๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: Ekvan üzerinde 22 Aralık 2010, 15:05:02



Konu Başlığı: Aşurada Babalar ve Kızlar
Gönderen: Ekvan üzerinde 22 Aralık 2010, 15:05:02
Aşura’da Babalar ve Kızlar...
 


   
Ehli Beyt’in şehadet günündeyiz. Gökler yerlere kadar eğilmiş de sanki bir mübarek kapı açılmış... Sanki nice sümbüller, güller, laleler o kapıdan kollarını uzatmış... Yedi göklerin gözyaşları süzülürken lacivert atlasta, aniden donakalmış da, yıldızların seyrangahı içli vedaların hatırasına dönüşmüş...
Ah, Dünya... Kısa bir ağaç gölgeliği. Yolcularını sarhoş edip, kandırıveren, kendinden geçiren Dünya... Bugün Hz.Seyfullah’ın dediği gibisin işte: Bir kulağı kesik, ölü oğlak gibisin kucaklarımızda... Bitmek, batmak, yokluk hep senin adetlerindendir Dünya... Öyleyse ne oluyor tüm bu debdebelerimiz? Niçin bozgunculuk ve niçin kan dökücülük ve niçin kalp kırmacılık? Büyük sual: “Ve Eyne Tezhebun”? Nereye gidiyoruz...
1432 Muharremini vedalarla ilgili olarak düştük hatıra defterlerimize... Kızların, Babalarının ardından ağladığı bir Aşura’da, Ehli Beyt, yani “ev ehli” olmanın ne demek olduğunu, babalarımızı kaybettiğimiz şu günlerde bir kere daha anlıyoruz...
Dr.Havva Sula ve Dr.Ayşe Sula’nın babaları, muhterem hocamız Ali Şükrü Sula’yı Yatsı Camii’sine giderken kaybettik... Bizim kaybettiğimizi inşALLAH Cennet Ehli buluvermiştir. Aşura günlerine karıştı Üstad Ali Şükrü’ye indirilen hatimlerin uğultusu... Hayatını Elif-Ba’ya vakfetmiş bir Müftü’nün bize son dersi gibi: Nasıl yaşarsanız, öyle vefat edersiniz ve nasıl vefat etmişseniz öyle de diriltileceksiniz... Camii ve Kur’an yolundaki bir hayatın birikimi, kendisini yine Camii ve Kur’an yolunda derleyip dürüverdi işte... Ölüm... Tüm kapıların ve kitapların kapandığı rahle... O rahle, bir iki istisnayla açık; geride yetiştirilmiş hayırlı evlatlar, talebeler, bırakılmış eserler, sadakalar, dualar... Havva Abla’ya sımsıkı sarılırken, onu iki ciğerimin içine sokacakmışım gibi ağlıyorum... Ayşe Sula, Tebareke okunurken başı önde sağa sola yaprak misali sallanarak dinlemezdi hiç bu ayetleri, orada İslami Hareketin bu dimdik kadınlarını, babalarının küçük kızlarına dönüşmüş halde görmek, dünyanın gelip geçiciliğinin ibretli vesikası gibi...
Babamı hastaneden çıkarıp, indirirken çalıyor telefonum acı acı... Üst üste arkadaşlarımın adı yazınca ekranda, tamam diyorum içimden; bir babayı daha uğurladık, bu nasıl Muharrem? Hasibe Turan’ın babası iki yıldır yatağa bağımlıydı, acaba haber mi var diye yüreğim oklanıyor. Dediğim gibi de çıkıyor ve fakat kader, Cihan Aktaş’a değmiş bu sefer. Yıldız Ramazanoğlu, “Cihan’ın Babasını kaybettik” diyor... Derhal Babamın Hastanesi’nden kırıp direksiyonu, yas evine doğru tutturuyorum yolu... Şair Ümit Aktaş bir buğday gibi yanmış, eşi Hülya Aktaş’ın matem için seçeceği renk, bu sefer tuvallerin en zümrüt yeşiline denk... Cemal Aktaş öğretmeni, son yolculuğuna revan eylemek için koşuyor arkadaşlarımız... Alzaymır yüzünden zaman cetveli kırık bir eski zaman süvarisi gibiydi Cemal Hoca. Sürekli Erzincan’daki köyüne gitmeyi planlayan, bu yüzden defalarca evden kaçan Cemal Öğretmen için kızları Hülya Abla ve Aynur; “babam artık kaçamaz, hiç korkumuz kalmadı, bu sefer peygamber efendimizin yurduna kaçtı” diyorlar ağlayarak... Sarılıyoruz kızlarla... Cihan Abla, Tahran’dan kalkıp yetişmeye çalışıyor Babasına, gurbetlik ah, ne zormuş diyoruz, babaya yetişmek ne büyük nimetmiş bütün ağırlığıyla hissediyoruz... Yas evinde Fatma Karabıyık, Nazife Şişman, Yıldız Ramazanoğlu, Ayşe Sula yan yana sokulup, Hasibe Turan’ın yakın gözlüğüyle okuduğu Tebareke’yi dinliyoruz...
Ne garip bir döngüdür bu...
Arkadaşlarım ve ben, eskiden hep çocuklarımızı konuşurduk. Doğumları, diş çıkarmaları, kızamıkları, gittikleri okullar, bit salgını, kurdele takmalar, okuma bayramları, Kuran’a geçtiler, sünnet oldular, kulakları delindi küpe taktılar, sınavlar, buluğ dönemleri falan derken... Şimdi hep annelerimizi babalarımızı konuşur olduk... Hastaneler, ilaçlar, aklım evde kalıyorlar, mekik dokumalar... Babalarla kızların yer değiştirmesi. Eskiden ellerimizden tutup onlar götürürlerdi bizi doktorlara... Artık onları bizler götürüp getirir olduk. Uslu uslu ellerimizden tutuyorlar. Uslu uslu gözlerimizin içine bakıp, başlarını sallıyorlar. Uslu uslu yollarımızı gözlüyorlar. Sonra da uslu uslu uzanıp, Kelime-i Şehadet getiriyorlar... Uyuyakalıyorlar Muharrem’in matem günlerinde...
Ya Hüseyin! Ya Hüseyin! Diye söylediğimiz...
Bir babanın adıdır.
Ehli Aba’nın en son mührü gibi, Babamızdır ağladığımız bugün... Zeynep olup da geride kalanların kederli ah’ı, duasıdır bugün... Ah, Babamız, işte veda ediyor...


Sibel ERASLAN