๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 22 Haziran 2010, 14:14:42



Konu Başlığı: Ben bir ateş gördüm
Gönderen: Sümeyye üzerinde 22 Haziran 2010, 14:14:42
Ben bir ateş gördüm







“BEN BİR ateş gördüm” gibi bir sözü kim söyleyebilir? Muhtemelen, herkes. Çünkü herkes, hayatının en az bir anında bir ateş görüp böyle bir söz söylemiştir. Hele ki bir yolculuk anında bir ihtiyaç zuhur ettiğinde her insanın pekâlâ söyleyebileceği bir sözdür bu: “Ben bir ateş gördüm.”

Gelin görün ki, hemen herkesin dilinden dökülmüş olması muhtemel bu söz, âlemler Rabbinin Kelam-ı Ezelî’sinde, onun âyetleri arasında zikrolunmaya değer bulunmuş bir sözdür de. Âlemler Rabbi, her kulunun söylemesi muhtemel bu sözü Musa adlı bir kulunun dilinden döküldüğü haliyle, üç kere zikreder bize Kur’ân’ında:

“Siz durun, ben gerçekten bir ateş gördüm” dedi. “Umarım ondan ya bir haber, ya da ısınmanız için bir kor parçası getiririm.” (Kasas, 29)

“Ben gerçekten bir ateş gördüm” dedi. “Size ondan ya bir haber veya ısınmanız için bir kor ateş getireceğim.” (Neml, 7)

“Hani bir ateş görmüştü de, ailesine şöyle demişti: ‘Durun, gerçekten ben bir ateş gördüm; umulur ki size ondan bir kor getiririm veya ateşin yanında bir yol gösterici bulurum.’” (Taha, 10)

Hepimizin söylemesi muhtemel bu sözü Hz. Musa söyleyince, bu söz ona atıfla Kelâm-ı Ezelî’de üç kere tekrar edilmeye değer bir kıvam kazanmıştır; çünkü, Hz. Musa, gördüğü bu ateşin olduğu vadiye bir kor veya bir haber umuduyla gittiğinde, korların en parlağı ve haberlerin en büyüğüyle karşılaşmıştır. Açıkçası, gördüğü bu ateşin peşine düşmesiyledir ki, Hz. Musa, mukaddes Tuva vadisine ayak basıp vahiy nuruyla nurlanmıştır. ‘Sıradan’ bir ihtiyacın vadiye sevkettiği Hz. Musa, böylece, ancak az sayıda seçilmiş kula nasip olan bir büyük vazifeyle ve yalnızca ona nasip olan iki mucizeyle dönmüştür. Elinde, geride bıraktığı eşini ve çocuklarını ısıtacak kor yoktur gerçi; ama sağ eline ‘yed-i beyzâ’ mucizesi verilmiştir; eli karanlığın içinde nurlu bir lamba gibi parlamakta ve nasıl mazhar olduğu vahiy Musa aleyhisselamın iç dünyasını aydınlatmışsa eli de ortalığı öyle aydınlatmaktadır. Yine elindeki asâ da bir büyük mucizenin simgesidir artık. Asâ-yı Musa’dır. Kâh vurduğu yerden su çıkarmakta, kâh sihirleri yutup yokluğa atmaktadır.

On yıl önce, bir haksızlık karşısında verdiği tepkiye binaen Mısır’ı terk etmeye mecbur kalan Hz. Musa, mucizeler sahibi bir peygamber olarak Mısır yolundadır şimdi.

On yıl önce, bir haksızlık karşısında tepkisini biraz sertçe ortaya koyup istemeden bir Kıptî’nin ölümüne sebebiyet verdiğinde Firavun sarayında bir ‘prens’ olarak yaşadığı hayatı terk edip yollara düşmüştür genç Musa. Canına kasdolunan Mısır’dan kaçarak geldiği Medyen diyarında gördüğü bir başka haksızlığa gösterdiği ‘ölçülü’ tepkiye karşılık, Şuayb aleyhisselam gibi bir kudsî nebînin önce misafiri, sonra çobanı ve damadı olmuştur. (Medyen’de Rabbinden gelecek ‘her hayra muhtaç’ halde bir kuyu başına gelen Hz. Musa, orada koyunlarını sulayan erkeklerin, iki genç kızı evvelce orada olmalarına rağmen beklemeye mecbur bıraktıklarını görmüştür. Çünkü onlar kadındır, zayıftır, haksızlığa fiilen karşı koyacak güçleri yoktur. Ama Hz. Musa, bu haksızlığa karşı, kuyudan bizzat su çekip, belki hayatlarında ilk defa, bu iki genç kızın doya doya, kana kana su içmelerini sağlamıştır.)

Ve şimdi, on yıl aradan sonra, yine Mısır’a doğru yol almaktadır ve bir kor veya bir haber umuduyla gördüğü ateşin olduğu vadide kendisine vahyolunan emr-i ilâhî mucibince, Firavun’a hakkı tebliğle memur bir Allah elçisidir o.

Her ânı, her karesi ayrı bir hikmet yüklü kıssanın tam da burasında, dikkat çekici bir ‘ayrıntı’ vardır.

Musa aleyhisselam, ne için ateşin olduğu yere yönelmiştir?

Çünkü çöldedirler, gece vaktidir. Çölde gece, kimi vakitler, ziyadesiyle soğuktur. Ve yine çölde, geceleyin yol almak da, konaklamak da müşkildir. Yol almak için ışığa ihtiyaç olduğu gibi, konaklamak için de vahşi hayvanları ve haşeratı konaklanılan yerden uzak tutacak ışığa ve ateşe ihtiyaç vardır. Çoluk çocuğun ısınması için de öyle.

Yani, Hz. Musa’ya “Ben bir ateş gördüm” dedirten, ailesiyle ilgili bir ihtiyaçtır. Sözünün devamında, “Umulur ki, ondan bir kor veya bir haber getiririm” demesi de bunun delilidir. Ateşin varlığı, o ateş etrafında konaklamış bir grup insanın varlığını düşündürmüştür ona. Karanlıkta yol, iz bulmak veya uygun bir yerde konaklamak için, onların vereceği bilgiye; keza bir parça kora ihtiyaç vardır.

Eşinde ve çocuklarına karşı sorumluluğunu müdrik bir baba olarak ateşin olduğu yerden bir kor veya haber edinmek üzere giden Hz. Musa’nın, ailesine “Siz durun” deyip kendisinin gitmesi de manidardır. Sorumluluğu alan, yükü üstlenen kendisidir. Hem, aile efradı içinde kendisini en ziyade savunabilir durumda olan da odur. Bir kor veya haber umuduyla gidilen yerde yaşanması muhtemel bir kötü duruma karşı da, kendisi risk alarak yola koyulmakta; eşini ve çocuklarını daha emniyetli bir noktada, geride tutmaktadır.

Velhasıl, bir koca ve bir baba olarak zahirde ‘dünyevî’ bir ihtiyacı karşılamak içindir Musa aleyhisselamın o gece vakti çölde ateşin olduğu yere doğru yolculuğu. Ateş almaya gitmiş, âlemler Rabbiyle buluşmuş, nura kavuşmuş, iki büyük mucizeye mazhar olmuş ve bir büyük vazifeyle tavzif olunmuştur.

Hadisenin bu veçhesi, bizatihî dünya hayatını ve bu dünya hayatı içinde ‘derd-i maişet’i ubudiyet engeli olarak gören bizlere de bir ders veriyor gibi geliyor bana.

Ateşe gidip nuru bulan Hz. Musa, maddeden mânâya, dünyadan ahirete, derd-i maişetten marifetullaha giden bir yol bulmanın timsali sanki.

Dünya hayatı içindeki vazifelerine sırtını dönerek değil, bu vazifelerin gerektirdiği sorumluluğu üstlenerek; dünyadan vazgeçerek değil, dünyanın içinden geçerek kemâlâta ulaşmanın timsali...

“Ben bir ateş gördüm” deyip yola koyulan kudsî nebî, mazhar olduğu vahyin yanısıra, yed-i beyzâsı ve asâ-yı Musa’sı ile bize de bir mesaj vermektedir: Nuru arayan nârdan, ahretin izini süren dünyadan korkmamalıdır. Bir insan, meselâ bir koca ve bir baba olarak sorumluluğunu üstlenmek, bir mü’min olarak marifet ve rıza-yı ilâhî basamaklarında yol katetmenin ilk adımı ve ön şartıdır.


Metin Karabaşoğlu