Konu Başlığı: Çağın Ahlak Önderliği Gönderen: Zehibe üzerinde 02 Kasım 2010, 18:34:00 Çağın Ahlak Önderliği
Ahmet Taşgetiren Ahlak dinin öbür halidir diyor Aliya İzzetbegoviç. (1) Dinin tamamı ahlaktır. Ahlakı artanın dini de artar. Kim ahlakını güzelleştirmişse dinen de yükselmiş demektir. diyor İbn'ül Kayyim El Cevziyye de. (2) Peygamberimiz de Ben ahlaki erdemleri (mekarim-i ahlak) tamamlamak için gönderildim diyerek adeta misyon bildiriminde bulunuyor, yani Peygamber olarak görevlendiriliş gerekçesini hatırlatıyor. Beni Rabbim terbiye etti ve terbiyemi güzel yaptı sözü de O (s.a.)na ait. Yani bir dinin mübelliği olarak kişiliğini insanların önüne bir İlahi terbiye eseri olarak sunuyor. Kuranın Sen en güzel ahlak - yaratılış çerçevesi üzeresin diye ifade buyurduğu, Hazreti Aişe (r.anha)nin Hazreti Peygamberin ahlakı Kurandıdiye belirttiği kişilik çerçevesi ile de Hazreti Peygamber, din - ahlak içiçeliğinin üsve-i hasene'si- en güzel örneğiolarak duruyor. Dinin ahlak haline gelmiş hüviyeti, bir melekeye dönüşmüş, huy haline gelmiş, refleks - kendiliğinden bir davranış niteliği kazanmış, neredeyse iradi-ihtiyari olmaktan çıkmış davranışları ifade ediyor. Zorlayarak, uzunca karar merhalelerinden geçerek ve nadiren sergilenen iyi davranışlarda ahlaki erdem derinliği var kabul edilmiyor. Ve ahlaki davranışta sonuçtan önce niyet esas kabul ediliyor. Dolayısıyla iyi niyetle yapılmış bir davranış, olumlu sonuç vermese de ahlaki, buna karşılık içinde salih niyet bulunmayan bir davranış, olumlu sonuç verse bile, davranış sahibini ahlaklı kılan bir eylem olarak görülmüyor. İslam ahlakçıları, İslamla böylesine içiçe olan ahlak müessesesini enine - boyuna incelemişler. Bir Müslümanda olması ve olmaması gereken, yani ahlaki ve gayrı ahlaki hususiyetleri ayrıştırmışlar. Herbirinin psikolojik zeminini tahlil etmişler. Her birinin huy haline gelmesi veya kişilikten arındırılması yollarını araştırmışlar. İmam Gazalinin İhyası ve Kimya-yı Saadeti, bu açıdan, Müslümanın elinden tutup kişiliğini ahlak süzgecinden geçiren rehber kitaplar hüviyetini kazanmış. Ahlak alanında bir klasik hüviyetinde olan Kınalızade Ali Efendinin Ahlak-ı Alaisi, kendinden önce yazılan eserleri de kapsayan hüviyetiyle, İslamın bünyesinden insanlığın her zaman başvuracağı ahlak değerlendirmeleri süzmüş. Mesela ona göre Ahlaki Faziletlerin dört ana umdesi şunlar: Hikmet, şecaat, iffet ve adalet Ve Kınalızade, bu dört umdenin alt basamaklarını şöyle sıralıyor: Hikmetin muhtevasında şunları zikrediyor: Zeka, sürat-i fehm (çabuk anlama), safa-yı zihn (zihin duruluğu), sühulet-i taallüm (kolay öğrenme), hüsn-ü taakkul (doğru düşünme), tahaffuz (belleme) ve tezekkür (düşünme). Şecaatin muhtevasında yer alan erdemler ise şunlar: Kibr-ü nefs (vakar ve olgunluk), necdet (hadiseleri göğüsleme), ülüvv-ü himmet (gayret ve ideal yüceliği), sebat (azim), hilm (yumuşak huyluluk), sükun (ölçülü olmak), şehamet (kendini iyiliğe ve hayra adamak), tahammül (güçlüklere karşı sabır göstermek), tevazu (alçak gönüllülük), hamiyyet (fedakarlık), rikkat (insanlık) İffetin muhtevası şu erdemlerden oluşuyor: Haya (ar ve namus), rıfk (incelik), hedv (ahlaklılık), müsalemet (barışıklılık), deat (arzuları dizginlemek), sabır (kötülüğe ve belalara tahammül), vakar (ölçü ve olgunluk), vera (samimi kulluk), intizam ( risiplinli yaşamak), hürriyet (meşru serbest hareket), sehavet (cömertlik). Adaletin çerçevesine giren erdemleri de şöyle sıralıyor: Sadakat (saf dostluk), ülfet (karşılıklı anlaşma ve sevişme), vefa (Hakka bağlılık), şefkat (başkalarının dertlerini paylaşmak), sila-i rahm (yakınları ile ilgilenmek), mükafat (iyiliğe fazlasıyla karşılık vermek), hüsn-i şirket (müşterek işlerde iyi davranmak), hüsn-i kaza (herkese karşı dürüst davranmak), teveddüt (yakın ve dostlarının sevgisini kazanmak), teslim (her şeyi ile ilahi iradeye dayanmak), tevekkül (Allaha güvenmek), İbadet (Kulluk etmek). Bu dört ana erdemin alt birimlerinin daha alt birimlerine geçilmiş sonra. Mesela Şecaatin bünyesinde yer alan sehavetin de alt birimleri belirlenmiş. Sehavetin muhtevasında da şu hasletlere yer verilmiş: Kerem (cömertlik), isar (başkasını kendine tercih etmek), Afv (bağışlama), mürüvvet (ileri insanlık), neyl (yardım elini uzatmak), müsavat (yakınlarına yardım), semahat (cömertlikle fedakarlık), müsamahat (kendi malını başkasının faydasına terketmek). (3) İslam ahlakçıları daha da ileri gidip, her davranışın ifrat, tefrit ve itidal üzre olanlarını da ayrıştırmışlar. Mesela şu hassasiyeti değerlendirelim: Yumuşak huyluluktan ayrılınca ya aceleciliğe, şımarıklığa ve hiddete, başkasını küçümsemeye, veya alçaklık, zavallılık ve ezikliğe kapılır. Muhakkak ki zavallılık ve ezikliğin getirdiği yumuşaklık ile güçlülükten, izzetten ve şereften doğan yumuşaklık arasında belirgin bir fark vardır....Şecaat huyundan ayrılınca ya sevilmeyen yırtıcılığa veya korkaklık ve pasifliğe gider. Yüce değerler ugrunda yarışmayı ve imrenmeyi bırakınca ya hasede ve düşkünlüğe, ya elindekiyle yetinmeye maruz kalır. (4) Bu kadar ayrıntılara gidildikten sonra, bunları insan şahsiyetine yansıtabilmenin yolları aranmış. Bunun müesseselerini oluşturma çabası sergilenmiş. Hazreti Peygamber (s.a.)in ilk nesli yoğurması yönünde bir pota oluşturulmak istenmiş. Hazreti Enesten rivayet edilen bir hadis-i şerif var: Ben, diyor, Rasulullahın ellerinden daha yumuşak ne bir atlasa, ne de bir ipeğe dokundum. Resulullahın kokusundan daha hoş bir rayiha koklamadım. Rasulullaha tam 10 yıl hizmet ettim. Bana bir defa bile öf demedi. Yaptığım bir şeyden dolayı Niye böyle yaptın?, demediği gibi yapmadığım bir şey sebebiyle şöyle yapsan olmaz mıydı? da demedi. (5) Bu Hazreti Peygamberle yanyana yaşayan bir insanın insan ilişkileri algılaması... Bir insanın elini tutuyor ve bundan ipeksi bir his ediniyor. Onun kokusunda tarif edilmez bir güzellik buluyor. İşte bu erdemli toplumun resmi. Müslümanlar kendilerine işte Peygamber güzelliği taşıyacak bu terbiye - ahlak gergefini aramışlar her dönemde... İzzetbegoviç, ahlak - din ilişkisini değerlendirirken, ahlakın dinden kaynaklandığına mutlak gözüyle bakıyor ama, şu soruyu da tartışmaya değer buluyor: Dindar bir insanın ahlaken zayıf olması, buna karşılık dine inanmayan birisinin ahlaklı olması mümkün müdür? Buna evet, mümkündür diye cevap veriyor. Evet, mümkündür ama dine inanmayanın ahlakı da, gerçekte güneşin batmasından sonra sıcaklığın devam etmesi gibi, insanoğlunun dinle birlikte yürüdüğü çağların bir birikimidir diyor. İzzetbegoviç bir şeyi daha ilave ediyor: Evet ateist ahlaklı olabilir ancak, ateizmin - materyalizmin bir ahlakı olmaz. Allaha dayanmayan bir ahlak inşa etmek mümkün değildir. Şunları söylüyor İzzetbegoviç: Din olmadan, prensip ve fikir olarak ahlak olamaz; tatbikatta ise, ahlaklılık mümkündür. Ne var ki, bu pratik ahlaklılık atalet gibidir ve hareket gücünü veren kaynaktan ne kadar uzaklaşırsakendisi de o kadar güçsüz kalır. İkincisi, ateizm üzerine herhangi bir ahlak düzeni kurulamaz; fakat ateizm ahlaklılığı ve bilhassa onun daha basit bir şekli olan sosyal disiplini doğrudan doğruya bertaraf edemez. Bilakis tatbikatta konulup da, toplum teşkil etme teşebbüsüne geçtiği zaman mevcut sosyal ahlak biçimlerini mümkün olduğu kadar muhafaza etmeyi faydalı görür. (6) İzzetbegoviçin tartıştığı konudan bir yandan dindar insanın, diğer yandan dinden kopuuk çağların ahlak ilişkisine gelmek gerekiyor. Yani günümüzün ahlak problemine... Günümüz insanı, Hazreti Enesin Hazreti Peygamberle ilişkisi için ifade ettiği ipeksi münasebetler içinde değil. Kendini bir din içinde göreni ile de dine bağlı olmayanı ile de alabildiğine bir hoyratlığı, biganeliği, yıkıcılığı, kıyıcılığı, sevgisizliği, bencilliği, İslam ahlakının, hatta belki tüm dinlerin mezmum fiiller diye nitelediği her şeyi, olağan ilişki haline getirmiş bulunuyor. Onun için dünyamız açlar ve tokların, zayıflarla güçlülerin arenası, iffetin, hayanın boğazlandığı bir mezbaha durumunda... Devletlerin ahlakı yok, insanların ahlakı yok... Çıkar ahlakı diye nitelenebilecek bir vakıa, insanlığı savuruyor. İslam felsefecileri ahlakı ruhani tababet dolarak nitelemişler. İnsanın ahlakla buluşması, ruhen tedavi sürecine girmesi anlamına geliyor buna göre... Belki evrensel planda ruhi sancılar içinde kıvranan insanlığın ahlaki bir terbiye görmesi zamanı çoktan gelmiştir, ancak ondan da önce, dindar insanın kişiliğini ahlaki erdemlerin imbiğinden geçirmesi zaruret halini almıştır. Hele Kutlu Önderleri insanoğlunu bütün ahlaki erdemlerle buluşturmayı bir peygamberlik misyonu olarak ortaya koyan müslümanların.... İslamın kültür mirasında en ince ayrıntılarına kadar süzülmüş bir ahlaki çerçeve var. Artı, onun kişiliklere yansımasını sağlayacak terbiye sistemleri var. İnsanlığın ahlak rehberi olabilmek için her şey var müslümanların önünde... Ancak bu bir ahlaki seferberliği gerektiriyor. O ise, bir iradeye muhtaç... Ahlaki erdemleri tamamlama misyonunu Peygamberinden devralmış ve tüm insanlarla ipeksi münasebetler geliştirmeye azmetmiş bir Müslüman iradesine... Hayati soru şu: Neden Müslümanlar bu çağın ahlak önderleri olmasınlar? Dipnotlar: 1. Aliya İzzetbegoviç, Doğu ve Batı Arasında İslam, çev: Salih Şaban, Nehir Yayınları. 2. İbn'ül- Kayyim el- Cevziyye, Medaricüs- salikin, s. 257 3. Kınalızade Ali Efendi, Ahlak-ı Alai, sadeleştiren: Hüseyin Algül, s. 97 - 111, Tercüman 1001 Temel Eser 4. İbnü'- Kayyim, a.g.e., s.259 5. Buhari, Savm, 53 6. İzzetbegoviç, a.g.e. s. 97-111 |