๑۩۞۩๑ Eğlence Dünyası ๑۩۞۩๑ => Dini Hikayeler => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 22 Eylül 2011, 16:29:36



Konu Başlığı: Tılsımlı Testi
Gönderen: Sümeyye üzerinde 22 Eylül 2011, 16:29:36
Tılsımlı Testi


Eski zamanda İsmail Dede ile ihtiyar eşi Fatma nine bir akşam evlerinin önünde güzel ve huzur veren güneşin batışını seyrederek oturuyorlardı.

Akşam yemeklerini yemişler ve yatmadan önce sakin ve rahat bir saat geçirmek niyetinde diler. İneklerden, arılarından kulübelerinin duvarlarına sarılan ve üzerindeki üzüm salkımları kızarmaya başlayan askılardan bahsediyorlardı. Akşamın serinliği ile çocuklarının şen sesleri ve yakın köylerdeki köpeklerin havlamaları gittikçe artıyordu.

Nihayet karı-koca birbirinin seslerini artan gürültüden dolayı güç işitmeye başladılar. İsmail Dede:

''Yahu! Zannederim ki zavallı bir yolcu köyümüzde misafir olmak istiyor. Fakat komşu köylüler onu kabul edip ikram sunacaklarına, her zaman yaptıkları gibi köpeklerini ona karşı kışkırtıyorlar.'' Fatma:

''Ah! Şu köylüler diğer insanlara karşı biraz iyiliksever olsalar ne olur? Çocuklarını da kendileri gibi yetiştiriyorlar ve çocuklar misafirleri, yolcuları taşladıkları zaman onların başlarını okşuyorlar''.

İsmail Dede beyaz saçlı başını sallayarak “o çocuklardan hayır gelmez. Doğrusunu istersen bu hallerini değiştirmezlerse bütün köy halkının başına bir felaket gelecek. Fakat sen ve ben Allah'ın bize verdiği bir dilim ekmeği ihtiyacı olan herhangi bir fakir yolcu ile paylaşmaya hazır olalım.  Evet kocacığım dedi Fatma Nine, biz hep böyle yapalım.”

Biraz sessizlikten sonra İsmail Dede dedi:

-Köpeklerin hiçbir akşam bu kadar çok havladıklarını duymadım. Karısı Fatma cevap verdi:

-Ben de çocukların terbiyesizliğini görmedim. Gürültü yaklaştıkça ihtiyar karı-koca başlarını sallayarak birbirlerine bakıyorlardı.

Nihayet evlerinin bulunduğu küçük yokuşun başında iki yolcunun yaklaşmakta olduğunu gördüler. Bir kaç azgın köpek havlayarak onları takip ediyor, daha geride birçok arsız çocuk bütün kuvvetleriyle yolcuları taşlıyorlardı. Yolculardan biri ihtiyar diğeri ise gençti.

Zayıf olmakla beraber hareketli görünen genç bir iki defa dönerek köpekleri kovaladı. Uzun boylu ve yaşlı olan arkadaşı sakince yürüyor, sanki köpek sürüsünün ve onu takip eden çocukların varlığını bile umursamıyordu. İki yolcu da fakir gibi giyinmişlerdi. Bir gece yatacakları yerin ücretini verecek kadar bile paraları yok gibi görünüyordu. Şüphesiz köylülerin çocuklarını, köpeklerini bunlara karşı kışkırtmaları ve kötü davranmaları bu yüzdendi. İsmail Dede karısına:

-Haydi gidip şu zavallı yolcuları karşılayalım. Yokuşu çıkmağa bile güçleri yok gibi görünüyor, dedi.

-Sen git karşıla ben de onlara yiyecek bir şeyler hazırlayayım. Bir kase sıcak süt ve biraz ekmek onlara çok iyi gelir. Böyle diyerek eve girdi. İsmail Dede yabancıları karşılayarak neşeli ve tatlı bir sesle:

-Hoş geldiniz yolcular. Sefalar getirdiniz! dedi. Yolculardan genç olanı, yorgunluğuna ve kuvvetsizliğine rağmen neşeli ve şen bir tavırla:

-Teşekkür ederiz, dedi.

İsmail Dede genci böyle şen ve neşeli gördüğüne memnun oldu. Bu yolcunun hal ve tavrına bakınca onun bütün gün yürümekten yorulmuş ve diğer köylerden kötü muamele gördüğüne inanılamazdı. Oldukça tuhaf bir tarzda giyinmişti. Başında, kenarları kulaklarının üzerinden taşan bir başlık vardı. Bir yaz akşamı olduğunu halde geniş kaputa sımsıkı sarılmıştı. Belki altında elbisenin eski olduğunu göstermemek için böyle yapıyordu. İsmail Dede; ayakkabılarının da acayip olduğunu fark etti. Fakat ortalık iyice karardığından ve ihtiyar pek de iyi görmediğinden o acayipliğin neden kaynaklandığını anlayamadı. Herhalde garip bir şey vardı. Yolcu o kadar hareketli ve çevik idi ki bazen ayakları kendiliğinden yerden kesiliyor, bazen de yerinde duramıyordu.

İsmail Dede yolcuya:

-Ben de genç iken çevik idim. Fakat akşama doğru ayaklarım ağırlaşırdı, dedi.

Yolcu:

-İnsana iyi bir baston çok işe yarar. Görüyorsunuz ya bastonum çok iyidir, dedi. Hakikatten gencin bastonu İsmail Dedenin bugüne kadar gördüğü bastonların en acayibiydi. Baston zeytin ağacından olup tepesinde de bir çift kanadı andıran bir şey vardı. İsmail Dede bir şey sormaya vakit bulamadan yolcuların yaşlısı onunla konuşarak o acayip bastonu ona unutturdu. Ve derin bir sesle:

-Bundan çok eski zamanda şimdiki köyün bulunduğu yerde bir göl yok muydu? diye sordu. İsmail Dede böyle bir şey bilemediğinden:

-'Benim zamanımda da yoktu. Görüyorsunuz ki ben ihtiyarım. Burada daima tarlalar, çayırlar, büyük ağaçlar ve derede çok güzel şekilde şırıldayan akan bir ırmak var. Babam, babamın babası da burayı böyle gördüler. Bildiğim şudur ki: Ben gittikten sonra da böyle olacaktır, cevabını verdi. Yabancı, koyu, sık, kıvırcık saçlarını titreten baş sallaması ve sert bir sesle:

-Bunu kimse bilemez, mademki şu köy halkı şefkat, merhamet ve iyilik denilen şeyleri unutmuşlar. Evlerinin yerinde gölün tekrar çıkması daha iyi olur, dedi. Yolcunun bu sert çıkışından ve sinirli halinden İsmail Dede korktu. Yolcu yüzünü ekşittiği zaman ortalık sanki daha da karardı. Başını salladığında gökte gök gürültüsü gibi bir şey hissedildi. Bunun üzerine ihtiyarın korkusu arttı. Fatma Nine yemeği hazırlarken eve varan yolcular ile İsmail Dede dostça sohbet ediyorlardı. Gence:

-''Hey genç dostum, ismin nedir'' diye sorunca, genç:

-Görüyorsunuz ya çok çeviğim. Bana Çevik dersen bu isim pek fena olmaz. İsmail Dede ''çevik mi, çevik mi? diye söylenerek yabancıya bakıyor,'' acaba benimle alay mı ediyor'' diye düşünüyordu.

-Ne kadar acayip bir isim! Arkadaşının ismi nedir? Onun adı da böyle tuhaf bir şey mi? Dedi.



Çevik, garip ve anlaşılmaz bir tavır ile:

-Onun gök gürültüsünde sor, başka hiçbir ses kuvvetli değildir, cevabını verdi. Bu esnada Fatma Nine yemeği hazırlamıştı. O da kapısına gelerek misafirlerinin önüne koyacağı yoksul sofrası için özür dileyerek:

-Eğer geleceğinizi bilseydik sizi aç bırakmamak için kocam ve ben bir lokma bile yemezdik, fakat bugünki sütün çoğunu peynir yapmak için kullandım. Ve son parça ekmeğinde yarısını yedik. Ah! Fakir olduğumuza yalnız bir misafir geldiği vakit üzülürüz, dedi. Yolcuların yaşlısı:

-Bizim için bu kadarı da yeterli, kendini üzme, dedi. Misafirlere gösterilen güler yüz ve tatlı dil güzellikle harikalar yapan en kaba yemeği lezzetli yemekler gibi yapar diyerek övgüyle karşılık verdi.

Fatma Nine:

-Burada güler yüz ve tatlı dil bulursunuz. Onunla beraber biraz bal, bir salkım da siyah üzüm var, dedi.

Çevik gülerek:

-Teyzeciğim! Bu bir ziyafet, tam bir ziyafettir. Bak ben de yemeğimi keyifle yiyeceğim ve ömrümde bu kadar acıktığımı görmedim, dedi.

İsmail Dede karısının yüzüne bakarak:

-Eyvah! Eğer genç dediği gibi aç ise doymamalarından korkuyorum, dedi. Fatma Nine'nin daha önce de dediği iki aç yolcu için yiyecek çok az idi. Yolcular oturur oturmaz tek hamlede kâselerdeki sütü içtiler.

Çevik:

-Teyzeciğim bana biraz daha süt getirir misiniz? Bugün havada çok sıcaktı. Çok hararetim var''diyince Fatma Nine şaşırarak, size karşı çok mahcubum. Testide bir damla bile süt kalmadı. Keşke biz akşam yemeği yemeseydik, dedi.

Çevik sofradan hızlıca kalkarak testiyi kulpundan yakalayarak:

-Ben durumu söylediğiniz kadar kötü görmüyorum. Şüphesiz testide daha süt vardır diyerek, kendisinin ve arkadaşının kâsesini boş zannedilen testiden doldurdu. İhtiyar kadın gözlerine inanamıyordu. Biraz önce sütün hepsini boşalttıktan sonra testinin içine bakmış onu masasının üstüne koyarken dibini görmüştü. Fakat Fatma Nine kendi kendine ''herhalde ihtiyarlığım dolayısıyla yanıldım.'' Büyük ihtimalle kâseleri iki defa doldurduktan sonra şimdi testi boşalmıştır diye düşündü.

Çevik ikinci kâseyi de boşalttıktan sonra:

-Affedersiniz teyzeciğim sütünüz çok lezzetliymiş. Sütten biraz daha isteyeceğim, dedi. Biraz önce Fatma Nine gencin testiyi baş aşağı ettiğini sütü son damlasına kadar kâsesine koyduğunu açık bir şekilde görmüş olduğundan artık testide bir şey olmadığını göstermek için kâseyi alıp sanki süt akıtacak gibi eğdi. Testiden süt akacağı aklından bile geçmiyordu. Fakat testiden akan süt, kâseyi doldurdu hatta taşırdı. Kadın çok şaşırdı.

Çevik:

-Teyzeciğim şimdi bir dilim ekmek ile biraz bal verir misiniz? deyince Fatma Nine yarım ekmekten bir dilim kesti. Biraz önce karı koca yedikleri zaman kuru ve katı olan ekmek şimdi fırından yeni çıkmış gibi taze ve yumuşaktı. Balı ise tarif etmek kolay değildi: Öyle nefis görünüyordu ki saf ve şeffaf altın gibi parlıyordu. O kadar güzel kokuyordu ki sanki bin türlü çiçeğin kokusunu saçıyordu. Bu güzel koku dünyadaki çiçeklerin hiçbirine benzemiyordu. Sanki arılar bu balı toplamak için bulutların üstüne kadar çıkmışlardı. Böyle bir balı kimse ne görmüş, ne yemiş, ne de koklamıştı.

Fatma Nine okumadığı ve ihtiyar biri olduğu halde bu işte olağanüstü bir hal olduğunu anladı. Misafirlerin önüne ekmek ile bal ve tabaklarının yanına da birer salkım koyduktan sonra da kocasının yanına oturdu. Gördüklerini ona fısıltıyla anlattı:

-Hiç böyle bir şey gördün mü? diye sordu.

İsmail Dede tebessüm ederek:

-Hayır, görmedim karıcığım. Sanırım sen rüya görmüşsün. Eğer sütü ben koysaydım, ne olduğunu hemen anlardım. Testide senin sandığından biraz fazla süt varmış. İşte mesele bundan ibaret, diye cevap verdi.

Tam o sırada Çevik:

-Bu nefis sütten bir kâse vermenizi rica ediyorum. O zaman bir kraldan daha güzel yemek yemiş olacağım deyince ihtiyar İsmail Dede kalkarak testiyi eline aldı. Biraz önce karısının haber verdiği olağanüstü durumun doğru olup olmadığını görmek istiyordu. İhtiyar iyi yürekli karısının yalan söylemeyeceğini ve çok az aldandığını biliyordu. Fakat bu öyle bir olaydı ki kendi gözüyle görmek istiyordu. Onun için testiyi alınca içine baktı. Bir damla bile süt yoktu. Birden bire dibinden küçük, beyaz konyağın testiyi pek çabuk ağzına kadar nefis kokulu ve köpüklü bir süt ile doldurduğunu gördü. O kadar hayret etti ki az kalsın testiyi elinden düşürüyordu.

Karısından fazla hayret ederek:

-Siz kimsiniz, diye bağırdı.

Misafirlerin yaşlısı tatlı olmakla beraber derin, korku veren bir ses ile:

-Muhterem İsmail Dede! Biz senin misafirlerin dostlarınız. Bana da lütfen bir kâse süt ver. Senin ve çaresiz misafirlerinin için bu testi hiç boş kalmasın, dedi. Yemek bittikten sonra misafirler yatacakları yere gitmek istediler. İsmail Dede ile Fatma Nine yattıkları yeri misafirlerine verdiklerinden dolayı kendileri dışarı çıkıp kuru yerde yatmak üzere mutfağa gittiler. Akşam meydana gelen acayip olaylardan biraz bahsettikten sonra yatıp derin bir uykuya daldılar. İhtiyar ile karısı sabah erkenden kalktılar. Misafirler de güneş doğarken artık gitmeye hazırlanıyorlardı. İsmail Dede ile Fatma Nine'ye kendilerine biraz eşlik edip yol göstermelerini rica ettiler. Evden biraz ayrıldıktan sonra İsmail Dede:

-Eğer komşularımız yolculara iyilik etmenin ne kadar güzel bir şey olduğunu bilseler bütün köpeklerini bağlar ve çocuklarına bir tek taş attırmazlardı, dedi.

İyi yürekli Fatma Ninede:

-Böyle yapmaları hem ayıp hem de günah! Bugün gidip onlara ne kötü insanlar olduklarını söyleyeceğim.

Çevik kurnazca gülerek:

-Sanırım hiçbirini evlerinde bulamayacaksın. Gözleri parlayarak.''Bu söylediğiniz köy nerede? Hangi tarafa düşüyor? Ben öyle bir köy göremiyorum. İsmail Dede ile karısı daha dün akşam güneş batarken çayırları, güzel evleri, geniş bahçeleri, sık ağaçları, çocuklarının oynadığı geniş sokağı, bütün eğlence ve oyunları gördükleri köye doğru ilerliyorlardı. Fakat dün akşam gördüklerinden hiçbir eser yoktu.

Ortasında köyün olduğu verimli bir vadi bile yok olmuştu. Yerinde geniş ve derin bir göl vardı. Sular vadiyi doldurmuştu. İyi yürekli ihtiyarlar son derece hayret ve üzüntüyle:

-Eyvah! Zavallı komşularımıza ne oldu, diye söylendiler. Misafirlerin yaşlısı gök gürültüsünü andıran derin ve korkunç bir sesle:

-Onlar artık insan olarak yaşamıyorlar. Onların bu hayatlarında ne bir fayda ne de bir güzellik vardı. Onun için eskiden orada bulunan göl dans eden gökyüzünü içinde göstermek için yeniden ortaya çıktı. Size gelince ey Muhterem İsmail Dede ve zarif Fatma Nine fakir olduğunuz halde iyilik yaptınız. Onun için sevgili dostlarım ne isterseniz isteyin. Ona sahip olacaksınız, dedi.

Fatma Nine ve İsmail Dede birbirine baktılar. Sonra onlardan biri kendilerinin en büyük emel ve arzusunu söyledi:

-Ömrümüz boyunca beraber yaşayalım. Öldüğümüzde birlikte ölelim çünkü daima birbirimizi sevdik. Yaşlı misafir ciddi ve azametli bir tavırla:

-Peki, öyle olsun. Şimdi küçük evinize bakınız, dedi. İhtiyarlar arkalarına baktılar. Küçük evlerinin yerinde beyaz mermerden açık kapılı büyük bir bina görünce son derece hayret ettiler.

Yabancı gülerek:

-İşte eviniz. Dün akşam küçük evinizde bizi karşılayıp ikram ettiğiniz gibi sarayda misafirlerinizi ağırlarsınız, dedi. İhtiyar teşekkür etmek için döndü. Fakat ne o ne Çevik orada yoktu. Onlar evlerine baktıkları sırada her ikisi de ortada kaybolmuşlardı. İsmail Dede ve karısı mermer saraya yerleştiler. Vakitlerini oradan geçenleri misafir ederek memnun etmekle geçirdiler ve bu halden çok memnun oldular. Şunu da söylemeyi unutmayalım? Süt testisi her zaman dolup taştı. Ne zaman ki iyiliksever, temiz ve iyi yürekli misafir bundan bir yudum içse o ona kadar bu derece lezzetli ve tatlı bir süt içmediğine kanaat getirirdi. Fakat kötü huylu ve kalbinde düşmanlık besleyen biri bir yudum içse hemen yüzünü buruşturur: '' Bu süt ekşimiş'' der ve içmezdi. Bu şekilde iki ihtiyar uzun yıllar yaşadılar ve daha da ihtiyarladılar. Bir yaz sabahı her sabah olduğu gibi gözlerinde neşe ve sevinçle kalkıp misafirlerini kahvaltıya davet etmediler. Onların her zamanki gibi kalkmayışları misafirleri meraka düşürdü. Sarayı baştan aşağı aradılar fakat kimseyi bulamadılar. Büyük bir telaş ve endişeden sonra kapının önünde bir gün önce kimsenin görmediği iki büyük ağaç gördüler. Biri bir meşe ağacı diğeri de ıhlamur ağacı idi.

Misafirler bu büyük ağaçların nasıl olup da bir gecede bu kadar büyüdüklerine hayret ederken bir rüzgâr çıktı ve dalları kımıldattı. O vakit havada derin bir fısıltı duyuldu. Sanki bu esrarengiz ağaç konuşuyordu.

Meşeden duyulan fısıltı:

-Ben İhtiyar İsmail Dedeyim.

Ihlamurdan işiten ise sanki:

-Ben ihtiyar Fatma Nine'yim, diyordu. Bu ağaçlar etraflarına kadar misafirleri serinleten gölge saçıyorlardı. Bunların altında ne vakit bir yolcu dursa başının üzerindeki yapraklardan tatlı bir fısıltı işitir ve bu sözlerin şöyle dediğini hissederlerdi:

-''Hoş geldin, safa geldin safa geldin sevgili yolcu:''

Fatma Nine ve İsmail Dede'nin en fazla hoşlarına giden iyi kalpli bir kadın bu ağaçların altına daire şeklinde oturacak ve istirahat edecek şeyler yaptırdı. Oralarda acıkan, susayan, yorulan yolcular dinlenir ve tılsımlı testiden kana kana süt içerlerdi.



ALINTI