Konu Başlığı: "Görünmek" mi "olmak" mı? Gönderen: Sefil üzerinde 10 Haziran 2011, 16:31:47 "Görünmek" mi "olmak" mı? İhlâs, bir manada "sadece Allah için olma, Allah için yaşama" demektir. Bu yüzden ihlâsı elde etmek uzun süren mücahede ve gayretlere bağlıdır. Burada dikkat edilmesi gereken birinci husus, Allah yolunda büyük şeylere talip olmak ama büyük görünmemektir. Bu ince dengeyi yakalamak ve korumak oldukça önemlidir. Esas olan, Allah'a itimad ederek büyük şeylerin arkasına düşmek ama kendini küçük görmek, küçük göstermek ve insanlardan bir insan olmak; hatta onların en küçüğü olduğuna inanmaktır. Nebiler Serveri (Sallallahu aleyhi ve sellem) bir hadislerinde, "Nice saçı başı dağınık, elbisesi eski, kendisine ehemmiyet verilmeyen ve kapı kapı kovulan insanlar vardır ki, bir meselede Allah'a kasem etseler, Allah onları yeminlerinde yalancı çıkarmaz." buyurmuştur. İşin aslı budur; kalb derinliği, vicdan genişliği ve himmet yüceliği ile beraber sığ görünmek, düz bir mü'min edasıyla hareket etmek ama görünenden daha derin olmaktır. Belli olma, tanınma ve bilinme duygusu kalbde barındırılmaması gereken bir duygudur. Böyle bir duygu, tavır davranış ve görüntüyü kalbin önüne geçirme demektir. Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi'nin ifadeleriyle, "İhlâslı insan, "görünme" değil "olma" insanıdır. O, kalbî hayatı itibarıyla önde, tavır ve davranışları açısından ise iki adım geridedir. Görüntüsünün önünü kesmiş ama kalbine yol vermiştir. Günümüzün mefkûre kahramanları da kalb balanslarını bu ufka göre ayarlamalı, "görünme"yi terk edip "olma"ya yürümelidirler." Bediüzzaman Hazretleri, önde görünme arzusu olarak ifade edeceğimiz "meylü't-tefevvuk"u hizmet insanlarını baskı altına alıp, onları ümitsiz, bezgin ve çaresiz bırakan tehlikelerden biri olarak sayar. Kur'an ve iman hizmetinde rekabete, önde olma mücadelesine, itişe-kakışa bir yere varmaya ve birbirine zahmet vermeye hiç yer ve lüzum bulunmadığını ifade eder. Hazreti Üstad, farklı ve üstün olma duygusunun bir zorba gibi gelip hizmet erlerinin himmet hislerine hücum ettiğini ve onları Allah için çalışıp çabalamaktan, din uğrunda gayretten uzaklaştırdığını belirtir. Böyle bir düşmana karşı koymak için de, "Amelimizde rıza-yı İlâhî olması" gerektiğini söyler. Bir başka yerde "Allah için işleyiniz, Allah için başlayınız, Allah için çalışınız ve O'nun rızası dairesinde hareket ediniz." diyerek ihlâs kalesine sığınmanın lüzumunu nazara verir. Kendini farklı ve üstün gören bir insan bir taraftan kendisinin değil de başkalarının çalışıp didinmeleri gerektiğini düşünür; diğer taraftan da, beklentilere girer, hiçbir pay sahibi olmadığı başarıların dahi ona nisbet edilmesini ister. Böylelerini Kur'an, ifadeleri içinde. "Yapmadıkları şeylerden dolayı övülmekten hoşlananların azabdan kurtulacaklarını sanma!" (Âl-i İmran, 188) ifadeleriyle anlatır. Hâlbuki ihlâsta esas olan başarıyı kendine mâl etmek değil, "Kardeşlerin başarıları karşısında sanki kendisi başarmış kadar sevinmek ve onların başarılarıyla iftihar etmektir." İnsanın kendinde bir meziyet, bir üstünlük tasavvur etmemesinin yanında "bütün kuvveti ihlâsta ve hakta bilmesi" de önemlidir. Bu duyguyu elde etmenin yolu da mü'min kardeşini şerefte, makamda, iltifatta ve maddi menfaatlerde kendine tercih etmektir. Hatta güzel bir meseleyi bizden daha iyi anlatacağını düşündüğümüz bir kardeşimize "Yahu gel şu meseleyi sen anlat, sen daha iyi anlatırsın!" diyecek kadar hakperest olmaktır. İhlâsa ermek adına önemli vesilelerden biri de "Bu hizmetteki kardeşlerimizi tenkit etmemek ve onlara üstünlük taslar şekilde gıpta damarlarını tahrik etmemektir." El, gözü tenkit etmediği, ayak, kulağı eleştirmediği gibi bir vücudun azaları hükmündeki mü'minler de birbirlerini tenkit etmemeli, yıpratıcı eleştirilerde bulunmamalıdır. Herkes, İlahî takdirin kendisine biçtiği vazifenin şuurunda olarak konumunun hakkını vermeli ve elinden gelen gayreti ortaya koymalıdır. Süleyman Sargın |