๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 30 Ekim 2010, 16:37:00



Konu Başlığı: Allahı sevmenin ve Ona şükretmenin lüzumu
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 30 Ekim 2010, 16:37:00
ALLAHÜ TEÂLÂYI SEVMENİN VE ONA ŞÜKRETMENİN LÜZÛMU


Bütün kâinâtı, canlı-cansız her varlığı, en mükemmel bir nizâm ve intizâm üzere yaratan ve onları her ân varlıkta durduran Allahü teâlâ, şu uçsuz-bucaksız olarak gördüğümüz koca “kâinât”ta, sâdece “dünya”nın insanlarla meskûn olmasını irâde etmiş, “ilk insan” olarak “Hz. Adem”i bu dünyaya göndermiş ve onu aynı zamanda “ilk Peygamber” kılmıştır. Yüce Allah, insanlara muhtâc oldukları her türlü ni’meti de lutfetmiştir. Bu ni’metler sayılamıyacak kadar çoktur. [Bu konuda 2 âyet-i kerîme vardır.]

Şüphesiz ki Cenâb-ı Hak, yarattığı şu mükemmel âlemle, kendi varlığını belli ettiği gibi, kullarına çok merhamet ve şefkat ettiği, acıdığı için, var olduğunu ayrıca “Peygamber”leri vâsıtasıyla da bildirmiştir.


Ama maalesef günümüzde, şu ilim ve teknoloji asrında bile, “Göklerdeki muazzam âlemleri, dünyâda gördüğümüz her eseri, dünyânın dönüşünü, gece ve gündüz hâdiselerini, mevsimleri ve herşeyi meydâna getiren tabîat kuvvetidir, tabîat kânunudur” diyerek Allahü teâlâyı inkâr eden kimseler hâlâ bulunmaktadır. İnkârcıların bu sözlerini normal bir aklın, hattâ basît bir anlayışın dahî kabûl etmesi mümkün değildir. Bunlara sormak lâzımdır ki:

“Bu muazzam eserlerin sâhibi yok mudur? İnsanların meydâna getirdikleri en ufak bir eserin, insan şuûr ve zekâsının bir mahsûlü olduğunu kabul ediyorsunuz da, bu, akılları durduran muazzam eserler, kendi kendine meydana gelmiş olabilir mi? Bu eserlerdeki intizâmı ve dengeyi, şuûrsuz ve donuk tabîat mı meydâna getirmiştir?”


CENÂB-I HAKK’IN ESERLERİ HER YERDE GÖRÜLMEKTEDİR



Allahü teâlânın zâtını görmüyoruz; fakat O’nun eserlerini, yarattıklarını, her zaman, her yerde görüyoruz. Güneş, ay, yıldızlar, denizler, dağlar, taşlar, insanlar, hayvanlar, ağaçlar, gece ve gündüz, yaz, kış….. ne görebiliyorsak, bütün bunların yaratıcısı hiç şüphesiz, Allahü teâlâdır. Allahü teâlâdan başka hiçbir varlık hiçbir şey yaratamaz. İnsanların en akıllıları bir araya gelseler, bu muazzam eserlerden en küçüğünü, meselâ, bir karıncayı yaratamazlar. Bir Pastör, hiç yoktan bir mikrop yaratabilir mi? Bir Edison, güneş ışığına benzer bir ışık îcâd edebilir mi? Bir Galile, dünyânın dönüşündeki intizâmı değiştirebilir mi?

İnsanları, göklerde ve deniz altlarında dolaştıran, radyoları, televizyonları, bilgisayarları… bulan bir insanın beynini yaratan kimdir? Bütün bu azametli varlığı “Yaratan”ı inkâr etmek için, insanın ya ahmak, ya koyu câhil veya kör bir inâdın kurbânı olması lâzımdır.

Her şeyi yaratan, terbiye eden, yetiştiren, her iyiliği yapan, gönderen ancak Allahü teâlâ’dır. Kuvvet, kudret sâhibi yalnız O’dur. “İnsan bir şeyi yarattı” demek, “yarattı” kelimesini Allahü teâlâdan başkası için söylemek, sivrisineğin apartman yapmasını veya otomobil kullanmasını söylemek gibidir; çok çirkindir ve günâhtır. Aslında söylenen kimse ile alay etmek, onu küçültmek demektir.

Herhangi bir kimse, herhangi bir zamanda, herhangi bir yerde, herhangi bir kimseye, herhangi bir şeyden dolayı, herhangi bir sûretle hamdeder, onu medhederse, bu hamdlerin hepsi Allahü teâlâya mahsûstur.


ALLAHÜ TEÂLÂYI SEVMEK LÂZIMDIR



Allahü teâlâyı sevmek için sebepler pek çoktur: Evvelâ, müslümân olarak dünyaya gelmek. Yani, müslümân bir ana-babanın evlâdı olarak dünyaya gelmek, bütün ömrümüzce, Allahü teâlayı sevmek, Allahü teâlaya şükür ve hamd etmek için, tek başına en büyük sebeptir. Meselâ, Hıristiyan ana-babadan dünyaya gelmiş olsaydık, artık müslümânlık yolunu bulmak, bizim için, çok zor veya imkânsız olabilirdi.

Müslümânlığı sevmiş, elinden geldiği kadar müslümânlık yolunda yürümeye gayret etmiş bir âilenin çocuğu olmak da ayrı bir tâlihdir. İsmi müslümân ismi olup da, müslümânlık îcâplarını yapmayan hattâ müslümânlığı hor gören, nice sözde müslümânlar var. Akıl ve iz’ân sâhibi olmak, iyi ve kötüyü anlayabilecek bir tahsîl ve anlayış seviyesinde bulunmak da Allahü teâlânın en büyük nimetlerindendir.

Bundan başka, insan haklarını tanıyan bir devletin ve hükümetin ferdi olarak yaşamak, sıhhatte olmak, başkalarına muhtâç olacak derecede fakîr olmamak vesâire gibi binlerce nimet, hep Allahü teâlânın lutuf ve ihsânıdır.

Çok cüz’î bir kısmını saydığımız bu nimetlerden mahrûm olan milyonlarca müslümânın, milyonlarca insanın bulunduğunu düşünürsek, Allahü teâlâyı nasıl sevip, şükretmek lâzım geldiği kolayca anlaşılır.


YÜZMİLYONLARCA KİŞİDEN DAHA ŞANSLIYIZ



Bir takvîm yaprağının arkasındaki şu cümleleri okursak biraz intibâha gelebiliriz:

“Eğer bu sabah sağ olarak uyanmış iseniz, dün ölen 330 milyon insandan daha şanslısınız.

Eğer bu sabah hastalıklı değil de sağlıklı uyanmış iseniz, şu anda hasta olan 1 milyar insandan daha şanslısınız.

Bir harp tehlikesi ile, işkence görmek ihtimali ile, sağ kalma korkusu ile ve büyük tehlike ile karşı karşıya değilseniz, 500 milyon insandan daha iyisiniz.

Kilerinizde veya buzdolabınızda yiyeceğiniz, üzerinizde elbiseniz ve başınızı sokup uyuyabileceğiniz bir eviniz varsa, dünyadaki 3 milyar insandan daha zenginsiniz.

Cebinizde veya bankada paranız varsa, dünyânın en imtiyâzlı olan 1 milyar insanı arasındasınız.

Eğer birşeyler okuyabiliyorsanız, bu demektir ki, okuma-yazma bilmeyen 2 milyar insandan biri değilsiniz.

Anneniz-babanız sağ ise ve boşanmamışlarsa, eşiniz ve çocuklarınızla mes’ûd bir âile iseniz, siz bu dünyadaki nâdir insanlardan birisiniz.

O hâlde ne duruyorsunuz, hâlinize şükredin!”



RAMAZAN AYVALI