๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: Halis_52 üzerinde 09 Ağustos 2010, 15:39:36



Konu Başlığı: ÇALIŞMAK
Gönderen: Halis_52 üzerinde 09 Ağustos 2010, 15:39:36


ÇALIŞMAK
 

İNCE SIR
 

“Yer çalışsın gök çalışsın, sen utanmazsan otur.!”

 

Bunların hakkında bilmem bahanen var mı? Dur!

 

Ey bütün dünya ve mâfihâ (içindekiler) ayaktayken yatan,

 

Leş mi kesildin, davransana! Bari Allah’tan utan!” diyen Şairimiz, bu mısralarıyla çalışmanın önemini anlatmaya çalışır.

 

İnsan çalışmak zorundadır. Zerreden yıldızlara kadar her varlığın harıl harıl çalıştığı kâinatta boş durmak insana yakışmaz. Arılar çiçek çiçek dolaşır. Karıncalar dinlenmek bilmeksizin çalışır. Kuşlar daldan dala konar. Sular  şırıl şırıl akar. Çiçekler açar, hayvanlar koşar, güneş her sabah doğup akşamleyin batar. Eğer kâinattaki bu düzenli çalışma, didinme, gayret olmasaydı ayakta kalabilir miydik?

 

            Bu düzene ayak uyduramayan veya bozmaya çalışan insan ne kadar zarardadır!

            Her şeyin tekâmül ettiği, iyiye ve mükemmele doğru gittiği kâinatta, bu tempoya ayak uyduramayan insan elbet zarardadır.

            Halbuki insan yaratılışı gereği çalışmak zorundadır. Huzuru buna bağlıdır. Sıkıntılardan ancak böyle kurtulur. Çünkü boş insanın başına sıkıntılar, sinekler gibi üşüşür.

            Başarının sırrı çalışmada saklıdır. Çalışan insanlar er geç başarırlar.

            Alın terinin, göz nurunun, el emeğinin ulaşamayacağı şey yoktur. Belli noktalara yükselmiş ne kadar büyük insan varsa, bakın, hepsi de çaba ve gayretleriyle o noktaya ermişlerdir. Addison.

            “Hiçbir başarını  rastlantıya borçlu değilim. Buluşlarım da rastlantının değil çalışmalarımın sonucudur.” Der. Edison da, “Başarılarımın yüzde doksan dokuzu çalışma, yüzde biri de zekama ait.” Der.

            Herşey çalışmayla elde edilir. Hangi değerli iş vardır ki, gayretsiz elde edilmiş olsun? Bilgi de çalışmayla kazanılır. Balzac, “Bilginin efendisi olmak isteyen, çalışmanın kölesi olmalıdır.” Derken, ilim öğrenmede çalşmanın önemini belirtir.

            Bedenin sağlıklı olması, gerekli vitamin ve proteinleri almakla olduğu gibi, zihnin kuvvet ve zindeliği de zihni ekzersizlerle çalıştırmakla, işletmekle olur.

            Zihnen ve bedenen çalışmak zorundayız. Çünkü durmak yokluğun ikiz kardeşi, hareket ise dirilik, canlılıktır. Durgun suların zaman içinde kokuşup kurtlandığını bilmeyenimiz yoktur.

            Atalarımız “İşleyen demir pas tutamz” demişler. Aslında insan hareketli, heyecanlı bir özellikte yaratılmıştır. Rahatı, huzuru, mutluluğu ancak çalışmasıyla mümkündür. Sefahat de, sefalet de çalışmayla önlenir.

            Belli hedefleri, yüce gayeleri olanlar muhakkak çalışmalıdırlar. Yükselebilmek için çalışmak şarttır. Kolayca elde edilen şeylere değil, alın teriyle hak ederek kazanılan şeylere kıymet vermek lâzımdır.

            Hore, “İnsanlar dünyada çabuk yükselenlere değer verirler. Halbuki hiçbir şey toz ve tüy kadar çabuk yükselmez. Der. Güçlüklere katlanarak, çile çekilerek, dirsek çürüterek elde edilen şeylerin tadına doyum olmaz. Peygamberimiz de, “İşlerin en hayırlısı en zor elde edilendir.” Buyururken bize kolaya değil, zora talip olmayı hedef gösterir.

            Bunun içindir ki, yorulmalı, didinmeli, çırpınmalı, çile çekmeli , neticeyi öyle elde etmeliyiz. Paranın bile bin bir güçlükle kazanıldığı günümüzde yüce hedeflere kolayca varılamayacağı unutulmamalıdır. “Yükselmek, hayatın sırrını öğrenmekle olur.” Diyen Pasteur, usanma nedir bilmeyen gayretiyle o sırrı bir yönüyle yakalayabilenlerden biridir.

            Hangi işte olursak olalım, çalışmayı prensip edinelim. Kendimize sorular soralım:

“Dün ne yaptım? Bugün ne yapıyorum? Yarın ne yapacağım!”

            Eğer “Bugün en az dünkü kadar çalıştım. Yarın da aynı tempoyla çalışıp bir şeyler yapacağım.” Diyebiliyorsak mutluyuz. O zaman güçlüklerin üstesinden gelebilir, engelleri aşabilir, imkanları  değerlendirebiliriz.

            “İki günü eşit olan zararda dır..” hadisi rehberimiz olmalı; her gün bir önceki güne muhakkak bir şeyler eklemeliyiz.

            Ömür boşa geçirilecek, tembellikle heder edilecek kadar değersiz değildir. Vaktini öldüren insan kendi kendisine sorabilmelidir:

“Yılan, akrep gibi zararlı yaratıklar öldürülür. Vaktim o kadar zararlımı ki, onu öldürmeye çalışıyor...  “Aman vakit geçmiyor! Ah vah! Demekle kendimi sıkıntılara atıyorum?

            Bu soruya vereceğimiz “hayır! Cevabı, herhalde bizi çalışmaya itecek kadar tesirli olacaktır.

            Peygamberimizin boş oturan insana selam vermediğini düşünelim. Çalışmanın insan hayatındaki önemini bir kere daha anlarız. “dolu vakit gelmeden önce boş vaktin kıymeti bilin! Buyuran bir peygamberin yolunda olanlar için çalışmanın hiçbir mazereti yoktur. Hele dini görevlerini yaptıktan sonra, çalışmanın da ibadet olduğunu bilirsek.

            Elbette ki, bir takım şikayetlerle, problemlerle karşı karşıya kalabiliriz. Noksanlarımız, kusurlarımız olabilir. Bunları bir tespit edelim. “Bunların üstesinden geleceğim! Diye azmedelim ve şevkle, gayretle çalışalım İnanın, hepsinin üstesinden geleceğiz. Kur’ an, “İnsan için çalıştığından başka bir şey yoktur.” Buyurduktan sonra daha fazla söze ne hacet! Çalışalım, muhakkak neticesini göreceğiz.

            Ne var ki, rastgele çalışamayız. Her şeyin planlandığı, proğramlandığı günümüzde derli toplu, düzenli, planlı programlı olmayan çalışmaların verimli olmayacağını da akıldan çıkarmamalıyız.

            Çalışmalarımızda başarılı olabilmemiz için kanun şeklinde bir kısım prensiplere sarılmalı, bazı engelleri aşmalıyız. İsterseniz, bunların birkaçını hatırlayalım.

 
TEMBELLİĞİ YENMEK
 

Tembellik hakkında söylenmiş bir çok kıymetli söz vardır. Hz. Ali “İnsanı vaktinden önce yıpratan bir şey varsa o da tembelliktir . ’der. Tembel ve çalışkan iki yaşıt insana bakın! Vecizenin doğruluğunu anlamakta gecikmeyeceksiniz. Çalışkan daha genç ve dinç, tembel ise hayattan bıkmış ve yıpranmıştır. Tembelliğin verdiği can sıkıntısıyla kahvehanelerde sigara dumanları içerisinde geçen bir ömür hiç yıpratmaz mı?

            Namık Kemal’in gözünde, tembellik ölümün küçük kardeşidir. Tembel insan ha vardır, ha yoktur. Varlığıyla yokluğu arasında fark yoktur. Tembelliği yoklukla eş manada gören Bediüzzaman ise,  işsiz, tembel, istirahatle yaşayan ve döşeklerinde rahat rahat uzananların, çalışanlardan daha çok zahmet ve sıkıntı çektiklerini belirtir ve tembellerin daima ömürlerinin çabuk geçmesini istediklerini söyler.”Çalışan şükreder, hamd eder. Ömrünün geçmesini istemez” der ve şu kaideyi zikreder:

“rahat zahmette, zahmet rahattadır.”

            Bu gerçeği kavrayan La Bruyere de, can sıkıntısının tembellikle birlikte dünyaya geldiğini söyler. O can sıkıntısında ki, birçok insanı kumarhanelere, meyhanelere, hastahanelere ve hapishanelere atmıştır.

            İnsan bu dünyaya keyif sürmeye gelmemiştir. Ne kadar istese de, eksik olmayan acılar, üzüntüler, sıkıntılar buna fırsat vermez. O halde, insan rahatı rahat yaşamada aramamalıdır. İster istemez başını ağrıtan çilelere, zahmetlere göğüs germeli, rahatı bunda bulmalıdır. Rahatı rahatsızlıkta arayanlar için, rahatsızlık diye bir şey yoktur.

            Hep zaman yokluğundan dert yanıp dururuz. Acaba gerçekten mi zamanımız yok., yoksa zamanımızı değerlendirmemekten mi sıkıntı çekiyoruz?

            Özel sohbetlerimizde, televizyon başında, yemede, içmede, gezip eğlenmede harcadığımız saatlerin bir hesabını tutsak, senede birkaç bin saati bulur.

            Sadece televizyon seyretmeye harcadığımız bir-iki saati kitap okumaya verebilseydik, senede en az 30-40 kitap okurduk. Televizyondan öğrendiklerimizle kitaplardan öğrendiklerimizi bir karşılaştırsak, kitaplardan ne kadar çok faydalandığımızı anlamakta gecikmeyiz. Demek ki, zaman yokluğu değil, tembellik söz konusu. En büyük düşmanımız olan tembelliği bir yıkabilsek, başaramayacağımız iş olmaz.

            Şevk ve gayreti söndüren, bukalemun gibi çeşitli kılıklarla karşımıza çıkan tembelliği yenmek, en büyük gayemiz olmalı. O hain tembellik ki, bazen cazip sakızları ağza verir ve gevşeklik bıkkınlık, usangaçlık, yorgunluk, hastalık, başıboşluk, havailik gibi çeşitli tuzaklarla insanları ağına düşürmeye çalışır. Şöyle dedirtir.

“Bugün çok çalıştın, birkaç gün dinlenmelisin”

“Üzme tatlı canını, çalışıp da ne olacaksın! Çalışanlar ne olmuş ki!”

“Fazla çalışma kafanı bozarsın”

“Çalışanda bir çalışmayanda. Testiyi getiren de bir, getirmeyen de

Amma da inekliyorsun.

“Pinekledin de ne oldu sanki”

“şansın var mı kardeşim? Varsa talih kuşu başına konar. Yoksa kuş olup uçsan da bir şey yapamazsın.”

            Daha bir sürü sözlerle insanı belaya atar ve musibetine ortak arattırır. Ta ki, tembeller çoğalsın da özürler hafiflesin, tembelliğe kılıf uydurulsun.

Yol iki görünüyor: Ya bu ve buna benzer tembel silahlarına hedef olup kendimizi bütün meşakkatlerin anası ve rezaletlerin yuvası olan tembelliğin kucağına atmak!

            Ya da ilerlemenin, başarının anahtarı, huzurun esası olan çalışmaya dört elle sarılıp dünyada  ahirette mutlu olmak!

 

METODLU VE PLANLI ÇALIŞMAK

 

“Bugün amam da çalıştım. Sabahtan akşama kadar başımı hiç kaldırmadım!” diyen kişi, bu sözleriyle belki de sevincini bildirmiş oluyor. Ne var ki ! çok çalışmak gerekli, ama yeterli, değil.

            En az çok çalışmak kadar önemli olan, metodlu, planlı ve proğramlı olabilmektir. Bunu da, elde edilen verim gösterir.  Ne kadar verimli olabilmişsek, o derece plânlı proğramlı olabilmişiz demektir.

            Dexscartes , “Plansız çalışan bir kimse, ülke ülke dolaşıp hazine arayan bir insana benzer,” der. Ve yine Descartes toplumların ilerilik ve geriliğinin zekâ ve akılları ölçüsünde değil, metodlu ve akıllı çalışıp çalışmamalarıyla olacağını belirtir. Bu sözler Avrupa’da sistematik çalışmanın temellerini atan bir bilgine ait.

            Sistematik çalışmayla kısa zamanda hedefe varılır, büyük hamleler gerçekleştirilir. Gerek kişi ve gerekse toplumlar bununla maksatlarına ulaşırlar.

            Büyük işler başarmış, yüzlerce eser vermiş, isim yapmış insanların çalışmalarına bakın. Düzenli, plânlı ve proğramlı olmayı prensip edindiklerini göreceksiniz. 576 eser veren Celâleddin Sûyuti’nin bu verimliliğinde, şüphesiz, aynı duygu yatmaktaydı.

            Nice kabiliyetli, akıllı insanlar da vardır ki, plânsızlıklarından, bütün işleri yarım yamalak kalmakta, bir türlü neticeye ulaşamamaktadır.

            Kendimize bir proğram yapalım . Neyi ne yapacağımızı tespit edelim. Ve her gün o plan üzerinde çalışalım. Belki başlangıçta %60 başaracağız. Ama sebatla devam edelim. % 80, % 100 uygulamak için gayret edelim. Bakın, nasıl başaracağız?

 

ENERJİYLE  DOLMAK
 

            Arabanın tekerinden direksiyonuna, aküsünden radyatörüne kadar bütün aksamı tamamdır tamam olmasına da, bir türlü hareket ettiremiyorsunuz. Çünkü yakıtı yok. Yakıtsız arabanın yol alması nasıl hayalse, çalışmak için gerekli olan merak, şevk, heyecan ve cesaret duygularından mahrum olan kimselerin de mesafe almaları düşünülemez.

            Bunlar arabanın yakıtı gibidir. İnsana hız verir. İtici güçlerdir. Enerjidir. Önemli olan, insandaki çalışma arzusunu harekete geçirebilmektir.

 
MERAK EDEBİLMEK
 

            Kendimizi yokladığımızda, içimizde merak denilen bir duygunun yetiştirilmiş olduğunu görürüz. Kabiliyet toprağımıza ekilmiş bu duyguyu geliştirmek, inkişaf ettirmek elimizdedir.

            Etrafımızda olup biten olayların sebeplerini, niçinlerini öğrenme arzusu o konuda bizi bilgili olmaya itecektir.

“Bu niçin böyle ? Sebepleri nelerdir? Gibisinden sorduğumuz sorular bizi harekete geçirip mesafe aldıracaktır.

            İnsanlar bu merak duygusuyla dağları deler, denizlerin dibine iner, Ay’a çıkarlar.

            Ünlü bilgin Einstein’ı izafiyet teorisini bulmaya iten saik, daha çocukluğundayken kendi kendisine araştırıp durduğu şu sorulara cevap bulmak arzusuydu:

            “İki olayın aynı anda vuku bulması ne demektir? İnsan bir ışık demetinin üzerine binip seyahat etse ne olurdu?...

            Merak ilmin projektörüdür. Kullanabildiğimiz sürece yolumuzu aydınlatacaktır.

 
SEVEREK ÇALIŞMAK
 

İnsan yaptığı işi severek yapmalı. İstemeyerek, benimsemeyerek yapılan işlerin hayrı yoktur. İnsan ne nisbette severek çalışırsa o ölçüde başarılı olur.

            Bunun içinde, severek yapabileceğimiz işlere yönelmeliyiz. Mesleğimizi seçerken dikkatli davranmalıyız. Hoşlanmayacağımız bir meslek bizi ömür boyu huzursuz edebilir., verimli olmamızı önleyebilir.

            Kendimizi yoklayalım.”Kabiliyetlerimiz nedir? Öğretmen, anne, baba ve yakınlarımızın öğütlerine dikkat etmekte elbet bizim için faydalar var.  Onlar bizim kötülüğümüzü istemezler. Ne var ki, bizi en iyi tanıyan yine biziz. Kabiliyetlerimizi Dikkate almadan sırf bazı tavsiyelere uymak için biş işe girmek veya bir mesleğe yönelmek, bizi sonunda pişman edebilir. Önce aklımıza danışalım. Başarabileceğimize, faydalı olabileceğimize inanıyorsak ondan sonra seçelim.

            Şu da var ki, içinde bulunduğumuz  şartlar da arzumuza kavuşmamıza engel olabilir. İstemeyerek, hoşlanmayarak  da olsa bir işin içerisine girmiş olabiliriz. Bu durumda yapacağımız şey şu olmalı. Eğer işimiz meşru ve faydalı bir iş olmasına rağmen bize zor geliyorsa sabretmeli, onu sevmeye çalışmalıyız. Bu duyguyla hareket edersek, göreceğiz ki, sonunda başarılı olacağız.

 

ŞEVK, GAYRET, HEYECAN
 

            Kainatta atomdan güneş sistemine kadar bıkma usanma bilmez bir gayret hakimdir. Atomun etrafında saniyede yüzlerce, binlerce kilometre hızla hareket eden elektronlarda o şevkin işareti var. Güneşin etrafında baş döndürücü bir hızla Mevlevi gibi dönene gezeğenlerde aynı sır saklı. Yağmur o şevkle yağıyor, çiçekler o şevkle  açıyor; güneş o şevkle doğup batıyor, gülümsemeleriyle bize selam veriyor.

            Şevk ve heyecan yüklü bir kervana yeryüzünün hakimi durumundaki insanın, başı çekerek katılması gerek. Bu duygu olmazsa bütün işler alt üst olur.

            Şevk ve gayret insanı yerinde durduramayacak kadar lezzetli dir.. “Bilseniz ki, gayret ne kadar kıymetlidir; bir dakika boş durmazdınız. “ diyen Bediüzzaman Hazretleri ne güzel söylemiş. Başka bir şeye gerek yok; gayretin, şevkin bizzat kendi içindeki lezzet bizi kamçılamaya yeter. Zaten şevk ve gayret ruhun kamçısıdır. Yine hayatın bir faaliyet ve hareketten ibaret olduğunu belirten Bediüzzaman, “Şevk ise bineğidir.” Der. Bu bakımdan, şevk bineğine gayretle binip hayat meydanına atılmalıyız.

            En verimli çalışmalar, şevk, gayret ve heyecanla yapılan çalışmalardır. Bu duyguları daima canlı tutmalıyız. Bu enerji dolu duygularla hep, “Başaracağım, yapacağım, üstesinden geleceğim! Demeliyiz ve başarmalıyız.

            Şevk mutluluktur, enerjidir, gayrettir. Onun için, “Ben çalışmak istiyorum, ama bir türlü yapamıyorum. Arzum var, fakat enerjim yok. Diyen insana inanmayınız. Başka işlere vakit bulabilen insanın bu sözleri, nefsin avukatlığı için söylenmiş sözlerden başka bir şey değildir. O insan isteseydi başkalarına olduğu ona da zaman ve enerji bulabilirdi.

            Şevkimizi söndüren gayretimizi öldüren bir duygu  bir olay mı var? Onları derhal bertaraf etmeli, şevk ve gayret kazandırıcı fikir veya kitapları devreye sokmalıyız.

            Yaptığımız işerin ve yüklendiğimiz vazifenin büyüklüğü, bizi gayrete getirmeye yetmelidir.

Maddi beş-on kuruşluk kazanç uğruna sabahın erken saatlerinde kalkıp işine koşan insanın kazancından daha mı az kazançlıyız? Manevi kazancımızın eşşizliği, bizi gün doğmadan kaldırmalı, yerine göre gece kararıncaya kadar da çalıştırmalı.

            Biz yıkım için değil, yapım için varız.

            Biz kin, düşmanlık ve kötülük için değil; sevgi, kardeşlik ve iyilik için varız.

            Var oluşumuzun sebepleri bizi gayrete getirmeye yetmiyor mu?

            Bu duyguyla hareket ettiğimiz müddetçe,  okuduğumuz kitaptan, çalıştığımız dersten ve işten, üstlendiğimiz vazifeden zevk alırız. Şevkle ve gayretle ona yöneliriz.

            İş ve vazifemizin yüceliği bizi donukluktan, sönüklükten, ölülükten kurtaracak; son ana kadar şevk, gayret ve heyecanla dolu olarak yaşayacaktır.

 
DİKKATLE EGİLMEK
 

            İnsan ne ölçüde kendisini işine verir, dikkatini onun üzerinde toplar, duygularını da yardımcı kılarsa, o ölçüde başarılı olur.

            İnsan bütün varlığıyla işine yönelmeli. Âdeta kendisinden geçmeli. Bu, bedenle yapılan çalışmalarda olduğu kadar fikri çalışmalarda da önemlidir.

            Başarısızlıkların en önemli sebeplerinden biri, insanın o işe kendisini dikkatle verememesi,gevşek ve üşengeç bir tavırla eğilmesidir.

            Çalışmalarımızda güneş ışınları toplayan mercek, savaşta nöbet bekleyen er gibi dikkatli olmalıyız. Dikkat ve titizliğin verimli çalışmanın temel esaslarından olduğunu unutmamalıyız.

            Bu özellikler bizde zayıf olabilir. Çeşitli sıkıntı, üzüntü,iş ve ızdıraplarla aklımız allak bullak olabilir. Birbirine zıt arzularla karşılaşıp zaman zaman kararsız olabiliriz. Ama şunu unutmayalım ki, insan aklı bütün bunların üstesinden gelebilecek güçtedir. Akılda öyle bir güç vardır ki, William Multon’un ifadesiyle, o akıl, sağlam ve keskin bir şekilde bir noktaya yöneltildiği zaman çok müthiş bir alet olabilmektedir.

            İşimizin başına geçtiğimiz zaman her şeyi unutup aklımızı o noktaya yöneltirsek ne sıkıntı kalır, ne de zihnimizin allak bullaklığı. Belki bu ilk anda zor olur. Eksersizlere ihtiyaç duyarız. Bir kere, iki kere, on kere, yirmi kere, hatta elli kere, yüz kere bu eksersizleri... Bunun için de, dikkati dağıtıcı sebepleri mümkün mertebe uzaklaştırmaya çalışmamız gerekir.

            Biz genellikle dahi insanların, bu özelliklerini doğuştan getirdiğine inanırız. Bunun böyle olmadığını söyleyen ünlü psikolog William James

Asıl farkın dahilerin konu ve gayeleri için sarf ettikleri gayrette ve zihinlerinin bütün güçlerini toplayarak belli bir  noktaya yöneltmelerinde olduğunu söyler.

            Kendimize güvenelim ve görevi şevkle omuzlayalım. Dahiler kadar olmasa bile, büyük ölçüde dikkatimizi bir noktaya toplayabilecek; okuduğumuz kitabı daha iyi anladığımızı, işimizi daha iyi yaptığımızı göreceği. Zihnin güçlenmesi için de bu şarttır. Unutmayalım ki, insan hangi noktaya kendisini verirse o noktada gelişir.

 

SABIR VE DEVAMLILIK
 

            Peygamberimiz, “Acelecilik şeytandan, akıllıca ve ihtiyatla düşünerek hareket etmek ise Rahman ’dandır.”  Buyurur.

            Acelecilik tabiatın işleyişine, kainatın düzenine, kısacası, yaratılışa ters düşer. Kışın ortasında baharın gelmesini isteyeceğimiz, gelişini beklemek zorunda olduğumuz gibi, işlerimizin zamanında bitmesi için de beklememiz lazımdır. Buna sabır diyoruz.

            Acelecilik bir işin vaktinden önce olmasını istemek, sabır ,ise zamanı beklemek demektir.

            Çalışmalarımızda da sabra ve devamlılığa çok muhtacız. Sabır belki başlangıçta zor gelecek, ama acı ilaç gibi faydasını sonra gösterecektir.

            Hz.İsa, “Hoşlanmadığına sabretmedikçe hoşlandığını ele geçiremezsin,” der. Gerçekten hoşlanmadığımız zora katlanmadıkça, hoşlandığımız sonucu elde edemeyiz.

            Özellikle ilmi çalışmalarda sabrın büyük önemi vardır.

            Çalışmalarımızda elbette bir kısım sıkıntı ve darlıklarla  karşılaşacağız. Bunların üstesinden ancak sabırla gelebiliriz. “Sabır ferahlığın anahtarıdır” demişler.

            Bir anda bir çok şeyleri anlamaya, öğrenmeye kalkmak sabırsızlıktır. Sindire sindire anlaya anlaya hareket etmek ise akıllılıktır.

            İlim sabır ,işidir. Her iş sabır ister.

            Bir işten netice almadan diğerine başlamak boşu boşuna kürek sallamaktır. Başladığımız işi bitirelim. Birini bitirmeden diğerine  başlamak, unutkanlığa yol açar.

            Bir anda birçok kitabı okumaya, birçok konu ve dersi almaya kalkan, hiçbirinde başarılı olamaz. Bölüm bölüm çalışmalı. Biri öğrenilmeden diğerine geçilmemeli Büyük İslam alimi İmam-ı Gazal, meşhur İhya-ı Ulumid-Din eserini bir zamanda tek bir bölüm, bir konu üzerinde çalışmak suretiyle tamamlamıştır.

           

            Yarım kalan işte hayır yoktur. Radyoyu bulan Marconi bir işe kendisini verdiği zaman netice alıncaya kadar bırakmazdı. Ampulü bulan Edison, bu keşfini gerçekleştirebilmek için gece gündüz demeden tam yirmi bin deney yapmıştı.

            Devamlılık sabırdır. Az, fakat devamlı olan işin hayırlı olduğunu bildiren Peygamberimiz s.a.v, netice alıcı ve devam edici olmamızı ister. Devamlı yanan kandil bir anda parlayıp sönen yıldızdan daha iyidir.

 

            Devamlılık başarının ilk adımıdır. Sonuca götürücü bir adımdır bu. Samuel Johnson, büyük eserlerin sadece çalışmakla değil, sabırla elde edileceğini söyler. Eserleriyle başlar üstünde tutulan tanınmış İslam bilgini İbni Hacer’i başarıya ulaştıran sebep de, sabırlı, sebatla okuluna devam edişi olmuştu. “Kafam almıyor. Ben beceremem “ diye köyüne dönerken uğradığı mağarada gördüğü olay ona kamçı olmuştu. Görmüştü ki, mağaranın tavanından sızmakta olan damlalar alttaki taşa vurmaktaydı. O sert taş zamanla bu damlalarla delinmişti. Bu yumuşak damlanın sert kayaya karşı zaferi idi. Bunun üzerine İbni Hacer, “Benim kafam taştan daha sert, daha kalın olamaz! Demiş, didinip çırpınmış,sebat etmişti. Ve nihayet bu kararlığı onu bir numaralı öğrenci haline getirmiş, sonraları da ciltlerce eser vermesini sağlamıştı.

            Ebu Yusuf isimli büyük bilginin başarılarında da bu sır vardı. Bir gün hocası ona şöyle demişti:

“Sen önceleri dersi pek anlamazdın. Fakat devam ettin. Zeki ve çalışkan oldun.”

“Doktorların sultanı” olarak bilinen, eserleri 600 sene Avrupa üniversitelerinde okutulan İbni Sina meşhur Kitabü’ş-şifa’sını devamlı çalışmasına borçludur. Eserini kaleme alabilmek için her sabah namazından sonra muntazaman iki saat çalışması yeterli olmuştur.

Ünlü İngiliz filozofu Spencer de günde iki saat çalışmakla büyük külliyatını kaleme almıştı. Senede 1200 sayfa yazan Fransız  edibi Emile Zola ’ ya sormuşlar:

“Başarını neye borçlusun?”

“Günde iki-üç saat çalışıp yazmaya borçluyum,” cevabını vermiş.

            Az gibi görülen bir-iki saatlik sürede bile, devamlılık varsa, neler yapılabileceğinin en açık örnekleridir bunlar.

            Öyleyse çalışmaya, hizmete, okumaya devam!

 
ZAMANI İYİ DEĞERLENDİRMEK
 

            Zaman en büyük sermayemizdir. Edison’un deyişiyle, yeğane sermayemizdir.

            Önemli olan, paha biçilmez bu sermayeyi yerli yerinde ve kıymetine uygun bir şekilde kullanabilmektir. Su gibi akan, en büyük sermayelerle bile geri getirilemeyen zamanı acaba gerektiği gibi değerlendire biliyor muyuz?

            Her kes vicdanına bu soruyu sormalı.

            Çalışkan insanın ömründe boş vakit yoktur. Yoktur ki, saçıp savursun. O hep didinir, çırpınır, koşar. Kötülük düşünemez. Hz.Ali

“Çalışanlar kötülük düşünmeye bile vakit bulamazlar,”der. Çalışmayanların ise kendilerini kötülükten kurtaramayacaklarını belirtir.

            Kötülükler hep boş kalışın, vakti değerlendiremeyişin neticesidir. Allah Resulünün dilinde, değeri bilinemeyen iki nimetten birisi sağlık, biriside boş vakittir. Asr suresinde anlatıldığı gibi, böyle insanlar hep zarardadır, kaybetmektedir.

            Çalışmak için uykudan, yiyip içmekten, gezmekten tasarrufa kalkanların hayatında boş vakit yoktur. Onlar gerektiği gibi vakitlerini değerlendirmenin çabası içerisindedirler.

            İflas etmiş bir insana büyük bir sermaye verilse nasıl sevinir; geçmişteki hatalarını düzeltmeye, işini yeni baştan düzenlemeye nasıl gayret gösterir; yanlışlara düşmemek için nasıl didinir; bilirsiniz. Geçmişini iyi değerlendiremeyen insanlar için, önündeki saatler yeni bir fırsattır. Bulunduğu anı iyi değerlendiremeyenler parlak bir geleceğe layık değillerdir.

            Sabah kalkıştan akşam yatışa kadar günümüzü plânlayalım. Ne zaman ne yapacağımızı tespit edelim. Ve bu planı en yüksek seviyede uygulamaya çalışalım.

            En değerli işlerimizi en verimli saatlere bırakalım. Bazıları akşamleyin, daha randımanlı çalışır. O vakitleri belirleyelim. Resülullahın, “Erken hareket, bereket ve başarıdır.” Hadislerinde belirttiği gibi, bilhassa sabah saatlerini en güzel şekilde değerlendirelim. Gün doğmadan sağlam temellere oturttuğumuz işlerimiz o ölçüde kolaylaşacak ve başarılı olacaktır.

            Bazıları çalışmak için uygun zaman ve zemin bulamadığından dert yanarlar. Çalışmayı alışkanlık edinenler için ise bu bir problem değildir. Aslında onlar için  her yer ve her zaman, en uygun şekilde değerlendirilebilecek özelliktedir.

            Her günün kendisine göre işi vardır. Buğünün işini yarına bırakmak, ömürden bir gün çalmak demektir. Çünkü yarının da kendisine göre işi vardır. Halbuki iki günü  eşit olan zarardadır.

 

            İŞİ İYİ YAPMAK

 

            İş olsun kabilinden, rastgele, gelişi güzel, baştan savma yapılan işlerden hayır beklenmez. İnsan ektiğini biçer. Emek verelim ki, değerli olsun. Üzerine eğilelim ki, kıymetlensin.

            İnsan yaptığı işi önce kendisi beğenmeli. Kendi beğenmediği bir şeyi başkalarının beğenmesini istemeye de hakkı olmamalı.

            Güzel, iyi, sağlam, temiz, düzgün yapılan işler herkesçe beğenilir. Allah Resulü de, “Allah işini düzgün ve sağlam yapan kulunu sever.” Buyurmuştur.

            Tabiata  bakın, Hiç çirkin, dağınık, düzensiz bir şey görecek misiniz? İnsan eli karışmamış her şey ter temiz, düzgün ve derli topludur. İnsan bu düzenden ders almalı, değil mi?

 

            TECRÜBELERDEN FAYDALANMAK

 

            Günümüzün medeniyeti, birbirini takip eden ve tamamlayan tecrübelerin ürün-üdür. Bir çekirdek olarak ortaya atılan fikir ve görüş zamanla geliştirir, keşifler yapılır, yeni yeni hamleler gerçekleştirilir.

            Tecrübeler elimizde hazır dökümandır. Büyüklerin seneler boyu elde ettikleri neticeler birer kültür kaynağıdır. Tecrübe edilmiş birşeyi tekrar denemeye kalkmak zaman kaybından başka bir şey değildir.

            Tecrübe hayat okuludur. İnsan ondan çok şey öğrenir. Bazıları vardır ki, altın öğütlerdir.

            Acılar ve mutluluklar her gün yaşanır. Başımızdan veya başkalarının başından geçer, Bunlardan gereken dersi alabilen, o tecrübeden hakkıyla faydalanabilen insandır.

            Akıl tecrübeyle güçlenir, beslenir.

            Tecrübe insanın en büyük yardımcısıdır. Böyle yardımcılardan uzak kalmak büyük kayıptır.

            Tecrübelerden yararlanmasını bilenler, geleceğe güvenle bakabilirler.

 

            DİNLENMEYE ZAMANA AYIRMAK

 

            Devamlı çalışan insanın vücudu ve zihni zamanla yorulur, yıpranır; dinlenmeye ihtiyaç duyar.

            Dinlenen insan dinçleşir, zindeleşir. Yapacağı işler için taze enerji kazanır.

            Aşırıya kaçmamak şartıyla spor yapılabilir. Spor hem zihnen hem bedenen faydalıdır.

            Müzikten de istifade edilebilir. “Müzik ruhun gıdasıdır.” Demişler. İnsanın ulvi duygularını harekete geçiren müzik elbette gıdadır. Ama bayağı duygulara hitap eden müziğin ise tek kelimeyle felaket olduğu, insanı tembelliğe ve sefahate attığı unutulmamalı.

            Yoksa, yüce duygulara yönelik musiki, Hugo ’nun da belirttiği gibi, insan ruhunu dalgalandıran, okşayan, ona ince zevkler tattıran üstün bir sanattır.

            Dinlenmek bir ihtiyaçtır. İnsan dinlenmesini de en iyi şekilde

Değerlendirebilmeli. Çalışmayı alışkanlık haline getiren insanlar için dinlenme, belki tempoda biraz yavaşlamayla mümkün kılınabilir veya işi değiştirip o an için başka meşguliyetler bulmakla da olabilir.

            Bir işten canımız sıkıldığı zaman hoşlanacağımız diğer bir işe girişebilmeli, yorgunluğumuzu böylece gidermeye çalışabilmeliyiz.