๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 13 Temmuz 2010, 17:35:42



Konu Başlığı: Benim adayım şahsiyet
Gönderen: Sümeyye üzerinde 13 Temmuz 2010, 17:35:42
Benim adayım 'şahsiyet'


Sinoplu Diyojen yanlış söylemiş "Gölge etme" diyeceğine, keşke "gölge olma
başka ihsan istemem" deseydi hatırını soran Makedonyalı İskender'e
Siz, hesap yaparken, bir şeyin gölgesini hesaba katar mısınız? Ben katmam
Çünkü gölgeler solda sıfır gibidirler; bin tane gölge bir 'şahsiyet' etmez,
tıpkı soldaki bin tane sıfırın toplam değerinin yine sıfır olduğu gibi
İnsanlar ya gölgedirler, ya da şahsiyet Gölge iseler, gölgesi oldukları
biri vardır; yani kölesi oldukları biri O birine, siz 'gölgeci' de
diyebilirsiniz Gölgeci, insanları kendisinin gölgesi olarak görmekten zevk
duyar Ve hiçbir gölge iradeli hareket edemez

Gölgelerin ne sevgileri gerçek sevgidir, ne de nefretleri sahici nefret
Onlar, kendisinin patlıcanın değil padişahın dalkavuğu olduğunu söyleyen
muzip gibidirler; sevgi ve nefretleri gölgecininkine ayarlıdır Emirle
severler, emirle nefret ederler

Oysa ki, şahsiyetler, kendilerine ait bir kafa ve kendilerine ait bir yürek
taşıdığının bilincinde olan insanlardır O kafayı düşünmek, analiz yapmak,
yerinde onaylamak ve yerinde reddetmek için; o yüreği de duymak, sevgiye
değer olanı sevmek, inanmaya değer olana inanmak, nefreti ve inkarı gerekli
olandan da nefret etmek ve reddetmek için kullanırlar

Gölgenin "ben idraki" olmaz; dolayısıyla "omurgası" da olmaz Bu nedenle,
hiç bir gölge hiç bir zaman "bir başkası olmak"tan kurtulup "kendisi"
olamayacaktır Ve omurgası olmayan hiç bir gölge, hiç bir zaman dik
duramayacaktır

Gölgelerle yapılan siyasetin içerisinde "şahsiyeti" aramak da beyhude bir
uğraştır elbet Gölgelerin yaptığı siyasetin omurgalı olmasını beklemek
abesle iştigaldir Dik durulması gereken yerde, dik durmasını
bekledikleriniz yerlerde sürünüyorlarsa, gerçek nedeni işte budur

Tarihi bir tecrübedir: Kadrolar şuurlandırılır, kitleler şartlandırılır
Peki bizde nasıl yürür bu işler: Kadrolar şartlandırılır, kitleler
şuurlandırılmaya çalışılır Bu ikincisi olmayacak iş

Gelelim kadrolara… Evet, kadrolar şartlandırılır, çünkü şuurlandırılırsa,
başlarında buldukları demirbaşların konumunu sorgulamaya, onların oraya
hangi çaba, liyakat ve vasıfla çıktıklarının hesabını istemeye başlarlar

Onun için de, gölgeci liderler şu ezeli taktiği uygularlar: Dama çık,
merdiveni çek Merdiveni çek ki, senden sonra kimse senin çıktığın yere
çıkamasın Ondan sonrası kolay: Bir yandan "Hadi aslanlarım, koşun, geride
kalanı elerim!" salvoları, bir yandan da "O kadar da değil, beni geçeni
vururum!" tehditleri

Tüm sorunumuz, insan kumaşının kalitesinde düğümleniyor Kumaşı kaliteli
insanları siyasete taşırsanız, kaliteli siyaset üretirler; ticarete
taşırsanız, kaliteli ticaret Tersi de geçerli O halde, en akıllıca
yatırım, siyasetten de, ticaretten de önce, insan unsuruna olan yatırım

Tabi ki, hayatın alanları, birbiriyle bıçak sırtı gibi ayrılan şeyler
değildir Ne ki, "Ne yapmalı?" sorusunun doğru cevabı da "Nereden
başlamalı?" sorusundan bağımsız bulunamaz Geleceğin inşası için harekete
geçen bir kitlenin, politikaya yatırımının insan unsuruna olan yatırımına
oranı, bir buz dağının su üstündeki kısmının su altındaki kısmına oranı
kadar olmalıdır Yalnızca böyle yapan bir hareket, toplumsal dönüşümün
lokomotifi olmayı hakeder ve yaşadığı zamanın aktif öznesi olur Değilse,
kendisine umut bağlayan kitlelerin umutlarını yad ve yabancı lokomotiflerin
hoyrat emellerine peşkeş çeken birer vagon olurlar ki, bu tam da yaşadığı
zamanın "pasif nesnesi" olmaya tekabül eder

Bütün bunları bana hatırlatan, Rasulullah'ın Buhari tarafından aktarılan
bir hadisi oldu Burada aktarayım, bakalım size neler hatırlatacak:
"İnsanlar da develer gibidir: Bazen yüz tanesi bir arada bulunur da,
içlerinden, binmek için bir tane bile bulamayabilirsin"



ALINTI