๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 01 Aralık 2010, 18:58:40



Konu Başlığı: Aklen kirlenmenin isim alma sürecine etkisi
Gönderen: Sümeyye üzerinde 01 Aralık 2010, 18:58:40
İnsanın Bireysel Ve Toplumsal Kirlenme Sorunu

(Aklen Kirlenmenin İsim Alma Sürecine Etkisi )


İnsan beyninin fıtrata yükletilen iyi ve kötü olanı bilip karar verme süreçlerindeki en önemli işlevi akletmedir. Rabb’imiz insanları akledişlerine göre muhatap kabul etmektedir. Emir ve yasaklarına karşı sorumlu olma da akıl ile alakalıdır. Aklı olmayanın sorumlu tutulmaması bundandır. Akıl sahibi olanlara gelince, akledip Rabb’den gelenlerin doğru olduğuna emin olması, yani iman etmesi açısından imtihan edilmektedirler. Aklederek teslim olmayanların, düşünerek emin olmayanların sığınacakları şey her ne olursa olsun pratikte bir değer ifade etmez. Kısacası insan düşünüp taşınacaktır. Ya o kahrolasıca gibi ölçüp biçip (74/Müddessir,17–26) sonunda cehenneme atılanlardan olacak veyahut da aklederek kurtulanlardan olacaktır.       

İnsan aklını;  "saf akıl", "kısmen kirlenmiş akıl" ve "kirlenmiş akıl" olarak ele aldığımızda, insanoğlundan “çoklarının akıl erdiremedikleri”ni (5/ Maide,103)  , saf (temiz) akıl sahiplerinin(ulul elbab) (14/İbrahim,52;  3/Al-i İmran,190) iman edenler olduğunu anlıyoruz. Hakeza, “Ancak temiz akıl sahiplerinin öğüt alıp düşünebildiği” (13/Rad,19), “temiz akıl sahiplerinin sözü işitip en güzeline uydukları” (39/Zümer,18), açıkça belirtilmektedir.

İnsan tefekkür etmelidir. Çünkü Allah’tan indirilenin gerçekten hak olduğu, (13/Rad, 18), bilenlerle bilmeyenler bir olmayacağı,   (39/Zümer, 9) yaratılanlar üzerinde derin bir tefekkürle düşünmek gerektiği, hikmet ve bilginin Allah’ın insana hediyesi olduğu, kime dilerse hikmeti ona vereceği, şüphesiz kendisine hikmet verilene büyük bir hayrın da verildiği, temiz akıl sahiplerinden başkasının öğüt alıp-düşünmeyeceği (2/Bakara, 269) netlik kazanmıştır.

Akıl, vahiy ile birlikte, İslam’i Düşünce Sistemi’nin temel referanslarındandır. Vahiyden doğru yararlanmada da vazgeçilmez bir değere sahiptir. Sosyal hayatta;  "adalet", "istişare", "liyakat" ve "hak" gibi evrensel ilkelerin doğru tanımlanıp topluma etkin uyarlanabilmesi için akıla ve akletmeye ihtiyaç vardır. Sağlıklı akıl yürütme yöntemi göz ardı edilerek vahyin kavranılmadığı durumlarda toplumsal bozulma başlar ve Allah’ın yegâne kanun koyucu olduğu fikrinden uzaklaşılarak beşeri alternatif arayışları eşliğinde bir kirlenme söz konusu olur. Sonuçta ise “O, akletmeyenleri pislik içinde bırakır.” (10/Yunus, 100) takdiri gereği, pisliğe bulaşmış bir sosyal durum insanlığın önüne çıkar. Akli kirlenme başlayınca,  hayat tarzı olarak kabul edilene paralel bir şekilde pratikler sergilenir. Neticede akletmemenin doğal sonucu “iğrenç bir pisliğin içinde kalma” tamamlanmış olur.

Aklen kirlenmenin en acı sonuçlarından birisi münafıklaşmadır. Allah, münafıkça hareketlerle hayatın içinde, orada burada durup fıtratlarını kendi halleriyle bozanlar için, “Şeytan onları sarıp-kuşatmıştır; böylelikle onlara Allah'ın zikrini unutturmuştur. İşte onlar, şeytanın fırkasıdır. Dikkat edin; şüphesiz şeytanın fırkası, hüsrana uğrayanların ta kendileridir.”(58/Mücadele,19) buyurmaktadır. Böyleleri kendi hallerini imrenilecek bir konumda görüp iman edenleri de daha düşük gösterme çabasındadırlar. Kendilerini akıllı sanan ve iman etmeyi küçümseyen kimselerin iman edenleri aşağılamaya çalışmaları şeklinde beliren akli kirlenme  “ Ve (yine) kendilerine: "İnsanların iman ettiği gibi siz de iman edin" denildiğinde: "sefihlerin iman ettiği gibi mi iman edelim?" derler. Bilin ki, gerçekten asıl beyinsizler onlardır; ama bilmezler.”   (2/Bakara, 13) tarzı hemen her zaman şahit olduğumuz bir kirlenme şeklidir. Böylelerinin en bariz özelliklerinden biri de haktan hiçbir şey ifade etmeyen zanna uymaları ve kendi zanlarını en doğru delil kabul etmeleridir.(10/Yunus,36). Nuh (a.s)’ın mağfirete çağıran davetine kulaklarını tıkayan ve elbiselerine bürünen (71/Nuh,7) insanlar misali, inkârcılar, bütün davetlere kulaklarını tıkamış ve kendi zanlarına sarılarak algı ve anlayışlarıyla karanlıklar içinde kalmışlardır.

Aklen kirlenip de kâfir ismi ile inkârın içine dalanlar Allah’tan indirilene saldırdıklarında akıl ve mantıktan uzak bir tarz ve çığırtkanlıkla her türlü yola başvururlar. “İnkar edenlerin örneği bağırıp çağırmadan başka bir şey işitmeyip (duyduğu veya bağırdığı şeyin anlamını bilmeyen ve sürekli) haykıran (bir hayvan)ın örneği gibidir. Onlar, sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler; bundan dolayı akıl erdiremezler.” (2/Bakara, 171). Günümüzde büyük bir çığırtkanlıkla Müslümanların aleyhinde her türlü kötüleme, karalama ve sindirme faaliyetlerinde bulunanların başında Yahudilerin ve Yahudileşmiş olanların geldiğini söyleyebiliriz. “Kendilerine Tevrat yükletilen sonra da onunla da amel etme­yenlerin durumu, ciltlerle kitap taşıyan eşeğin durumu gibidir.” (62/Cuma, 5) tanımlamasıyla kendilerini tanımamız istenen Yahudiler, bugün hem kendi kitaplarına ihanet eden hem de insanlığın bütün kutsal değerlerini ayakaltı ederek insanlığa ihanet eden bir düşman güç olarak, Müslümanları hayat sahnesinden silmek isteyen en etkin çığırtkan güçtür.  Müslümanların zerre kadar bile olsa onlara güvenmeleri, bir kerecik bile olsa dürüst davranacaklarını beklemeleri söz konusu olamaz. “Siz (Müslümanlar,) onların(Yahudilerin) size inanacaklarını umuyor musunuz? Oysa onlardan bir bölümü, Allah'ın sözünü(Tevrat’ı) işitiyor, (iyice algılayıp) akıl erdirdikten sonra, bile bile tahrif edip değiştiriyorlardı. (2/Bakara, 75). Bugün için de geçerli olduğu üzere Kur’an’ı düşünmeyen her kimse kalpleri üzerinde kilitler bulunan kimsedir (47/Muhammed,24). “Gerçek şu ki, Allah katında, yerde debelenenlerin en kötüsü, (bir türlü) akıl erdirmez olan sağırlar ve dilsizlerdir. (8/Enfal, 22). “Yoksa sen, onların çoğunu (söz) işitir ya da aklını kullanır mı sanıyorsun? Onlar, ancak hayvanlar gibidirler; hayır, onlar yol bakımından daha şaşkın (ve aşağı) dırlar”  (25/Furkan, 44). Hesap günü inkârcılara, neden ateşte olduklarına dair sorulduğunda“ Ve derler ki: Eğer dinlemiş olsaydık ya da akıl etmiş olsaydık, şu çılgınca yanan ateşin halkı arasında olmayacaktık." (69/Mülk Suresi, 10)  şeklindeki itirafları kayda değerdir.

İman edenlere gelince, en belirgin özellikleri akletmeleri ve tefekkürleridir. “Onlar, ayakta iken, otururken, yanları üzere yatarken Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) "Rabbimiz, sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru." (3/Al-i İmran, 191) . “Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün art arda gelişinde, insanlara yararlı şeyler ile denizde yüzen gemilerde, Allah'ın yağdırdığı ve kendisiyle yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiği suda, her canlıyı orada üretip-yaymasında, rüzgârları estirmesinde, gökle yer arasında boyun eğdirilmiş bulutları evirip çevirmesinde düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır.” (2/Bakara, 164) . Onlar hayatın bütün alanlarında Allah ve Resulü her ne demişse ona uyarlar ve asla başka bir kaynağı da Allah’ın Kitabı’nın ve Peygamberin ifadesinin önüne geçirmezler.(49/Hucurat,1). İlk başvuru kaynağı, en sağlam referans olan Kur’an’ın önüne hiçbir referans  konulamaz zira ,“İşte bu (Kur'an) uyarılıp korkutulsunlar, gerçekten O'nun yalnızca bir tek ilah olduğunu bilsinler ve temiz akıl sahipleri iyice öğüt alıp düşünsünler diye bir bildirip-duyurma (bir belağ)dır.”   (14/İbrahim,52).

 

Aklen kirlenmeden ancak hakkıyla düşünebilme(akledebilme) ve düşünce özgürlüğünü kazanabilme ile kurtulmak mümkündür. Hz. İbrahim’in, kavmini puta tapıcılıktan kurtarmak için seçtiği yol, düşünce özgürlüğüne kavuşma açısından önemlidir:

“Dediler ki: "Ey İbrahim, bunu ilahlarımıza sen mi yaptın?"

"Hayır" dedi. "Bu yapmıştır, bu onların büyükleridir; eğer konuşabiliyorsa, siz onlara soruverin."

Bunun üzerine kendi vicdanlarına başvurdular da; "Gerçek şu ki, zalim olanlar sizlersiniz (biziz)" dediler.

Sonra, yine eski inanç ve tartışmalarına döndüler: "Andolsun, bunların konuşamayacaklarını sen de bilmektesin." (Enbiya Suresi, 62–65)

Hz. İbrahim, bu konuşma üzerine:

Dedi ki: "O halde, Allah'ı bırakıp da sizlere yararı olmayan ve zararı dokunmayan şeylere mi tapıyorsunuz?" (Enbiya Suresi, 66) şeklinde sorarak onları düşündürmeye çalışmıştır. Kimi inkârcıların en güzel deliller karşısında bile iman etmeyebileceklerine dair verilen örnekleri de Kur’an’da görmek mümkündür.

    “Allah, kendisine mülk verdi, diye Rabbi konusunda İbrahim'le tartışmaya gireni görmedin mi? Hani İbrahim: "Benim Rabbim diriltir ve öldürür" demişti; o da: "Ben de öldürür ve diriltirim" demişti. (O zaman) İbrahim: "Şüphe yok, Allah güneşi doğudan getirir, (hadi) sen de onu batıdan getir" deyince, o inkârcı böylece afallayıp kalmıştı. Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez. (2/Bakara, 258).

    Kendisine verilen nimetlerden ötürü akledip şükretmesi gerekirken azgınlaşan Karun da azabı hak edenlerden olmuştur. “Dedi ki: "Bu, bende olan bir bilgi dolayısıyla bana verilmiştir." Bilmez mi ki gerçekten Allah, kendisinden önceki nesillerden kuvvet bakımından kendisinden daha güçlü ve insan sayısı bakımından daha çok olan kimseleri yıkıma uğratmıştır. Suçlu günahkârlardan kendi günahları sorulmaz.” (28/Kasas, 78). “O gün, cehennem de getirilmiştir. İnsan o gün düşünüp hatırlar, ancak (bu) hatırlamadan ona ne fayda? Der ki: "Keşke hayatım için, (önceden bir şeyler) takdim edebilseydim." (89/Fecr Suresi, 23-24).“Ateşin üstünde durdurulduklarında onları bir görsen; derler ki: "Keşke (dünyaya bir daha) geri çevrilseydik de Rabbimizin ayetlerini yalanlamasaydık ve mü'minlerden olsaydık." (6/En'am Suresi, 27).“Ve derler ki: "Eğer dinlemiş olsaydık ya da akıl etmiş olsaydık, şu çılgınca yanan ateşin halkı arasında olmayacaktık." (67/Mülk Suresi, 10)

Aklen kirlenenin hayata bakışında da belirgin bir kirlenme olduğuna değinilmişti. Bahçelerinin ürünlerinde fakirler ve ihtiyaç sahipleri için bir hisse bulunduğuna inanmayan, kimseler görmesin diye ürünü sabahın erken saatinde devşirmek isteyen bahçe sahipleri ne kötü fikir yürütmüşlerdi!

“Gerçek şu ki, Biz o bahçe sahiplerine bela verdiğimiz gibi, bunlara da bela verdik. Hani onlar, sabah vakti (erkenden ve kimseye haber vermeden) onu (bahçeyi) mutlaka devşireceklerine dair and içmişlerdi. (Bu konuda) Hiçbir istisna yapmıyorlardı. (68/Kalem, 17–18).

 

    Kur’an bir öğüt olarak insanlığın huzurunda durmaktadır. “Ey insanlar, Rabbinizden size bir öğüt, sinelerde olana bir şifa ve mü'minler için bir hidayet ve rahmet geldi." (10/Yunus, 57) müjdesiyle, Allah'a iman eden ve vicdanına uyan her insanın Kur’an ayetlerinden öğüt alabileceği belirtiliyorken, nefsine uyan, Allah'ı takdir edemeyen, ahiret konusunda şüphe içinde olanların ise,  kendi bozuk mantıkları doğrultusunda yanlışa düştüklerini, Nuh’un oğlunun bir dağa sığınarak yükselen sulardan kurtulabileceği şeklinde bir yanılgıyla hayatın derin dalgalarına yenik düşen bu insanlar için küfür denizindeki dalgalara yenik düşmeleri kaçınılmaz olacaktır. “Andolsun, Biz bu Kur'an'da çeşitli açıklamalar yaptık, öğüt alıp-düşünsünler diye. Oysa bu, onların daha uzaklaşmalarından başkasını arttırmıyor. (17/İsra, 41). “Kendisine Rabbinin ayetleri öğütle hatırlatıldığı zaman, sırt çeviren ve ellerinin önden gönderdikleri (amelleri)ni unutandan daha zalim kimdir? Biz gerçekten, kalpleri üzerine onu kavrayıp anlamalarını engelleyen bir perde (gerdik), kulaklarına bir ağırlık koyduk. Sen onları hidayete çağırsan bile, onlar sonsuza kadar asla hidayet bulamazlar. (18/Kehf, 57)

    Artık rahatlıkla söyleyebiliriz ki bu insanların bireysel ve toplumsal kirlenmelerdeki yerleri kesinleşmiştir. İster münafık isterse kâfir isimleri olsun, küfre sapanlar zalimdirler (2/Bakara, 254) ve zalimler, düşmanlığa müstahak biricik hedeftirler. Tağut uğruna savaşan (4/Nisâ, 76) ve mallarını Allah yolundan insanları alıkoymak için harcayan (8/Enfâl, 36), Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyen (5/Mâide, 44) ve mü'minlere gelen hakikatlere sırt çevirenlere gönülden sevgi ve güven (meveddet) beslemek, destek vermek akıl işi değildir(Bunu yapan doğru yol ortasında şaşırmış olur). (60/Mümtahine, 1) Bunlar, iflâh etmeyecek bir güruhtur. (23/Mü'minûn, 117; 28/Kasas, 82) .(devam edecek)



Ali Yalçın