๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 21 Kasım 2010, 15:12:58



Konu Başlığı: Arınma üzerine
Gönderen: Sümeyye üzerinde 21 Kasım 2010, 15:12:58
Su Sohbetleri  Arınma Üzerine


Gök yağmurunu az önce indirdi. Deniz, esen bir rüzgâra selam olsun diye kocaman bir dalgayla dalgalandı. Kuşlar, börtü böcek ve balıklar hayat ve canlılık sunmak üzere yumurtalarını bıraktı. Toprak kendisinden devşirilecek meyveleri vermek üzere çiçekleri, çiçek açsın diye de filizleri yeşertti. Bütün bunlar olduğunda karalara hayat kaynağı olan Su elbette ilgisiz kalmadı. Coşkun bir hayat ırmağı olarak gürül gürül akıp giderken, şurada burada fışkıran hayatlara karışmaktan kendisini alamadı. Bu serüveninde nice nice şeylere şahit oldu. Sevindi... Üzüldü… Hiç bir şey “kendisine yol gösterilen insan”ın yolunu kaybetmesinden daha hüzün verici gelmedi… Hayatın taşkın, atılgan ve bendine sığmaz kuvvetleri karşısında insanın yolunu kaybetmesinin onu kahrettiğini ve yıktığını görünce kendisine öncelikli bir tek hedef seçti: Yolunu insanınkiyle çakıştırarak sohbetler başlatmak ve ona yardımcı olmak!

Umutlanınca coşkuyla aktı, umutlarını yitirince de sessizce yol aldı Su. Yolunu kaybetmiş insanın telaşından, onun çırpınışlarından ve saplanıp da çıkamadığı bataklıklardan kurtarmak istiyordu ancak bu insan sanki bir çölün ortasındaydı ve onun için suyu bulmak çok zordu!

İnsan yolunu kaybetmeye başlayınca nasıl olur da birileri derhal yardımına koşamaz! Yolu kaybetmenin belirtileri baş gösterince birileri durumu görüverse ve onun etrafında çabucak boy atan kötülük tohumlarını temizlese! Ona bir şeyler dese… Bütün kötülükler insan yalnızca kendisi için yaşayınca başlarmış dese… Bu hayatın düşünülenden daha kısa ve cılız olduğunu, insanın yalnızca kendisini düşünüp etrafındakilerden kopuvermesiyle, onlara tutunmayıp da kendi başına kalmasıyla bu cılız hayatın bir yün gibi bir pamuk gibi kabarıp sonra da tükeniveren kısacık bir süreçten ibaret olduğunu söylese… İnsan başkalarını da içeren bir hayata talip olunca, başkalarına yönelik iyiliklerini arttırınca kendi hayatına yönelik ihsanını arttırdığı için Allah ona yolun doğrusunu gösterir ve hidayet eder dese…

Su daha birçok şeyi düşündü… Yolunu çakıştıracağı, sohbetler başlatıp arınmasına yardımcı olacağı insanı aramaya koyuldu…

Su arınacağı insanı nasıl arar ve nerede bulur? Günahkâr insan bir yerden sonra Allah’ı şu varlık âleminde güç ve büyüklük noktasında kendisine rakipmiş gibi algıladığında Su ne yapsın? İnsan, Allah isimli rakibe isyan edince ve O’nun koyduğu ölçülere savaş ilan edince Su onu arındırmaya derhal çabalamalı mıydı? Veya hudutları çiğneyen insanın bir gün zayıf ve aciz olduğunu ve eninde sonunda Allah’tan başka bir sığınma yerinin olmadığını tamamıyla anlayıncaya kadar beklemeli miydi? Bu bekleyiş günahkar insanın idrak edebilme gücü artıncaya kadar ve gelip suya yüzünü sürünceye kadar mı sürmeliydi? Ya idrakten aciz oluşlar silsilesine takılı kalan insan, sürekli olarak kötülüğü emreden bir nefisten ibaret olmaya temelli karar vermişse!

Su düşünceler âleminden sıyrıldı ve büyük bir acı içerisinde mırıldandı:

 “İnsan Kitab’ı neden okumaz!? Bilmez mi ki sadece Kitab’ı okuyanın kalbinde sevgi, şefkat ve iyilik tohumları gelişmeye başlar ve ancak o zaman, başta günahları olmak üzere, tüm ağırlıklarından, zorluklarından ve meşakkatlerinden kurtulmaya başlar…”

Su bu sözleri söyledikten sonra bir insanın yanı başında beklediğini gördü ve kendisiyle olan söyleşisini daha fazla uzatmadı.

Karşısında öyle bir insan duruyordu ki hedeflerine ulaşabilmek için aşağılık yöntemlere başvurmuş da bulunduğu kıyıdan karşı kıyıya geçmek için her seferinde bataklıktan öte tercih edeceği bir yolu kalmamış gibiydi… Üstü başı çamurdu ancak bu çamurdan kirler ruhunu da kirletmiş durumdaydı! Ömrü boyunca bir başkasının yüreğine umut koymamıştı ki bir kerecik olsun Allah’ın hidayet verdiği kullarının yaşadığı o şeffaf, o latif manevi hazzı büyük bir coşkuyla yaşamış olsun! Ruhu, üzerine bir giysi gibi oturmadığından Yaratıcıya yer vermemiş kalbi de onarılmaktan mahrum kalmıştı.

İnsan kendisini uzun uzadıya süzen Suya dedi ki:

 “Ey Ruhumun resmini tastamam çizmeyi marifet bilen Su! Buraya geldim, zira biliyorum ki senden başkası beni anlamaz! İnsanlar beni anlasaydı buraya gelmezdim! İnsana beni bu noktaya getiren en temel şeyin köleliğimin özgürlük kisvesine bürünmesi olduğunu anlatmaya çalıştım ancak anlamadı! Sen ise benden bir kelime dahi dinlemeden Davud gibi verdin hükmünü! Bekliyorum ki yine Davud gibi gerçeği göresin ve derhal tövbe edesin!”

Su bu beklenmedik çıkış karşısında afallayıp kaldı.

İnsan devam etti:

 “Bana yardım elini uzatacakların kapılarına defalarca gittim! Gördüm ki onların çoğu, kendilerini ruhen benden daha temiz görerek, kalplerini benimkinden daha güzel görerek, nefislerini benim nefsimden daha arınmış ve mutmain olmuş görerek sapmışlar da farkında bile değiller!”

İnsan hıçkırıklara boğulmuştu. Su ise tövbe etmekle meşguldü. Bir yandan da insanın feryadını duyuyordu:

“Ey Su! Ben arınmak isteyen bir kulum! Peygamberin abdest tarifinden duydum ki eğer hakkıyla abdest alınırsa,  suyun değdiği her uzuv işlediği günahlardan arınırmış! Sana geldim ve beni arındırmanı istiyorum!”

Su aklına takılan şeyi sormadan edemedi:

“Allah’ın salih kulları yardımcı olmak istemediler mi?”

İnsan hırçın bir sesle konuştu:

“İnsanların arasına karışmayan,onların zaaflarına,eksikliklerine ve hatalarına hoşgörü ve şefkatle yaklaşmayan ve onları arındırmak için hiç bir çaba sarf etmeyenin kime faydası dokunabilir?!”

İnsan ağlıyordu…

“Bilmez misin ki insan da en az şeytan kadar saptırıcıdır!”dedi ağlamasının bir yerinde.

Su büyük bir şaşkınlıkla konuştu ve dedi ki:

“Allah’ın salih kulları senin özündeki iyilik tarafına yönelmediler mi!?Hatalarına ve ahmaklılarına azıcık şefkatle yaklaşan olmadı mı?Sana biraz gerçek merhamet gösterilmedi mi?!İçindeki hayır kanallarını açmak için elinden tutacak bir Allah’ın kulu nasıl bulunmaz?Bu hale nasıl geldin?!”

“Ey Su! Sen ki Hılfu’l-Fudûl’ün faziletli üyelerinin, zalime karşı mazlum yanında bulunacaklarına dair yaptıkları yemine ölçü getirilensin! Bu erdemli üyeler, denizlerde ve nehirlerde bir tek kılı ıslatacak su kalıncaya kadar, zulmü engellemek ve mazlumu korumak için yemin etmişlerdi! Ey Su! Hatırla ki çölde o kavurucu yaz sıcağında Ebuzer bir başına iken ve çölü yaya geçmenin izzetini yaşıyorken, yağan yağmurdan bir taşın üzerinde biriken ve bir insan için gelmiş geçmiş en büyük sevince sebep olan, üzerine salat ve selam olan o Yüce Dost’a,  Ebuzer’in eliyle götürülensin! Bilmez misin ki kul Allah’tan sonsuz derecede uzaklaşsa da Allah kula kuldan daha yakın olandır! Bu uzun mesafeleri ancak kalbimle aşacağıma inandım ve yaptığım kötü fiillerden Allah’a hicret ederek bana şah damarımdan daha yakın olan Rabbe dualarımı iletmeye çabaladım! Ancak kalbim mutmain değil! Arınabileceğime dair bir umut bir işaret görmek istiyorum! ”

İnsan sözünü bitirince kendiliğinden bir sessizlik oluştu ve su da insan da kendi içlerinde sürdürdüler konuşmalarını…

Su, nedamet içindeki insana acımayı aklından dahi geçirmeden düşünüyordu:

“Bu insan, yaptıkları her ne ise pişman olan bir insandır. Bu insanın pişmanlığı, Âdem ve Havva’nın cennette Allah’ın emrini çiğneyerek yasak olan ağaçtan yemek suretiyle yere indirilmeleriyle oluşan pişmanlığa benziyor. Veya onların çocuklarından Kabil’in hasedden dolayı kardeşi Habil’i öldürmesinden sonraki pişmanlığı çağrıştırıyor.”

İnsan da düşünüyordu:

“Rabbim! Pişmanlığım, kıyamet gününde kâfirlerin uğrayacakları azap ve kaybettikleri cennet saadetinden ötürü yaşadıkları o şiddetli ve faydasız pişmanlıklara benzemiyor…”

Su düşünmesine devam ediyordu:

“Mademki Allah kendini kınayan nefse yemin ediyor bu nefis çok hayırlı olsa gerek! Kendisine iyilikler ve kötülükler ilham edilen, fücur ve takva ilham edilen nefsini arındırarak onu temizleyen ve böylece kurtulan insana ne mutlu! Allah bu nefse yemin ederek cesaretlendirdi ve bu nefis sahiplerini tertemiz olan bir doygunluğa kavuşturarak mutmain hale getirdi. Elbette bu nefis Rabbinden razı olacak ve Rabbi de ondan razı olacaktır! ”

İnsan umutla dua ediyordu için için:

“Allah’ım! Bana, iyilikle kötülüğü ayırt eden, kendisiyle temizlenerek Allah’a yaklaşacağım bir nefsi lütfen ver! Allah'ım! Senden, Sana kavuşacağına inanan, Senin takdirine büyük bir teslimiyetle razı olan ve Senden gelen bütün lütuflara kanaat eden bir nefs-i mutmainne istiyorum"

Su sesli bir şekilde:

 “Amin!” dedi.

     İnsan suyun önünde diz çöktü. Avuçlarını suyla doldurdu ve damlayarak elinden kaymakta olan suyla konuşmaya başladı:

     “Ey Su! Sakın ne tür suçlar ve günahlar işlediğimi sorma! Benim için yaptıklarım en kötü şeylerdi… Bil ki elimle kötü işler yaptım, ağzımla kötü sözler söyledim ve boğazımdan haram lokmalar geçirdim, burnumla hayatın kötü kokularını kovaladım, kulaklarımla kötülüğe ait ne varsa dinledim ve kötülüğe dair duyduklarımı da ağzımla yaydım, ayaklarımın beni götürmediği çirkef mekânları kalmadı. Anlayacağın bana şükredeyim diye bahşedilen uzuvlarımla günahın ve yasağın birçok sınırını pervasızca aştım! Şimdi abdest almak istiyorum!”

     Avuçtaki su bitmeye yüz tutunca hıçkırmaya başladı. Su insanı nasıl teselli edeceğini bilemedi ve sadece bekledi.

     İnsan kararlı bir şekilde bir avuç suyu alıp ellerini yıkadı.

     “Allah’ım bu elleri razı olacağın amelleri gerçekleştirmeme aracı kıl!”

     Su her duaya “amin”diyordu.

     İnsan suyu ağzına ve burnuna aldı:

     “Allah'ım, tüm seçkin kullarına bahşettiğin şekilde adını anmak ve  hayatıma ömür boyu rehber olacak   kitabını okumayı nasip et!  Cehennem kokusunu uzaklaştırıp bana cennetin kokusunu koklat."

     İnsan nehrin suyundan avuç avuç aldı :

" Rabbim! Senin dostlarının yüzleri ağaracağı gün yüzümü ağart, yüzümü kara çıkarma. Allah’ım, beni defteri sağ taraftan verilenlerden eyle, hesabımı kolaylaştır.  Allah'ım beni, defteri sol taraftan verilenlerden eyleme. Üzerime feyzini ve bereketini indir, Senden başka hiçbir kimsenin gölgesinin bulunmayacağı yerde beni Arş'ın gölgesinde gölgelendir. Allah'ım, beni söz dinleyip sözün en güzeline uyanlardan kıl, iyilerle birlikte cennete çağıran sesi işitmemi nasip et. Allah’ım! Beni cehennemden âzat et, boynuma mahcupluk zinciri geçirme. Rabbim, ayaklarımı Senin dosdoğru yolunda sâbit kıl, beni yolundan ayırma. Ya Rabbi,  pişmanlık duyuyorum, sana dönüyorum. Birazdan huzurunda duracağım. Affet beni, tövbemi kabul et. Zira Sen tövbeleri kabul edensin. Beni pişmanlık duyanlardan ve tertemiz olanlardan kıl, iyi kullarının arasına kat. Beni, sabreden ve şükreden kullarından eyle ki Şeytan bana zarar veremesin.Elimden tutmazsan her an saparım!Rabbim kalbimi eğriltme  ve beni iyilerle beraber dirilenlerden kıl!."

Su, kendisiyle abdest alan insanın bu temizlenmeyle, kirlerinden kurtulduğunu, yenilendiğini, arındığını ve adeta yeniden doğduğunu gördü. Onun huzurda namaz kılışını, yalvarıp yakarmasını gördü…

Su anladı ki bu arınma onun kalbindeki değişimi başlatmakla  kalmadı beyinde de rahmet dalgaları oluşturdu.Bu dalgalar  beyinde en mükemmel bilgi saklayıcısı  suyu en sevimli bilgi depolayıcıları olan kristallere çevirdi.Bu mucize kristaller Allah’ın bilgi hazinelerini öyle sahiplendi ki beyin, gözün ve kulağın esiri olmamaya Allah’ın adıyla karar verdi.Ayetlerden bir ayet, su kristallerinden süzülerek insanın diline geldi ve insan, ekrem olan Rabbin adıyla ufuktaki ve enfüsteki ayetleri okumaya başladı.İnsan beyni okunan ayetlerle diğer insan beyinlerine kutsal dalgalar üzerinden mesajlar şeklinde göndererek daha büyük değişimleri başlattı.Bu değişim öyle mucizevi bir değişimdi ki  suyu ve sudan varolmuş bütün canlıları etkiledi. Nefsini temizleyenlerin kurtuluşu melekleri sevindirdi ve bu değişime yol açan kulun arınması onun amel defterini sağ tarafına daha da yaklaştırdı.Arınan  kulun nefsi yaratıcısından memnun oldu ve razı olunmayı hak etti. Çünkü Allah’ı en çok sevindiren amel olan tövbe gerçekleşmişti!

Arınan insan namazını bitirdiğinde Su onun yüzüne baktı. Gördü ki  o ilk gördüğü yüzden eser dahi kalmamıştı.

İnsan da ayrılığın vaktinin geldiğini anladı ve Suya sokularak titrek bir sesle konuşmaya başladı:

“Şehadet ederim ki Muhammed O’nun kulu ve elçisidir.Seni arınmama vesile ettiği için O’na teşekkür ederim!Senin üzerindeki hakkımı unutmam da mümkün değil!”

Su :

“Allah göklerin, yerin ve bu ikisi arasındakilerin sahibidir!Gündüz günah işleyenler tövbe etsin diye geceyi, gece günah işleyenlerin tövbesi için de gündüzü yarattı.Nefislerine karşı aşırı davranan kullarını Allah’ın rahmetinden umut kesmemeye davet eden,bütün günahları bağışlayan o çok esirgeyiciye sonsuz şükürler olsun!Sen özümden abdest alırken  Allah’a ne denli şükrettiğimi ve bu kulu bana gönderdiği için nasıl mutlu olduğumu bir Allah bilir!”dedi sevinçle.

Arınmış olan insan yola koyulacakken son bir kez Suya döndü ve bir süre sessizce bekledi.Ancak Suyun işiteceği bir sesle:

“Ey aziz olan Su!Kıyına gelen insanlara, Rabb olan Allah’ın yaratılışı takdir ettiğinde  rahmetinin gazabına galip geldiğini hatırlatır mısın?” diye sordu.

Su memnuniyetle baş eğdi ve dedi ki:

“Sen de karşılaştığın insanlara Allah’ın Kitabını sevdirmeyi ve okunması için elinden geleni yapma sözünü verir misin?”

   

İnsan da memnuniyetle baş eğdi ve son cümlelerini söyleyip ayrıldı:

 “Şeytan bizden önceki birçok nesli saptırdı. Mademki aklettim o halde atılmalıyım hayatın içine ve dalmalıyım insanların arasına!”

Su arınan insanın ardından nemli gözlerle baktı. Artık sohbet edeceği insanları aramaktan başka bir temennisi yoktu.

Hafif bir rüzgâr esti. Suyun kederi azıcık olsun azaldı. Rüzgâr esintisini arttırınca anladı ki bu rüzgâr kendisi için gönderilmiş bir sekinetti.

Umutla ve heyecanla atıldı:

 “Ey rüzgâr! Bana arınan insandan haberler getirir misin?”

Rüzgâr kısa bir süreliğine uzaklaşıp geri geldi.

 “Ey Su! Onu elinde Kitap olduğu halde ilerideki bir topluluğa şöyle konuşurken gördüm: “Ey insanlar! Dünya hayatı yağmurun bitirdiği, ekincilerin hoşuna giden bir ekine benzer. Sonra bu ekinin kuruyup sapsarı olduğu görülür. Sonra da çerçöp olur. Ahirette çetin azap ve Allah’ın rıza ve bağışlanması vardır. Dünya hayatı sadece aldatıcı bir geçinmedir!”

Su rüzgâra teşekkür eti ve mutmain olarak kendi mecrasında akıp gitti.

Zaman gelip geçti…

Dünyanın bir köşesinde bir çocuk doğdu.

Annesi bu çocuğun kendisine bir lütuf olarak verildiğini biliyordu. Karnındaki çocuğunun gelişimini dualar eşliğinde izlemişti. İşte bu anne, evladının dualar eşliğinde tertemiz bir su ile yıkamasını istedi bu isteği yerine getirildikten sonra kundaklayıp helal sütünden verdi…

Dünyanın başka bir köşesinde yaşlı bir adam öldü.

Ahali buralara nereden geldiği bilinmeyen bu yaşlıyı mezarına gömmek üzereyken bir adam çıkageldi ve dedi:

Ey cemaat bu “Kitap” ve “Vasiyet” şu mevtaya aittir! İzin verin vasiyetini okuyayım öyle gömün!

Vasiyeti toplanmış kalabalığa okudu:

“Değerli cemaat! Bu vasiyetim okunduğuna göre ben aranızda bulunmuyorum. Kimin gerçekten diri ve kimin de gerçekten ölü olduğunu da ancak Allah bilir! İçinizde belli bir süre bulundum. Bu bulunmanın hatırına sizden bazı taleplerim olacaktır: Birincisi, imam efendi bana normal bir abdest aldırdıktan sonra bildiği şekliyle bedenimi yıkasın, ikincisi ben araştırdım sakıncası yok, siz de uygun bulursanız Kitabımı yanıma gömünüz! Kulluk haklarımı size helal ediyorum. Siz de haklarınızı helal ediniz. Allah’ın selamı üzerinize olsun.”

Cemaat bu vasiyetin dine aykırı olmadığına kanat getirdikten sonra istenenleri yerine getirdi ve yaşlı adam böylece defnedildi.

Derken bir rüzgâr esti.

Bu cemaatin şimdiye kadar şahit olmadığı çoklukta bulutlar toplandı. Şimdiye kadar kimsenin görmediği bir yağmur rahmet olarak indi ve yer bu yağmur sularıyla arındı, temizlendi.

Bu yerin ahalisi bu su ile arındı.

Rüzgâr bir süre sonra sakinleşince bulutlar da dağıldı. Artık aralarında dostluk bulunan nehre vefat eden adama ait son haberi götürmekten başka görevi kalmamıştı.

 

Ali Yalçın