๑۩۞۩๑ Eğlence Dünyası ๑۩۞۩๑ => Dini Hikayeler => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 19 Mayıs 2010, 16:47:35



Konu Başlığı: Serdivan
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 19 Mayıs 2010, 16:47:35
Serdivan

Beş kişi istiyorsun. Sana inanan beş gönlü yaralı istiyorsun. Onlar duâ etse değişirdi kaderimiz diyorsun. Lübnan, Irak, Filistin, Afganistan yangınlarını kendi yangının sayıyorsun. Beş kişi olsaydı diyorsun yeniden.

Yüzyılı temsil eden meclisten çıkmış tepede çanak ovayı seyrediyorsun. Divana oturmuş bizi bekliyorsun. Geleceğimizi bildiğinden hazırlık yapmışsın. Yeni elbiseler giymişsin, tıraş olmuşsun. Bize ikramlar hazırlamışsın. Sahan sahan meyveler koymuşsun ahşap masaya.

Hanımeller, zakkumlar, akasyalar, kara üzümler, ardıçlar, sedirler, asma bağlar, ne de güzel açmışlar. Neşe içindeler. Selvi, sundurmanın yanı başında boynunu bükmüş, seni ağırlıyor. Asmalar salkım salkım üzümlerini senin için şekerlemişler. Sedir, akasya, çalı, ardıç senin için salınıyor. Ortasındasın yemyeşilin.
Sen işin başındasın. Etrafına toplanmışlar, çevrelenmişler, çevrelemişler.

Divan kurulmuş. Sen baştasın. Fıskıyeler çimleri yeşertiyor, parlatıyor, cilalıyor. Sen sundurmada ana divanda konuşuyorsun. Gözlerimiz dört açılmış, hayretle, haşyetle dinliyoruz:

“Şu âdem dedikleri el ayakla baş değil
Âdem manaya derler suret ile kaş değil.”

Sundurmanın mermerlerinden üç beş karınca yürüyüşe çıkmış, seni dinlemeye gelmişler. Mağara dostlarını da iki güvercin kapıda, bir yılan içerde dinliyordu. Güvercinlerin yuvası yılları tayyetmiş, eskimişti.

Bize kimselerin demediğini diyorsun. Daha önce duymadıklarımızı söylüyorsun. Savaş burada yaşanmış. Şu tepede. Tepenin önünde, arkasında. Çatışmalar olmuş. Ciddi can kaybımız yok. Ordu meydanda beklemiş.

Yeşil vadiden aşağı kuzucuğa bakıyorsun. Oradan meydana göz atıyorsun. Sapanca, Pamukova, Hızırtepe, Karasu, Camili, Çark Mesire, Erenler… Tepecik tepecik karşında şehir.

Şehirde gözleri küçük insanların. Şehirlerde insanların nefisleri büyük, gönülleri küçük olurmuş. İlim de rızık da şehirde diyorsun. Ama kanaatsiz insanlar yığınına şehir denmesine de kızıyorsun.
İç çekiyorsun. Burada emeğin çok, göz ağrın çok, gönül vermişliğin çok. Çenedere’den yukarısını yalpıyıp geliyor bakışların.

Senin yanında körleşmiş gibiyiz, senin ışığından başkasını görmüyoruz. Adı Bağlar Caddesi, adı Erenler, adı Camili, adı Serdivan... Biz sadece senin ışığındayız. Adına ışık deyilesi. Şehre, ovaya, yöreye, bölgeye ışık saçıyorsun.

Gün batıyor, kocaman kızarmış elma sönüyor. Gecenin duâsı başlıyor:
Bu güzel dergâhta divâna durdum
Ermişim ceminden atma ne olur
Âşıklar katına yorganım serdim
Özünü özüme ekle ne olur

Karanlık denen güzelce örtü bürüyor tepecikler şehrini. Ayva kokusu sarmalıyor. Murat Yalçın’ın, Hülya’nın, Nida’nın, Yusuf’un sesleri senin sessizliğine karışıyor. Şehir bir âyet gibi. Sessiz ve derin.

Tepede bir ışık, sabaha kadar parıldıyor. Sensin o. Biliyoruz ama gece misafir almıyorsun. Gecelerini sonsuza ayırmışsın.
Gece yürüyüşü... Herkes senin gece yürüyüşünü konuşuyor. Sen kendi yürüyüşündesin. Halk sana özenerek gece vakti şehrin caddelerini, sokaklarını, mesire alanlarını dolduruyor. Dolduruyor ama seni anlayabildiklerinden mi! Gece yarıyı dönünce evlerine, ağır uykularına çekiliyorlar. Sen ise yürüyüşüne o zaman çıkıyorsun. Herkesin uykuda olduğu saatlerde sen, Sultanına yöneliyor, O’na el açıyor, O’ndan istiyorsun. Eksik yaratılmış insanoğlundan medet ummuyor, varlığın sahibine yöneliyorsun.

Dün gece seyrimde coştuydu dağlar
Seyrim ağlar, ağlar pir sultan deyu
Gündüz hayalimde, gece düşümde
Düş de ağlar, ağlar pir sultan deyu

Gece asla konuşmuyorsun. Ne ki, gündüzleri de az konuşuyorsun. Herkesin konuştuğu ama dinleyenin, anlayanın azaldığı bir dönemdeyiz diyorsun.

Herkesin hikâyesi var ve herkes kendi hikâyesini yaşar; nispeten doğru bulsan da toplum denen şuuru, yok saydığı için buna katılmıyorsun. Her fert, toplum içinde kendini yaşar, diyorsun. Ferdi, toplumdan ayırmıyorsun. Çünkü ferdin hayatını, fikrini, hareketlerini etkileyen, değiştiren temel unsur toplumdur.
Sonra ille de muallim diyorsun. Ama muallim acûze olmuş, görüyorsun.

Ümitsizlik yakışmaz bize diyorsun. Üç kuruşun hesabıyla didişen adamdan muallimlik beklenmeyeceğini söylüyorsun. Belki hakikî muallimler yetişir diye umut çiçekleri büyütüyorsun içinde.
Umutsuz olmuyor evet, çiçekler büyüterek bahçe yetiştiriliyor. Sen de gün geliyor ki çiçeklerinden bahçe oluverdiğini görüyorsun. Kocaman bir bahçe. Tepede divan kurmuşsun, bahçenin içine. Işık yayıyorsun çevrene. Güller gülücükler dağıtıyorsun. Nöbetini devredecek bir kılıçkıran arıyorsun.

Şehir içten içe ceset kokuyor. Yıkıntı, küf, moloz kokuyor. Ortanca, gölgeci ortanca köşesine çekilmiş olanları izliyor.
Menevişli bir bahar havası olsun istiyor tarla kuşu. Canlı canlı, tatlı tatlı ötüyor. Gecenin en içli hâli bu.

İş yerine girerken mâbede girer gibi girerse insanımız, o gün kurtuluruz, diyorsun. Her şeyin iltihaplı oluşu seni yıldırmıyor. Zamanı erkene alıyorsun, seninle erken yaşanıyor zaman.
Kuğularla, kuşlarla, serçeciklerle başlıyor sabah. Hayatımız kumdan temellerde kayıp gidiyor. Doğruyu söyleyen, dokuz köyden kovulunca yüzüne duman üflenmiş gibi iğreniliyor.
Şehri, bağa gidenler, bağdan dönenler, bu iki düşünce, bu iki hayat arasında buluyorsun. Ferdiyetin pekiştiğini, ‘başkası sıkıntıdır’ anlayışının yaygınlaştığını görüyorsun. Oysa aylarca ocak yanmadığı, su ve hurma ile idare edildiği de biliniyor. Bilmek yetmiyor, diyorsun.

Kendi yangınını tiyatro izler gibi izleyen insanlar yüzünden yangın bitmiyor. Beş kişi istiyorsun. Sana inanan beş gönlü yaralı istiyorsun. Onlar duâ etse değişirdi kaderimiz diyorsun. Lübnan, Irak, Filistin, Afganistan yangınlarını kendi yangının sayıyorsun. Beş kişi olsaydı diyorsun yeniden. Ama dostların tam anlamıyor seni.

Ellerin attığı taş bana değmez
İlle dostun gülü yaralar beni

Duâ edin, inanın, musibetler benim yüzümden deyin, istiğfar edin, diyorsun. Umumî musîbetlerde kendi payınızı düşünün, insanlığı suçlamayın. Küçük musîbetler benim yüzümden, büyük musibetlerde benim de payım var, diyorsun.

Çağ yanıyor. Bunu gören beş deli arıyorsun, ama herkes bir tereddüt romanı gibi yaşıyor. Ne diyor şair,
Yaram baş verdi, sızlar ciğergâhım
Arşa direk direk olmuştur âhım

Buhûrumeryem, cam güzeli, hüsnüyusuf, fesleğen, mum çiçeği ve nihâle... Çiçekleri seviyorsun. Özellikle de ortancayı seviyorsun. Gölgenin adamı diyorsun. Zor şartlarda büyür, güzel büyür, diyorsun.

Kırlarda bir yırtık pırtık kelebek görsen kendinden geçiyorsun, zikirlerine katılıyorsun.
Düş yurduna otağ kurdum
Destursuz divana durdum
Dudağıma kilit vurdum
Dil söze ben sana hasret
Tahammül edilemez ilgisizliğe, sessizliğe gündüzün göz kamaştıran güneşi cevap vermiyor. Ne varsa gecenin divânında var.

Divânın başına geçmişsin, ufku tarayan bakışlarını yamaçtaki binaya yöneltiyor, “Bütün ümit şu tepedeki gençlerde, asrın hikâyesini bunlar yazacak.” diyorsun.

 Recep Şükrü Güngör