๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 27 Mayıs 2010, 02:32:16



Konu Başlığı: Arzuların Terbiyesi
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 27 Mayıs 2010, 02:32:16
Arzuların Terbiyesi

Gözlerimizin nûru gönüllerimizin sürûru Kur'ân-ı Kerîm'de, Âlu İmrân Sûresi'nde şöyle buyuruluyor:

“Kadınlardan, oğullardan, kantarlarca yığılmış altın ve gümüşten, nişanlı atlardan, davarlardan ve ekinlerden gelen zevklere aşırı düşkünlük, insanlara süslü, câzip gösterildi. Bunlar dünya hayatının geçimliğidir. Oysa asıl varılacak güzel yer, Allah katındadır.

“De ki, bunlardan daha hayırlısını size haber vereyim mi? Allah'tan korkanlar için Rab'leri katında altlarından ırmaklar akan, içinde sürekli kalacakları cennetler, tertemiz eşler ve Allah'ın rızası vardır. Allah kullarını görür.

“Rabbimiz, biz inandık, bizim günahlarımızı bağışla. Bizi ateşin azabından koru! diyenleri, sabredenleri, doğru olanları, huzurunda boyun büküp divan duranları, Allah için mallarını harcayanları ve seherlerde istiğfar edenleri görmektedir. (3/14-17)

Adının bir anlamı da unutan demek olan insanın, aceleci oluşu ve bilgisizliği, Kur'ân-ı Kerim'de belli aralıklarla hatırlatılmıştır. (Bk. İsrâ 17/11, Ahzâb 33/72) Yüce Rabbimiz, kainatı kuşatan merhametini insana da lutfetmiş ki, bilgisizlik ve aceleci olmak gibi zafiyetlerden kaynaklanan eksiklerini ikmal edebilsin.

Dağların yüklenmekten sakındığı kutsal emaneti kuşanan insanın içinde kopan fırtınaların mahiyetini, en iyi O biliyor çünkü. O biliyor ki; esas itibariyle pek de cazibeli olmayan dünya malının, insanın gözüne nasıl da süslü göründüğünü, iş işten geçmeden evvel haber veriyor.

Nasıl ki merhametli bir ebeveyn, evladının hayat boyunca lazım olacak bilgi ve tecrübeleri öğrenmesini ister. Öğrencisini seven bir öğretmen, ona hayat şartlarında karşılaşacağı imtihanlardan yüz akıyla çıkmasını sağlayacak donanımı kazandırmayı arzu eder.

Bunun gibi, nihayetsiz merhamet sahibi Rabbimiz de Yüce Kitab'ının her âyetinde, iki cihan saadetine varan aydınlık yolun ufuklarına işaret ediyor. Hayata ve olaylara doğru bakışın ölçülerini veriyor. Benliğimizi kuşatan emellerimizle, ebedi hayatın imarına matuf hayırlı amelleri nasıl dengeleyeceğimize, arzularımızı ne sûretle terbiye edeceğimize dair yol gösteriyor.

*  *  *

Dünya işlerine fazlaca daldığımız vakit; huzur bulacağımız bir mekana oturup şu ayetleri tilavet etsek diyorum. Manasını düşünerek züyyine li'n-nâsi kavl-i celîlini, tane tane okuyabilsek. Kul e-ünebbi'üküm ayetine geçince içimizi derin bir huzurun, bir ferahlığın kapladığını hissedebiliriz.

Çünkü, bu ayet-i kerimelerin ilkinde, her insanın kendi mertebesince tabi bulunduğu bir sınavın beyanı var; nazar-gâh-ı ilâhî olan kalbi meşgul edebilecek ve insana yaratılış gayesini unutturabilecek meşgalelerin başlıcaları... Bunları; kalbin evlâd u ıyâle olan meyli ve servet tutkusu olarak özetleyebiliriz. Sonrakilerde ise o imtihandan yüz akı ile çıkabilmenin formülü verilmiş.

Âyet-i kerimede, dünya nimetlerinin li-hikmetin insanlara süslü gösterildiği, hey'et-i asliyelerinden daha çekici bir sûrette gözümüze göründüğü bildiriliyor. "İnsanlara süslü gösterildi" kelimesini şöyle açabiliriz. Ey insanlar! Esasen bunlar size göründüğü kadar süslü, güzel ve çekici nesneler değildir. Ve ey müslümanlar! Agâh olunuz ki bu hatırlatma, size tanınmış bir ayrıcalıktır. İçinde bulunduğunuz sınavı başarmanıza yardımcı olacak önemli bir ipucudur. Rabbiniz'in kelamına kulak verirseniz; o aldatıcı câzibeye kapılmamış olursunuz.

Burada, süslü gösterilme hadisesinin bütün insanlar için geçerli oluşu üzerinde düşünmek gerekiyor. Demek ki bu kelime, her inançtan bütün insanları kapsayan büyülü bir imtihan vasıtası, bir anahtardır. Ve ona kapılıp kapılmamakla bütün insanlar bir sınav vermektedir.

Bunlar içinde mü'minlerin durumu diğer insanlardan farklıdır. Onlar, gözlerine cazip gösterilen dünya metaına bir nebze meyledebilir, gayelerinden belirli ölçülerde inhiraf edebilirler. Ancak küllî bir aldanışla yanılmazlar.

Çünkü mü'minlerin gönlü; bunlar dünya hayatının geçimliğidir. Asıl varılacak güzel yer, Allah katındadır, beyanından sonrasında va'dedilenlere bağlıdır. Cenab-ı Hakk'ın, bundan hayırlısını size haber vereyim mi, buyruğunda ifadesini bulan nâiliyetlere; müttakîler için hazırlanmış altlarından ırmaklar akan cennetlere, tertemiz eşlere ve Allah'ın rızasına meftûn olmuşlardır. Ki, o ekberdir, sayılan nailiyetlerin en yücesidir.

Bu sebeple, umutla Allah'a yalvarırlar. Rabbimiz biz iman ettik, günahlarımızı bağışla, azabının ateşinden bizi koru derler. Boyun büküp O'nun huzurunda durmayı en büyük şeref bilirler. Yerinde ve zamanında sabredebilmeyi, Allah için servetini harcamayı, seher vaktinde istiğfarı şiar edinirler. Gönül sarayını ağyârın işgal etmesinden O'na sığınırlar.

*  *  *

Bununla birlikte o zînetler, o aldatıcı görünüş, gözleri hakikate kapalı, kulakları gerçeğe sağır bulunan inkarcılar için başlı başına bir tuzak ve ebedi bir aldanış vesilesi olmuştur. Nitekim yukarıda mealini arz ettiğimiz ayetlerin evvelinde kafirlerin, dünya zinetine aldanarak, hak dinin mensuplarını Allah yolundan engellemeye giriştiklerine işaret olunmuş. Ve onlara; oğullarının, mallarının fayda vermeyeceği duyurulmuştur.

Söyle onlara, buyuruyor Cenab-ı Hak; yenileceksiniz! diye söyle. Fir'avn'ın sonu hatırlatılıyor onlara...

Bunu şöyle anlayabiliriz; dünya nimetinin süslü görünüşüne kanmak, gelip geçici olanı kalıcı sanmak başlı başına bir hamâkattır. Ve bu ehl-i dalâletin derekesidir. Bunlara aldanmamak konusunda kalbî kıvamı diri tutmağa gayret etmek ise, kemâl alâmetidir. Ehl-i hakka kurbiyetin nişânesidir.

Nitekim Rûhu'l-Beyân'da; meleklerin akıllı ve şehvetsiz olarak yaratıldığı, hayvânâtın şehvet sahibi ve akılsız olarak halk olunduğu, bu ikisi arasında bir tînette yaratılan insanda; akıl şehvete hükmederse, insanın meleklerden efdal olacağı, şehvetine mağlup olanların ise hayvandan ednâ olacağı, belirtilmiştir.

*  *  *

 Sevgili Peygamberimiz bir hadis-i şeriflerinde; dünyadan zâhid olmak gönlü ve bedeni rahatlatır, ona rağbet ise üzüntü ve kederi arttırır, buyuruyor. (Bk. Râmûz el Ehâdîs)

Yine onun haber verdiği bir kudsi hadisin manasından anlıyoruz ki; konumuzu teşkil eden arzuları Hakk'ın rızasınca istimal edenler, hiç bir gölgenin bulunmadığı kıyamet gününde, Arş'ın gölgesinde barınacaklardır. (Bk. Buhari 660)

Elmalılı Merhum'un dediğine göre; ayet-i kerimede sayılan metâın, meşru birer nimet olması haysiyeti, bir de hayali gayri meşru şeye sebep olmaları durumu vardır. Birincisinde bunları süslü gösteren Hazreti Allah, diğerinde ise Mel‘un Şeytan ve insanın cehaletidir. Âyet-i kerimede zikrolunan şehevâtın zemmi ve fenalığı bu ikinci cihetledir.

Bunlar dünya hayatının geçimliğidir, buyruğundan maksat, sayılan maddelerin nihai hedef edinmeğe değer bulunmadığının hatırlatılması içindir.

Sözün özü, artı ve eksi kutuplara doğru onu cezbeden iki yönde arzuları var insanoğlunun. Onlardan biri onu müsbete yöneltiyor, diğeri menfiye.

Önemli olan bunlardan menfî olanları müsbetlerin gözetiminde tutabilmek, kısa vadeli emelleri, ebedî saadetin sermayesi olan uzun soluklu amellerle terbiye etmektir.

Bunun için gönlümüzü yoklamaya hazır mıyız?

Alıntı