> Forum > ๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ > Dini Konular > Dini makale ve yazılar  > Aşk ve Esma
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Aşk ve Esma  (Okunma Sayısı 718 defa)
28 Ekim 2010, 13:57:33
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« : 28 Ekim 2010, 13:57:33 »



Aşk ve Esma

Dr. Senai Demirci


İnsan sevmeye görsün, sevdiğini yüceltmek için elinden, dilinden , gönlünden geleni ardına bırakmıyor. Sevgili illâ da “en güzel” olacak, rakipsiz, emsalsiz, benzersiz olacak, hatta “tek güzel” olacak. Bilinsin ya da bilinsin, maksat, söz konusu sevgilinin kalbin muhabbetine layık olduğuna, uğrunda bir hayatı feda etmeye değdiğine hem kendini hem başkasını ikna etmektir. Aşık, bunun için sık sık hüsn-ü ta’lile başvurur. Yani, aşık sevgilinin her hâlini bir “güzel sebeb”e yorar. Böylece sevgili muhatap olduğu halleri hem kendine güzel gelecek bir tevile konu etmiş olur, hem de aşkının olağanüstü gerekçelere dayandığını anlatmış olur.

İskender Pala,  ‘san’at hüsn-ü ta’lilden ibarettir’ başlığı altında geliştirdiği tahlilinde, batılı ve  doğulu bakışının önemli bir farklılığına dikkat çeker: “Batı, mihvere aklı yerleştirdiği ve gönle fazla iltifat etmediği için aklî ilimlerde fevkalâde terakki kaydetmiştir. Çünki onun bakış açısında ruh ve gönül endişesi yoktur. O, vakıayı yalnızca illiyet (nedensellik) açısından inceler ve değerlendirir. Halbuki, şark, aynı vakıanın arkasında bir hüsn-ü ta’lil ‘(güzel sebebe bağlama), yani bir ruh arar. Ay tutulması, batılı için karanlıkta geçen bir süreden ibarettir. Ancak doğulu bununla sevgilinin yüzünün görünmez olduğu sonucunu çıkarmaya hazırdır. Yani birincisi vakıanın bilimsel yönüyle alakalıdır (akıl); ancak diğeri onu gönlüyle okumaktadır.”

Aslında, bu ayırım, Doğuda nebevî eksende gelişen “gayb-âşina” nazarın ve Batıda akılcılık odaklı beliren “fenomenolojik” (görüngüsel) bakışın ayırımına denk gelir.

Gayb-aşina nazar, gördüğüne razı değildir, görünenden görünmeyene dair ipuçları çıkarır; ona göre, herşeyin ötesi, sonrası, arkası, verası vardır; eşya göründüğü gibi değildir, gaybî bir mukabili ve manası vardır. Görüngüsel bakış ise, görünende kalır, gözüyle muhakeme eder, “aklı gözüne indirir”, onun için ötesi, sonrası, arkası, verası yoktur, eşya nasıl görünüyorsa öyledir, herşey burda olup bitmektedir.

Şimdi bu iki bakış açısıyla bir sevgiliye muhatap olmanın akibetini düşünün. Batılı, son derece “nesnel” görür sevdiğini; sevgili ne diyorsa onu kastediyordur; sevgilinin tevriyesi, cilvesi, kinâyesi, sitemi yoktur. Batılı aşık, sevdiğini olağan gerekçelerle sever. Doğulu aşık, sevgilinin görünür hallerine ve tavırlarına takılmaz; ona göre, sevgili sevgiliden öte biridir, sürekli tevriyeler, kinayeler, göndermeler içindedir. Olduğu gibi değildir, olduğundan ötedir, göründüğünden ötesine işaret eder. Aslında, doğulu aşık, kalbin ebedî arayışları içinde, görünürde muhatap olduğu fani güzellerden öteye sıçrama yapmak ister. Asıl Sevgili’ye ayrılan kalbinin kıpırdanışlarını mecazî sevgili üzerinden çoğaltmaya çalışır, muhabbetini görünende durdurmaz, sevgisini bulduğunda durultmaz. Sevgili’ye dair tüm göndermeleri, sevgiliyi memnun etmek için değil, kendi kalbini mutmain etmek içindir. Yoksa, nasıl Leylâ’dan Mevlâ’ya yol açılır, Yusuf nasıl Züleyha’dan öte geçer, Ferhad nasıl Şirin uğruna benlik dağını delebilirdi?

İhtimal ki, varlığı algılamaya dair esbabperestlik, tabiatperestlik gibi özel yaklaşımlar ve bakışlar da, nesnel ve boyutsuz bir batılı perestişinin ürünüdür. Sonuçları sebeplerin yapıyor olduğuna hükmetmek, her türlü yaratılışın tabiatın işleyişi içinde öylesine oluşuverdiğini çıkarsamak, gördüğüyle hükmeden, herşeyi göründüğü gibi gören kuru bir aşık bakışının sonucu olabilir. Böylece, determinizm, pozitivizm gibi ideolojileri bir aşk (ve dolayısıyla bir kalb) meselesine dönüştürebiliriz. Buna göre, determinizm, pozitivizm, tabiatçılık cümle sapmalar, şark edebiyatının en ince kıpırtılarına beşiklik eden “hüsn-ü ta’lil” gibi sanatlardan yoksunluk demek olabilir. Batılıya göre, sevgili nasıl göründüğünden ibaret, boyutsuz ve küt biriyse, kâniat da göründüğünden ibaret, boyutsuz ve katı bir varlıktır. Meyveyi ağaçtan gören determinist, daha ötesini düşünmez; öyle gördüğüne göre, gerçek de öyledir. Oysa, Kur’anî bakışa, yani “gayb-aşina” nazara göre, ağaç bahanedir, meyveyi veren “bir başkasıdır.” Hem zaten, ağacın, meyvede odaklanmış olana iltifat, ihsan, özen, kerem, lütuf gibi sayısız sıfatların ve atıfların, ağaç kaynaklı olamayacağı açıktır, aşikârdır, barizdir. Meyvenin dal uçlarında belirivermesi, ağacın ya da ilgili sebeplerin sıradan, olağan, rutin, kasıtsız ve yönelimsiz “mekanizması” sayesinde değil, dilimizin damağımızın her türlü lezzetini bilen, gözümüzün ve gönlümüzün her türlü zevkini nazara alan bir Sevgili’nin sıradışı, olağanüstü, özel, kasıtlı ve doğrudan bize hitab eden bir fiilidir. Burada, meyvenin elimize geçişi, bir güzel illetlere bağlanır, yani abartısız bir “hüsn-ü ta’lil” gerçekleşir. Bu bakış farkı, aslında aşk farkıdır.

Edebiyatta, sevgiliyi güzelleme adına yer yer gerçeküstü ve abartılı bir niyetle yapılan bu sanatın kâinatta hiç gerçeküstüne kaçmadan ve abartıya gerek kalmadan zaten gerçekleştiğini görürüz. Çünkü, kâinatta gözlemlediğimiz her sonuç için görünür her sebep gerçek sebep değildir. “Müsebbibü’l Esbab” [Sebeplerin Yaratanı] sebepleri sonuçları vermek için bir bahane eylemektedir o kadar. Doğrusu, her sonuç bize kendini tanıtmak ve sevdirmek isteyen Sevgili’nin [“Mahbub-u Ezelî”nin] güzel isimlerinden ya da mükemmel sıfatlarından biri(leri)ni görmek içindir. Sırf gözümüzle  öyle görüyoruz diye arının bal yapımı için sebep gösterilmesiyle iş bitmez. Balın “zehirli bir böcek” olan “arının eliyle” çiçeklerden toplanması, damağımızın en ince zevklerini, bedenimizin en temel ihtiyaçlarını dikkate alacak denli Rezzak, Rahim, Kerîm, Kadîr olan Mahbub-u Ezelî’nin bir iltifatıdır, bir ihsanıdır. Ki bu iltifat baldan daha tatlıdır; bu ihsana muhatab olmanın hazzı balın lezzetini kat kat aşar. Yunus’un “Ballar balını buldum/Kovanım yağma olsun” diye ifadelendirdiği çok boyutlu, çok katmanlı, çok derin aşk halidir bu. Yani, kovanı bulan ve tadan mümin, baldan öte geçer, balda görünür olan iltifattan ve ihsandan öte geçer, Ezelî Sevgili’nin iltifatının, ihsanının, kereminin tadına, yani “ballar balı”nı tadar. Bundan böyle, kovana her bakış bir hüsn-ü ta’lili gerçekleştirir.

Kur’ân’da “hüsn-ü ta’lil” sanatıyla kavrayabileceğimiz bir bakış çağrısına uymak adına, Bakara Suresinin 74. ayetinin mealini okuyalım: “Sonra kalbleriniz katılaştı. Şimdi onlar taşlar gibi, hatta daha katı; çünkü taşların öylesi vardır ki içinden nehirler kaynıyor, öylesi var ki çatlıyor da bağrından sular fışkırıyor ve öylesi var ki Allah’ın haşyetinden yerlere yuvarlanıyor. Sizler ise neler yapıyorsunuz Allah gafil değil.” Musa Aleyhisselamın asâsı karşısında yumuşayıp yarılarak bağrından göz yaşı misali sular akıtmasına mukabil, bu mucizeye muhatap olan insanlar kalp katılığını tercih etmişler ve iman etmemişlerdir. Bir diğer ifadeyle, Asâ-yı Mûsa mucizesi karşısında, katı taşlar yumuşayarak karşılık vermişler, ancak kimi insanlar katılıklarını sürdürmüşlerdir. İnsanlara atfen söylenen “kalbleriniz katılaştı… hatta taştan da daha katı oldu” ifadesi beşerî bir hüsn-ü talilde olduğu gibi bir abartı içermez; gerçekten de insan kalpleri taşlar gibi, hatta taşlardan da daha katı olmayı yeğlemiştir. Dahası, bu bakış açısını muhafaza ettiğimizde şimdi ve burada da meselâ nazik ağaç köklerinin ve ipek gibi bitki damarlarının sert olan taş ve toprak içinde ilerleyişini görebiliriz. Böylece, Musa Aleyhisselamın asâsı ile taşların hallerinin kıyaslandığı  bu ayetin ışığında, incecik ve yumuşacık köklerin taşları parçalamasının yorumlandığı şu cümleleri yeniden okuyalım. “Bakınız; en sert ve hissiz o koca taşlar, nasıl balmumu gibi evâmir-i tekviniyeye karşı yumuşaklık gösteriyorlar. Ve memur-u İlâhî olan o lâtif sulara, o nazik köklere, o ipek gibi damarlara o derece mukamevetsiz ve kasavetsizdir. Güya bir aşık gibi, o lâtif ve güzellerin temasıyla kalbini parçalıyor, yollarında toprak oluyor.” Burada son cümleye daha bir dikkat çekmek gerekiyor. Cümledeki ‘lâtif’ ve ‘güzeller’ ile doğrudan sular ve kökler kastedilirken, onların dokunmasıyla taşların ‘kalb’ini parçalaması ve ‘yollarında toprak’ olmasıyla, hem ilgili ayetteki ‘taş’ ve ‘kalb’ benzetmesine telmihte bulunulur hem de taşların kök ve suların temasıyla ufalanarak toprağa dönüşmesi bir hüsn-ü ta’lile konu edilir. Aslında bu haliyle, cümlenin hepsi bir hüsn-ü ta’lildir; çünkü gözümüz önünde sıradan ve olağan olarak cereyan edegelen olaylar, güzel bir sebebe, yani Esmâ-i Hüsnâ’nın tecellisine bağlanır, böylece güzel görülmüş ve güzel düşünülmüş olur.

Bu bakışa göre, tüm bir kâinat uygulamalı bir hüsn-ü ta’lil sanatından ibarettir. Varoluş, ‘Güzel İsimler’in güzel tecellilerine mekân olmak üzere sürmektedir. Kur’ân’da en çok zikredilen iki mucizenin [taş karşısında asâ-yı Musa ve ateş karşısında aza-yı İbrahim] arkaplanında eşyanın tabiatından tecelliye geçişin kapıları aralanır. Musa Aleyhisselamın asâsı örneğinde taşlarda görülen sertliğin ve İbrahim Aleyhisselamın azası örneğinde de ateşte görülen yakıcılığın bile, ‘Güzel İsimler’in tecellilerine birer bahane olduklarını görürüz. Yumuşak kök ve damarların sert olan taş ve toprağı delip geçmesi ve nazik ve yeşil yaprakların şiddetli sıcaklığa karşı aylarca yaş kalması, sertlik  ve yakıcılık gibi tabiatçılarca “en güvenilir” temel sabitelerin de “Allah’ın isim(leri)”ne göre dönüştüğünü gösterir. İşte tam burada hemen herşeyi hüsn-ü ta’lile konu eyleyen, derin bir aşık bakışına taşıyan hareket gerçekleşir. Üstelik, eşyayı gördüğünden ibaret bilen boyutsuz ve mat bakışın en güvendiği yerde gerçekleşir bu. Bundan sonrası aşık kalbinin devinimlerine, sonsuz kıpırdanışlarına nihayetsiz bir alan açar.

Kısaca, esma-i hüsna dersi, kalbimizi görünen sevdalara tutulma katılığından kurtaran, fani sevgiler...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Aşk ve Esma
« Posted on: 25 Nisan 2024, 04:10:21 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Aşk ve Esma rüya tabiri,Aşk ve Esma mekke canlı, Aşk ve Esma kabe canlı yayın, Aşk ve Esma Üç boyutlu kuran oku Aşk ve Esma kuran ı kerim, Aşk ve Esma peygamber kıssaları,Aşk ve Esma ilitam ders soruları, Aşk ve Esmaönlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes