๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 03 Temmuz 2010, 15:45:34



Konu Başlığı: Ben Yürek safındayım Rengim Hiç Değişmedi
Gönderen: Sümeyye üzerinde 03 Temmuz 2010, 15:45:34
Ben Yürek safındayım Rengim Hiç Değişmedi...



Uzviyetime takılıp kalıyorlardı Ruhumun uzviyetimden bin kat fazla olduğunu bilecek yürekleri yoktu Belki yürekleri pusluydu İnsanı ruhuyla, özlemleriyle kavrayacak içimdeki o lümsüzlük sesini duyacak cenkten yoksundularBen yürek safında olduğumu görecek, içimdeki boşluğu dolduracak bir yâr bulmak için çıkmıştım yola Azığım ülkümdü, inançlarımdı Onu ve beni ölümsüz yapacak o çağıldayan iç besteydi Gözlerine dünya kaçmıştı görmüyorlardı, kulaklarınıçirkin sesler kapatmıştı duymuyorlardıYalnızlığımı taşıyacak takatim kalmamıştı İçimdeki çağıldayan beste meczup kılmıştı beni ki Leyla çıktı karşıma Güller diyarındaydık Bir akşam vaktiydi Sefasını korkulu düş çocuklarına, cefasını melâl neslinin son kalesi olan bana bırakan bir akşam vaktiydi Leyla öyle veya böyle melâl neslini andıran bir güzellik taşıyor gibi göründü bana… Bütün büyük acı sahiplerinde olduğu gibi suskun, mahzun bir biçimde Leyla’nın karşısına çıktım

—Seni seviyorum Leyla, seni seviyorum Leyla, seni seviyorum Leyla dedim
Ölümsüzlük bestesinin bestekârına uyarak Leyla umursamaz bir sesle:
—Sen beni sevemezsin! Sevmemelisin Bir şeyi üç kere tekrarlaman da doğru de ğil dedi İlk darbeyi almıştım Yalnızlığım, hüznüm, içbestem, ölümsüzlük aşkım Leyla’ya Leyla’yı gösterecek güçteydi
—Seni niçin sevemem Leyla, niçin sevmemeliyim?
Leyla bu soruyu beklemiyor gibi bitirmek isteyen bir can sıkıntısıyla:
—Biz ayrı dünyaların, ayrı kültürlerin insanıyız Hüseyin anlamıyor musun? Bu nasıl ayrı bir dünya, nasıl ayrı bir kültür bilmek istiyordumDünyaları, coğrafya ları bile farklı olan imanlar ‘asgari müşterek’ ararken bizim ayrılığımız nasıl bir temele dayanıyordu, öfkeyle sordum:
—Aynı kitaba eğilen, aynı kıbleye yönelen insanların dünyaları, kültürleri nasıl ayrılır Leyla? Bir duvarın taşları, bir elin parmakları nasıl ayrılır?
Leyla dünyasına hiç bakmamış, kültürünün temellerini irdelememiş bir sığlıkla:
—Sen bir alevisin Ben bir sünniyim… Müslüman olmalısın ki senin sevgin be
nim için bir anlam taşısın Ya da ben bu sevgiden rahatsız olmayayım
İşte bu nokta benim içime hançerin saplandığı andır Bu nokta benim
‘siyah kadının oğlu’ diye ayrı tutulan Bilal efendimize ciğerimin kanadığı noktaydı Bilal efendimiz Allah’ın resûlüne gitmişti Yüreğindeki hançeri, kana yan ciğerini Resûrullah Efendimize götürmüştü Peki, ben kime götürecektim? Kim incinmişliğimi giderecekti? Kim ruhumun kanayan yarasına merhem olacaktı? Ama biliyorum, haklı olmak yalnız olmaktır Yalnızlık değerler keşmekeşinde haklılık gibi geliyordu bana
Leyla’ya doğru döndüm, içimdeki hançeri gece yolculuğunun yönelişine bırakarak:
—Leyla, Bilal efendimizi unutma! Rümeysa, cennetteki önde yürüyüşünü aşkını imana sevk ederek kazandı Sen cenneti, imandan uzaklaştırarak kaybeden olmayasın, dedim Çıktım oradan Sanki zindandan çıkmışım gibi bir ferahlık duymuştum
Ne kadar yürüdüğümü bilmiyorum Deniz coşmuştu Ruhumdaki hançer battıkça deniz daha bir coşuyordu Günahlarına fikir katan bu insanlar nasıl arınacaktı bilmiyorum Ben sesimin yankı bulmamasına değil, yalnızlığıma değil, melâl nesli oluşuma değil ne hikmetse Bilal efendimize ve Rümeysa annemize ağlıyordum Sonra bir siluet beliriyordu karşımda, bir ses tutuyordu beni:
-‘Milletimin imanını görmek için selamette
Bu dünyada garibim ve dahi ahrette’ diyen bir ses… Bu talihtir! İçinde hançer olan bir talih, gözyaşı olan bir talih!


Hüsnü Cemal