๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: Ekvan üzerinde 26 Nisan 2011, 13:41:03



Konu Başlığı: Ayaz'ın Sırrı
Gönderen: Ekvan üzerinde 26 Nisan 2011, 13:41:03
                Ayaz'ın sırrı

Mesnevi'den..


Gazneli Mahmud’un has hizmetçisi Ayaz saraya geldiği gün üstündeki posttan yapılmış eski elbisesiyle çarığını bir odaya asmıştı, o günleri unutmamak için onları muhafaza ediyordu. Odanın kapısını kilitlemişti, kimseyi oraya sokmazdı. Ayaz her gün bu odaya gelir, bir süre oturur ve kendi kendine: “Sakın büyüklük taslamaya kalkışma, işte çarığın işte posttan elbisen!” derdi.

Hükümdar kendisini çok severdi. Düşmanları, onun pâdişaha olan yakınlığını kıskanırdı. Ayaz’ın bu odada bir hazîne sakladığını, altın ve gümüş torbalarını biriktirdiğini sanarak, onu gözden düşürmek için Sultan Mahmut’a şikâyet ettiler:

-Siz bu kadar çok değer veriyor, bu kadar ikramda bulunuyorsunuz. O ise sizden çaldığı altınları ve gümüşleri bir odaya saklamış, oraya kimseyi sokmuyor! dediler.

Pâdişah bunu söyleyenlere dedi ki:

-Gece yarısından sonra o odanın kilidini açarak içeriye girin,; oradaki altınları, gümüş ve mücevherleri size bağışladım. Bir şartla ki, neler bulduğunuzu gelip bana anlatacaksınız.

Kıskanç adamlar sevinerek pâdişahın huzurundan ayrıldılar. Sabırsızlıkla beklemeye başladılar. Gece yarısı olunca kapının kilidini kırarak odaya daldılar. Fakat o ne? Odada bir çift çarıktan ve eski bir giysiden başka bir şey yoktu!. Belki altınları yere gömmüştür diye odanın içini kazmaya başladılar. Fakat hiçbir şey bulamayarak, yaptıklarından ve söylediklerinden pişman bir şekilde hükümdarın huzuruna varıp gördüklerini olduğu gibi anlattılar. Af dilediler. (Mesnevî, C.V. beyit: 1857 vd.)



Açıklama:

Eyaz/Ayaz meşhur Gazneli Mahmud’un (ö. 421/1030) sâdık adamının ismidir. Zekâsı, sadâkati, Sultan Mahmud’a bağlılığı ile bir çok hikâyeye konu olmuştur. Saraya geliş mâcerası kısaca şöyledir:

Bir gün Gazneli Mahmud ava çıkmıştı. Bir ceylan peşinde koşarken, yanındakilerden ayrıldı, adamlarından tamamen uzaklaştı. Nihâyet bir kaç Türkmen evi gördü. Yorgun, terlemiş ve susamış halde evlerden birine yaklaştı, su istedi. Karşısına genç Ayaz çıktı, Sultan Mahmud’un kıyâfetinden ve hâlinden önemli birisi olduğunu anladı, saygı gösterdi:

-Sultânım biraz istirahat buyurun, bu civarda suyu çok hoş olan bir çeşme var. Babam az evvel oraya gitti, su getirecek, size o sudan takdim edeyim, dedi.

Sultan Mahmud atından indi. Ayaz yoksul fakat tatlı dilli, konuşkan ve saygılı bir gençti. Etrafın güzelliğinden, kendi yaşayışlarından bahsederek bir süre hükümdarı oyaladı. Mahmud, gençten ve davranışlarından etkilendi ve hoşlandı. Genç bir ara kalkıp temiz bir kâsede soğuk su getirdi. Sultan suyu içti ve pek beğendiğini söyledi. Dayanamayıp sordu:

-Babanın çeşmeden su almaya gittiğini söylemiştin, oysa bu suyu evden alıp geldin, nedir bunun sebebi? Ayaz cevap verdi:

-Pâdişahım, buraya geldiğiniz vakit yorgun ve çok terli idiniz. O anda soğuk suyu verseydim size dokunurdu. Sizi konuşmaya tutarak terinizin kurumasını bekledim, bağışlayın.

Sultan Mahmud çocuk yaştaki bu gencin ferâset ve zekâsını çok beğendi. Âilesinin rızâsını alarak onu sarayına getirdi. Ayağındaki çarığı, sırtındaki postu çıkarıp ona kıymetli elbiseler giydirdi ve hizmetine aldı.


Ayaz gibi feraset sahibi, zeki ve becerikli halk çocukları her zaman ve her yerde bulunur. Yeter ki onları keşfedecek, bulup değerlendirecek Sultan Mahmutlar olsun, yeter ki onların önünü açacak imkânlar doğsun.

Hikâyenin mesajı şu: Önemli mevkilere gelen insanların, aslını unutarak gösterişe kapılmaları, hattâ şımarmaları çok görülen olaylardandır. Mevlânâ bu hikâyede, önemli bir insanın öncesini ve sonrasını anlatmakta, varlığa ve benliğe kapılmanın boş bir şey olmadığını hatırlatmaktadır.

Yokluktan varlığa ulaşmak, kıt imkânlardan sonra müreffeh bir hayata kavuşmak hayatta ciddi bir sınavdır. Bu sınavda herkesin başarı gösterdiğini söylemek mümkün değildir. Çoğu kimse aslını unutur ve dengeyi kaybeder. Sonradan görme denen şımarık, hazımsız ve müsrif insanlar her zaman can sıkar. Böyleleri devlet hizmetinde, yönetim birimlerinde çalışırlarsa, israf ve yanlış harcamayla yanlış işler yapabilirler.

Bu tuzağa düşmemek için iyi bir ruh eğitimine ve mânevî olgunluğa sâhip olmak gerekir. Bu da ya Ayaz gibi doğuştan getirilen bir özelliktir veya sonradan eğitimle kazanılacak bir niteliktir.

Hikâyemizde, saraydaki gizli odasında çarığını ve eski püskü giyeceklerini niçin sakladığını soran Sultan Mahmud’a Ayaz şöyle cevap verir:

-Ben sarayınıza bunlarla geldim, sizin sâyenizde bu devlete ulaştım; fakat aslımı unutmamak, benliğe, kibir ve gurûra düşmemek için de bunları sakladım. Arada bir odaya girer, bu eski giyecekleri seyreder ve kendi kendime: “Sen buydun, bunlarla geldin. Gene busun, elde ettiğin mevkiye aldanma, derim. Öylece kendimi ve nefsimi terbiye ederim.”

Dilimizde güzel bir söz vardır: “Aslını inkâr eden haramzadedir” denir. Ayaz aslını unutmayan ve inkâr etmeyenler iyi bir örnektir.


Prof. Dr. Mehmet DEMİRCİ