๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 04 Kasım 2010, 11:09:35



Konu Başlığı: Belalara Sabır
Gönderen: Zehibe üzerinde 04 Kasım 2010, 11:09:35
Belalara Sabır

Abdurrahman Candan


İnsanoğlu bu dünyada hep rahat ve afiyet içinde yaşamak ister, özellikle maddenin elinde esir olan ruhlar en ufak bir sıkıntıya bile düşseler hemen şikâyete başlarlar. Hâlbuki Hakk Teâlâ, Kur’an-ı Kerim’de bizi korku, açlık, mallardan, canlardan ve ürünlerden azaltma ile imtihan edeceğini bildirmiştir. (bkz. Bakara, 155) Bu durumda Müslüman imtihan edildiğinin farkında olmalı ve musibetler karşısında sabra sarılmalıdır. Bunu başarabilmek için ise nimetin ve belanın ne olduğu konusunda fikir sahibi olmak gerekir. Zira nice nimet görünen şeyler aslında musibet, aynı şekilde nice musibetler ise aslında mahza nimettir. İmam Rabbanî hazretleri 64. mektupta nimet ve elemleri şu şekilde bize tanıtır:

Bilmelisin ki bu dünyanın nimet ve elemleri bedeni ve ruhani olmak üzere ikiye ayrılır. Bedene lezzet veren her şeyde ruh için elem, aksine vücuda elem veren her şeyde ruh için lezzet vardır. Bu bakımdan ruhla beden arasında bir zıtlık vardır. Ruh,  bedenin seviyesine inip onunla irtibat kurduğu için onun hükmünü almıştır. Böylece ruh, bedenin lezzet duyması ile lezzet duyar, acı duyması ile de acı duyar hale gelmiştir. (64. Mektup)

İmam Rabbanî hazretlerinin bu ayrımı maalesef bugün Müslümanlar arasında bile tam olarak bilinmemektedir. Pek çok Müslüman bu ayrımın farkında olmadığı için bütün hedef bu dünyada bedeni rahat ettirmek, canımızın her istediğini hemen yerine getirmek olmaktadır. Bunun aksine dünyevi konforlarımızdan biraz eksilme olsa son derece mutsuz olunmaktadır. Hâlbuki yukarıdaki ayette de bildirildiği üzere insanın asıl kalitesinin ortaya çıkması için onun değişik şekillerde imtihan edilmesi gerekmektedir. İmam Rabbanî’ye göre ruhun zevkleri ancak bu tür musibetler karşısında sabır ile ortaya çıkar. Bunun aksine insan bedeninin çektiği geçici elem veya zevkleri tek hakikat vehmedip de onun peşine düşenleri diğer akılsız canlılarla eş tutmaktadır.

“Bu mertebe adeta hayvanlar gibi olan sıradan insanların mertebesidir. “Sonra insanı aşağıların aşağısına attık” (Tin, 5) ayeti bu tür insanlar hakkındadır. Eğer ruh bu durumdan kurtulamaz ve asıl vatanına dönemez ise ona bin defa yazıklar olsun, İnsanların mertebesi yaratılanların en arkasındadır. Bu sebeple o yüce huzurdan geri kalmıştır. Eğer bu uzaklık ve gurbetten dönmez ise yaratılanların içinde insan gibi bahtsız bulunmaz.” (64. Mektup)

Allah Teâlâ insanı en mükemmel bir şekilde yarattığı halde onu imtihan için esfel-i safiline, yani ruh âleminden cisim âlemine indirmiştir. İnsanın vazifesi ise Hz. Peygamberin ve onun varislerinin rehberliğinde tekrar o ilk haline dönmektir. Bunun için ise önce ilim sonra amel daha sonra da irfan gerekir. İmam Rabbanî ilim boyutunda bize acı ve elemlerin açıklamasını yapmış ve insanın bu konudaki yanlış algılarını düzeltmeye çalışmıştır. İmam Rabbanî beşeriyetin kesafetinden kurtulamayan insanların yanlış algılarını şu şekilde tasvir eder:

Ruh, içinde bulunduğu manevi hastalığı sebebi ile çektiği elemi lezzet, aldığı lezzeti de elem zannediyor. Tıpkı safralı hasta gibi. (Bu hastalığa yakalanan kimse) safrası sebebi ile tatlı şeyleri acı hisseder.  Bu hastalığın giderilmesi için akıllı kimsenin tefekkür etmesi gerekir. Ta ki cismani elem ve musibetlerden lezzet duyabilsin. (64. Mektup)

İmam Rabbanî bedenî acı ve musibetlerden zevk alabilmemiz için işin aslını tefekkür etmemizi tavsiye etmektedir. Zira musibet ve belalar gerektiği gibi sabredildiğinde insanı Hakk Teâlâ’ya en kısa yoldan ulaştıran birer binektir. Padişahın huzuruna davet edip te kendisine hızlı bir Arap atı hediye gönderdiği insan acaba üzülür mü yoksa sevinir mi? Aynen bu şekilde bela ve musibetler Allah Teâlâ’nın kulunu imtihan edip başaranları kendi huzuruna kabul edeceği bir fırsattır. Böyle bir fırsat verilenler şikâyeti bırakıp imtihanın gereklerini yerine getirmeli, Kuran’ın bize açık olarak öğrettiğine göre: “O sabredenler kendilerine bir bela geldiği zaman: Biz Allah içiniz ve O’na döneceğiz” ayetinin mazharı olmalıyız. Eğer bu fırsatları kullanamaz isek bu dünyanın yaratılmasının ve insanın buraya gönderilmesin hiçbir manası kalmayacaktır. Bu konuyu İmam Rabbani şöyle dile getirir:

İyi düşünülürse ortaya çıkacaktır ki, eğer dünyada elem, musibet ve hastalık bulunmasa onun arpa tanesi kadar kıymeti olmazdı.  Bir takım musibet ve belalar sayesinde dünyanın karanlığı bir nebze olsun kalkmaktadır. Belaların acılığı tıpkı hastalığa iyi gelen ilaçların acı olması gibidir.

Tabi bu tür musibetlerin nimet olması insana Allah Teala’yı hatırlatması sebebi iledir. Eğer bir Müslüman böyle durumlarda aciz bir kul olduğunu unutur da Allah Teâlâ’dan hakkını alamamış bir alacaklı gibi şikâyet ederse, bu belalar onun için nimet değil azab olur. Unutulmamalıdır ki kulluğun aslı Hakk karşısında acziyetin farkına varılması, tevazu ve inkisardır. Genelde insan nimet ve bolluk içinde iken bu tür duyguları yaşayamaz. Ancak Ebu Bekir es-Sıddîk yaratılışındaki insanlar hem bollukta hem de darlıkta Allah’ı unutmazlar.

“O halde işin özü yaptığımız iyilikler konusunda bile boyun büküklüğü, acziyet ve muhtaçlık duygusuna varmaktır. Bu iş bizim gibi terbiye ehline ve iyi yaşama arzusunda olanlara son derece zor görünmektedir. “Ben insanları ve cinleri ancak bana ibadet etmeleri için yarattım.” (Zariyat, 56) ayeti bu konuyu açıkça ortaya koymaktadır. Zira ibadet Hakk’a karşı mütevazı olmak ve boyun bükmekten ibarettir. İnsanın yaratılışındaki maksat onun Hakk’a karşı acziyet içinde ve alçak gönüllü olmasıdır. Özellikle Müslüman ve dindar olanların buna riayet etmesi gerekir. Çünkü dünya onlar için bir zindan mesabesindedir. Zindanda ise iyi bir geçim aramak akla-mantığa sığmaz.

Bu ilahi kural gereği hiçbir peygamber rahatlık içinde yaşamamış her biri en ağır şekilde imtihan edilmiştir. Fahr-i Kâinat Efendimiz bile bu dünyada her tür imtihana tabi tutulmuş, hem sözlü hem de fiziki şiddete maruz kalmış, açlığın ve korkunun her çeşidi ile imtihan edilmiş ve o Taif dönüşünde ayakları kanlar içindeyken bile tam bir sabır ve teslimiyet halinde: “Allah’ım Sen benden razı isen ben hiçbir belaya aldırmam” demiştir. Bu sebeple maneviyat yolunda ilerlemek, cennet ve Cemâlullaha ulaşmak isteyen salikin mihnet ve sıkıntılara göğüs germesi, belayı değil onu gönderen Yüce Zât’ı temaşa etmesi gerekir. Gerçek mümin hem bollukta hem de darlıkta sadece Rabbini görür, birincisinde şükür ikincisinde ise sabır ile Rabbine doğru yol alır. Rabbimizden niyazımız söylemesi kolay ama yaşaması zor olan bu işlerde hepimizin yardımcısı olsun.