๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 30 Ekim 2010, 16:59:00



Konu Başlığı: Bu Bir Tercih
Gönderen: Zehibe üzerinde 30 Ekim 2010, 16:59:00
Bu Bir Tercih... İslâm'ı Tercih Ediyorum

Sabiha Ünlü


Okuyorum..

Soruyorum,

Gencim, sorguluyorum..

Hayatı, beklentilerimi, geçmişi, geleceği...

İyiyi ve kötüyü; gençlik terazimle tartıyorum...

Nereden geldim ve nereye gidiyorum?

Fizikte okuduklarım, Kimyada kurduğum denklemler..?!

Kim, maddelere çekim ve itim özelliği veren..?!

Bedenim, dünyam ve uçsuz bucaksız evren...

Ben ise, Senin akıllı-şuurlu bir zerren,

Cüssemle orantılı değil hassalarım...

Anlıyorum ki; ben farklıyım, ben özelim...

Şımarmazsam; çok değer ifade ederim... Üstlerin üstlerine yükselirim...

Şımarırsam; çukurların en çukuruna düşerim.

CAHİLİYEYİ RED...

Gencim..

Soruyorum, sorguluyorum..

Düşünüyor ve okuyorum...

İslâm Tarihi'ni, Siyer-i Nebî'yi...

Kardeşliği, hicreti; gerçek erdemi, fazîleti...

Haksızlığa ve zulme boyun eğmemeyi öğreniyorum...

Başkanlara, reislere...

Kureyş'in zenginlerine değil saygım...

Lât'a, Uzza'ya değil...

Sadece, Rabbimin huzurunda eğilmeyi öğreniyorum...

Şahıs adedince doğrular... Yaptığı zulümlere maşa ve destekci arayanlar... Benim yolum! benim yolum! diye çağıranlar...

Sayısız efendilerin şaşkın kölesi olmayı reddediyorum...

Ne geleneksel yapının cahili yanları...

Ne modernizmin dayatmaları...

Umudunuzu kesin benden...

Yol ayrımında tercihimi yaptım..

Derin bir acziyetten, sonsuz kudrete yöneliyorum...

OKUMUŞ ADAM, AÇIK OLUR!


Namazımı aylardır düzenli kılıyorum..

Hiç aksatmadan...

Sıra örtünmekte...

Örtüneceğim...

Rabbimin emri olduğu için örtüneceğim...

Yavaş yavaş etrafa söylüyorum niyetimi...

"Ne gerek var?" diyor, komşular.. "Sen okuyorsun"

Ama Allah (c.c.)'ın emri?!.. Hem siz de örtülüsünüz..

"Tamam da, günahı onların boynuna" diyorlar.. "Hem okunur, hem örtünülür mü? Ah biz senin yerinde olsak..."

Benim yerimde olsanız mı?

"Tabii ya.. Mahallede olmuyor... Ama şehre indiğimizde başörtümüzü kaydırıveriyoruz..."

Hem "Çok gençsin" diyorlar...

"Okulun bitsin, evlendikten sonra örtün..."

"Hem daha saçlarını yeni kestirdin... Hiç göstermeden, hemencecik, ne diye örteceksin?"

ÖRTÜNÜYORUM...

Yarın fakülteye başlıyorum...

Kararlıyım... Başımı örtüp gideceğim...

Lise yıllarında da, zaman zaman öğretmenlerimle ters düştüğüm olurdu...

Deniz Gezmiş'in idamına sevinen sağcı öğretmen kadar, bu olaya çok üzüldüğünü söylerken Kur'an-ı Kerim'e de iftira etmeyi ihmal etmeyen solcu öğretmen de, aynı şekilde üzmüştü beni...

Ve şimdi üniversite...

Kimbilir, kimlerle karşılaşacaktım...

Üstelik örtülü de olacaktım...
Görüntüm, düşüncemi hemen ele verecekti...
Belki, üniversitede söz hakkı bile verilmeden reddedilecektim...
O gece düşüncelerle geçti...
Ertesi gün neyle karşılaşacağımı bilemiyordum...
Şöyle sorulursa, ben de şöyle derim...
Örtüme itiraz ederlerse şu cevabı veririm...
Zihnimde kuruyor, itirazlara kendimi hazırlıyordum...
Örtünmekle doğruyu yapacağımdan emindim...
Zira, kimseye karşı gelmek, kimseyi sinirlendirmek değildi amacım...
Kimseyle ters düşmek istemezdim...
Hele kendilerinden ders dinlemek zorunda olduğum hocalarımla...
Ama galiba kaçınılmazdı bu...

TANSİYONU YÜKSELTİYORDUK ?!


Hocamız çok yaşlıydı...

Rahatsız olduğu için bir dönem asistanlar girmişti derse... O gün dersi profesör hanım yapacaktı...

Kapıda saygılı ifadelerle karşıladılar hocayı...

"Hocam hoşgeldiniz!"

"Hocam buyrun!"

Profesör gözlüğünü düzeltip şöyle bir baktı içeriye. Bizi gördü. (Başörtülü iki arkadaştık)

Uzunca bir aaaa! çekti...

"Onlar içerde kaldıkça ders anlatmam mümkün değil" dedi... "Tansiyonum yükseldi bile, onları gözüm görmemeli".

Hocayı sakinleştirmeye çalıştı asistanlar...

Biz de yaşlılığına hürmeten:

"Hocam!" dedik. "Sınıftan çıkmamız mümkün değil... Zira yoklama var... Ama, madem ki bu kadar etkileniyorsunuz, sizin gözünüzün önünde oturmamaya çalışırız... Arkadaşlarımızın dersine mani olmayalım... Buyrun lütfen..."

NEDEN ÖRTÜNÜYORDUK ?!


Arkadaşlarımız...

Onlarla problemimiz yoktu...

En çağdaşından, en muhafazakârına; arkadaşlık ilişkilerimiz normal sürüyordu...

En çok sorulan soru: "Neden örtündüğümüzdü..."

Kız arkadaşlarımız çok rica ettiler bir gün ...

" Biz size inanıyoruz, ama saçınızı doğrusu çok merak ediyoruz" dediler...

Samimiydiler gerçekten...

Uygun bir mekanda açtık ve gösterdik... Baktılar ki; saçlarımızı çirkin olduğu için örtmüyoruz... Defalarca özür dilediler...

Malûm seksen öncesi...

Örtülülerin çok az sayıda olduğu, öğrenci olaylarının yoğun yaşandığı dönemlerdi...

Sol görüşlü arkadaşlar kadar, ülkücü arkadaşlarla da olayları değerlendiriyorduk...

Sorumlu hissediyorduk kendimizi...

Gerek hocalarımız, gerekse arkadaşlar, bir olumsuzluğa şahit olduklarında bize hesap soruyorlardı:

"Bu dinimizde var mı peki?"

ONLAR DUYARLIYDI


Evet, öğrenci hareketleri yoğundu seksen öncesi...

Sık sık, mitinge dönüşen cenaze törenleri olurdu...

Sınıfta törenlere gidenler olunca, bazı hocalarımız ders yapmazlardı... "Gelin geçmiş konuları tekrarlayalım" derlerdi...

Bazen "Arkadaşlarınızın bir kısmı yok" denilerek, laboratuvarların iptal edildiği de olurdu...

Ya,hocalarımızın gönülden desteklerinden kaynaklanıyordu bu davranış... Ya da tehdit aldıkları içindi. Asistanların anlaşmalı işgüzarlıkları ve yaranma hareketi de olabilirdi tabii...

MEMURA KILIK KIYAFET GENELGESİ

Okulu bitirdikten kısa bir süre sonra çalışma hayatına atıldım...

Örtülü çalışıyordum...

Toplam sayımız on'u geçmese de; çalıştığım hastahanede, doktor, eczacı, biolog, hemşire, laborant; her dalda örtülü arkadaş vardı...

12 Eylül darbesinin hemen ertesinde hastahanemiz basıldı...

Arama, tarama ve gözaltılarla olağanüstü dönem başladı...

Memurlara ilişkin Kılık Kıyafet Yönetmeliği'nin ilk uygulamaları bizim hastahanede yapıldı...

Sivil başhekim, görevi, askeri başhekime (Albay'a ) devretti...

Sıkıyönetim tüm ağırlığıyla çöktü hastahanenin üzerine...

Albay (Başhekim) : "İhtilali sizin için yaptık" diyordu... " Paşa olmam sizin başınızı açtırmama bağlı."

Atatürk büstü küçük görünmüştü gözüne... Bunun kocamanını istiyordu... "Tırnaklarınızla kazıma pahasına da olsa, acele yapılacak" diyordu...

İbretle izliyorduk olan biteni...

1960 İhtilâlini "canlı örneklerle" büyüklerimizden duyuyorduk... Kitaplardan öğrendiğimiz kadar biliyorduk... 1980 İhtilâlinin bizzat içindeydik, fiilen yaşıyorduk...

ATATÜRK VE BAŞÖRTÜSÜ


Başörtümüzü savunmaya gidiyoruz...

Arkadaşlarımızın bir kısmı Atatürk'ün yakınlarının (eşinin ve hanımının), başörtülü resimlerini yanlarına aldılar... Ayrıca, Ata'nın, hanımların kıyafetini serbest bıraktığına dair sözlerini ve İslâm'ı öven söylevlerini derleyip Başhekim'e sundular...

Albay, alaylı alaylı tebessüm etti... "Siz ne kadar da safsınız" dedi. " Atatürk örtüyü hemen yasaklasında halkı karşısına mı alsındı... O, alıştıra alıştıra yaptı bunu... Hem siz Atatürk'ün hilafeti savunan pek çok sözünü de bulabilirdiniz...

O, önce savunur görünmüş, ortam müsait hale gelince -herkesten önce- hilafetin kalkması için, o gayret göstermiştir."

Albay sayesinde işin bu yönünü de öğrenmiştik.

Karşımıza; Atatürk ilke ve inkılâplarına aykırı davrandığımız iddiasıyla çıkıyorlardı...

Bu bilgilenmeden sonra; "Atatürk örtüye karşı değildi" ifadesi savunma şansını yitirdi...

CUNTA BİLİNÇLİ


Bir seferinde Albay (Başhekim), Kur'an-ı Kerim'de, sûrelerin başındaki harflerin (elif, lâm, mim gibi) ne anlama geldiğini sordu...

Mukâtaa Harfleri olduğunu söyledik ve bilinen şekliyle açıkladık...

"Hayır " dedi Albay... "Yanlış biliyorsunuz, o harfler, o sûreyi yazan vahiy katiplerinin imzaları..."

Bilinçli bir cuntayla karşı karşıya olduğumuzu anladık.

GENELE UYGULANAN İLK BAŞÖRTÜ YASAĞI

Bu arada tekrar fakülteye başlamıştım...

Biyoloji'yi, Psikoloji'yle tamamlamak istedim. Amacım Klinik Psikolog olmaktı...

1982'de ikinci sınıfın sonlarında, -bu sefer fakültelere- başörtü yasağı geldi.

Şaşırmıştım....

Gerçi Cunta'yı, hastahanede çalışırken yakından tanımıştım...

"Sizin için ihtilâl yaptık" diyenler, elbette, sadece kamu kurum ve kuruluşları'na baskı yapmakla yetinmeyeceklerdi...

İmam Hatipler ve fakülteler sıraya girdi.

Hatta, Kenan Paşa, Erzurum gezisinde, kendisinden su ve yol isteyen Erzurum'lu kadınlara: "Siz önce şu yeldirmelerinizi çıkarın bakalım" diyerek, böyle örtülü oldukça su ve yolu haketmediklerini ifade ediyordu...

Gene Adana'da, aynı Paşa, başörtüsünü çamura atıp çiğneyerek, Allah (c.c.) ?ın emrine duyduğu saygısızlığı gösteriyordu...

Böyle bir ortamda, öğrencilerin serbest bırakılması beklenemezdi tabii...

ÖĞRENCİ DESTEKSİZ VE YALNIZDI

Ümitleniyorduk.

En azından bazı fakültelerde inançlı hocaların çok olduğunu duyuyor, oralarda uygulanamaz diye düşünüyorduk...

Talebeleri sırf örtülü diye içeri alınmazken, onlar nasıl içeride rahatça derslerini işleyebilirlerdi?... Bu imkânsız gibi geliyordu...

Ama gerçekler acıydı...

Edebiyat Fakültesi bunca öğretim görevlisi ve dindar bilinen idaresiyle yasağı en ciddi uygulayan yerlerdendi...

Hocalarla görüştüğümüzde;

Kimisi: "Elden ne gelir. Yapacağımız büyük hizmetleri düşünün ve açın. Günahı onların boynuna" diyor, kimisi Kapıcı Hasan Efendi'nin yabancı olmadığını, kapıda saçımızı ona gösterip girmenin fazla mahsuru olmayacağını ileri sürüyordu.

Okula alınmıyorduk...

Günler geçti, vizeler başladı... Biz kapılardayız...

Bazı arkadaşların aileleri geldi memleketten...

Kızlarının başını açıp zorla içeri itekleyen babalar vardı...

Kimi arkadaşlar başı açık dolaşmayı kabullenmiş görünüyorlardı...

Kimi kardeşlerimiz hergün yeni bir peruk şekli ile dekanlığa çıkıyor, belki biri kabul edilir ümidiyle dolaşıyorlardı...

İçimizden fenalaşanlar, depresyona girenler, çaresiz memleketine dönenler... Acının her türü yaşandı...

KRAVAT MECBURİYETİ...


Bu arada başörtü yasağını dengelemek için, erkeklere de kravat zorunluluğu getirildi... (Gerçi, maddelere bakılırsa, hanımlara mini etek, aşırı makyaj falan da yasaktı ama, onlar pratikte hiç uygulanamadı... Zaten göstermelikti.)

Gençlerin çoğu kravattan hoşlanmıyorlar...Takmak niyetinde değiller, ama o günlerde kravatsızlar içeri alınmıyor.

Çözüm buldular...

Bir kravat yeterliydi... Biri takıp içeri giriyor, üst kattan kravatı bahçedeki arkadaşlarına atıyordu...

Böylece devri daim yapıyordu o tek kravat.

ÖZGÜRLÜĞÜN BEDELİ


Ama başörtü ?!

Ona hiçbir hile uygulayamazsınız... Çıkarıp takamazsınız... Bir seferlik deyip kenara bırakamazsınız...

Örtümüzün ne kadar dürüst ve hayati olduğunu bir kez daha anladık.

Alınmadık fakülteye...

Dönem kaybetmeyi, sene kaybetmeyi, hatta okulu tümden kaybetmeyi göze aldı arkadaşlar...

Her fakültenin; tıptan, dişcilikten, eczacılıktan, işletme- iktisat'tan, bütün örtülü kardeşler dayanışma içindeydik.

Derslere başladık...

Ehil gördüğümüz hocaları davet ettik...

Okuduk, yazdık, dinledik...

Bir taraftan okulda mücadele ederken, diğer taraftan dinimizi daha iyi öğrenmenin çabasını verdik... Beslendik...

Başımızı açmamakla, en doğru kararı verdiğimizden emindik...

Disipline verildik...

Cezalar aldık...

Belki dönem, sene kaybettik...

Ama çoğumuz, eninde-sonunda okulları bitirdik...

Yasaklar hiç bitmedi...

Arada yumuşamalar olsa da, neticede hep mahkum edildik...

***

Şimdi kardeşlerimizin yanındayız.

İnandığı gibi yaşamanın mücadelesini veren kardeşlerimizin...

Kutluyoruz onları...

Özgürlüğün; gerçek özgürlüğün bedelini ödüyorlar... Kutluyoruz.