imtihan olmak istersiniz?" diye bize soran da olmadı. Şikâyet ve sızlanma makâmında değiliz. Rolümüzü doğru anlamak ve güzel oynamak zorundayız. Ömür bir kere yaşanan tecrübe ve dönüşü olmayan bir yolculuktur. Kafa karışıklığına zaman da yoktur, lüzûm da. Kameralar kurulmuş, zabıt kâtipleri hazırlanmıştır. Kalk ve rolünü başarılı bir şekilde oyna. Şartlar şuymuş, buymuş... O seni ilgilendirmiyor. Bu şartlarda başarılı olmak zorundasın.. İşte, hepsi bu kadar dostum... İdris Arpat |