๑۩۞۩๑ Eğlence Dünyası ๑۩۞۩๑ => Dini Hikayeler => Konuyu başlatan: Hadice üzerinde 23 Eylül 2010, 20:04:11



Konu Başlığı: Hz. Asiye
Gönderen: Hadice üzerinde 23 Eylül 2010, 20:04:11
                                                      Hz. Asiye 


"İşittik  ve itaat ettik" diyenlerin seçkinlerinden Nil kraliçesi Âsiye,  itaatinin ve sadakatinin karşılığında Allah Teâlâ'nın indinde öylesine  has bir makama ulaşmış ki, Hz. Resul-i Ekrem (s.a.a) şöyle  buyurmuşlardır:

--  Kadınlardan kâmil olanlar dört kişidir: Firavun'un hanımı Müzâhim kızı  Âsiye, İmran kızı Meryem, Huveylid kızı Hatice ve Muhammed (s.a.a) kızı  Fâtıma. Bunların en üstünüyse Fâtıma'dır."

Tarih ve  tefsir kaynaklarında onun nesli Âsiye binti Muzâhim b. Ubeyd b. Reyyân  b. Velîd olarak zikredilir. Büyük dedesi Velîd, Hz. Yusuf devrindeki  Mısır Firavunudur.

Gün  geçtikçe Mısır'da çoğalan Israilogullari, firavunlar tarafından zulüm  ve işkencelere uğruyorlardı. Firavunlar bunların bazısını köle,  bazısını hizmetçi, bazılarını da amele olarak çok ağır islerde  çalıştırıyorlardı. Israilogullari bu esaretten kurtulmayı ve mukaddes  topraklara gitmeyi defalarca denediler ama başarılı olamadılar. 

Firavunlar  zamanında kahinlik, sihirbazlık, gaipten haber verme son derece  gelişmiş; zamanın en üstün mesleği haline gelmişti. Bir gece firavun  rüyasında olağan dışı şeyler gördü. Çok telaşlanmış bir o kadar da  tedirgin olmuştu. Bir çırpıda kahin başını yaka paça huzura getirdiler.  Dedi ki:

- Yüce  efendimiz, bana kalırsa bu rüyanın tabiri şöyledir: Asi ve aşağılık  İsrailoğullarından bir erkek çocuk dünyaya gelecek, eşsiz saltanatınıza  bir zarar verecek, hâkimiyetinize son verecek, yıkacak ve sizin feci  bir şekilde helak olmanıza sebep olacak.

Firavunun çok endişelenmişti. Sonunda bir karar verdi ve:

- Bir  tedbir almalıyım. İsrailoğullarının evlerini tek tek dolaşın, yeni  doğmuş bütün erkek çocuklarını öldürün, bundan sonra doğacakları da!  İsrailoğulları bugünden sonra bir daha asla kendilerine gelemeyecek.  Bütün topraklarına el koyun!.

Kur'an-ı  Kerim'de adı övgüyle anılan Hz. Âsiye, Mısır'ın kraliçesi ve işte bu  Firavun'un eşiydi. Bugün Firavun'un insanlık tarihine kendi adıyla  geçen akıl almaz zulüm ve adaletsizliklerini bilmeyen, işitmeyen  yoktur."Firavun (Mısır) toprağında azmış, toplumunu parçalara  ayırmıştı. Onlardan bir grubu güçsüz buluyor, bunların oğullarını  boğazlıyor, kızlarını ise sağ bırakıyordu. Şüphesiz o,  bozgunculardandı."

Firavun'un  böyle bir manzaranın eli kanlı zalimi, tarihin gördüğü en büyük  bozgunculardan biri olmasına rağmen, hanımı Âsiye âdeta temizlik,  dürüstlük, iffet ve asalet timsaliydi. Yaşadığı sarayda, şehrinde ve  ülkesinde büyük haksızlıklar ve fenalıklar yaşanırken o, hiçbir zaman  kocasının işlediği zulmü  hoş karşılamadı, bir defa olsun onun safında  yer almadı. Firavunun kininden ve yaygın kötülüğünden kendini, en büyük  hainlerin bile gönlünü yumuşatmaya muktedir olan aşkın ve muhabbetin  kalkanı ile koruyordu. Zira Firavun Nil'in en güzel ve afife kadınına  büyük bir sevgi ile bağlıydı.

Askerler  verilen emirlerini yerine getirmeye başladılar, İsrailoğullarının  topraklarını ellerinden almaya, onları köleleştirmeye koyuldular. Henüz  doğmuş mini mini çocukları vahşice öldürdüler. 

Firavunun  zulmünden evladını kurtarmak isteyenler çoktu, ama hiç biri bunu  başaramadı. Bu günlerde, sokakların taze kana boyandığı, yeni doğmuş  çocukların cansız bedenlerinin caddeleri bürüdüğü sırada Musa  aleyhisselâmın doğumu gerçekleşmişti. 

Keder  yükü altında ezilen acılı annenin imdadına vahyin serin esintisi  yetişmişti. Çocuğunu endişe etmeden emzirmesi, şayet onun hakkında bir  fenalık hissederse bebeği bir sandık içerisinde Nil nehrine bırakması,   mahzun ve mükedder olmaması ve çocuğu kendisine iade edilip büyüdüğünde  peygamberlik rütbesi verileceği vah yedilmişti. 

Korkulan  olmuş, askerler kapıya dayanmıştı. Kutlu emanetin, üzerine titreyen  anne kucağından çıkıp Nilin sakin sularına salınması ile ibretlerle  dolu yolculuğu başladı. İlahi kudretin bir araya getireceği övülmüş ve  yüceltilmiş iki insanın karşılaşmasına az kalmıştı.

Nilin  bir ucundan içi gevher yüklü sandık kendini suya bırakmış, suların  yıkayarak geçtiği sahilin sakin bir köşesinde ise cemalinin güzelliği  suya, ruhunun berraklığı yüzüne aksetmiş Asiye, nedimeleri ile Nil'in  endamını seyre çıkmıştı. Birden nehrin ortasındaki karaltıyı fark etti.  Gözlerini diktiği bu karaltı sahile doğru yaklaşmaya başlayınca, Nil'in  kraliçesi olacakları fark etmiş gibi dikkat kesilmişti. Sandık sazların  arasına geldiğinde nedimelerine seslendi: 

- Nehrin  içinde bir sandık görüyorum. Çabucak alıp buraya getirin. Zavallı  annesi onu, Firavun'un korkusuyla Nil'e bırakmış, zavallı çocuk... Buraya  kadar gelmeyi başarmış bu çocuğa bahşedilmiş olan ömrü korumak için ne  gerekiyorsa yapacağım. Onu kendi himayeme alacağım ve büyüteceğim. Onun  için Firavunla ben konuşacağım. Ne pahasına olursa olsun bu çocuğun  yaşamasını sağlayacağım.

Nedimeler,  yumuşak huylu ve merhametli hanımlarının başına gelebilecek muhtemel  akıbeti düşündükçe paniğe kapılıyor, onu verdiği karardan vazgeçmeye  uğraşıyorlardı:

-Ama  efendimiz, bu çok tehlikeli. Yoksa yüce Firavunun size de bir zararı  dokunabilir. Lütfen bunu yapmayın. Çocuğu hemen nehre bırakalım. Annesi  zaten bütün tehlikeleri göze almış. Belki bir başka şehirde sahile  çıkar ve efendimizin askerlerinden uzak bir köyde yaşamaya devam eder.  Eğer onu himaye ederseniz korkarız ki bebeğin canı gibi sizin hayatınız  da tehlikeye girer.

Asiye  kararlıydı, nehirden gelen nimeti geri çevirmeyecekti. Firavunun eşi  Asiye, kucağındaki bebekle, ağır ve sakin adımlarla kabul salonuna  doğru gidiyordu. Etrafındaki telaşlı nedimelere saray boyunca yürüdükçe  yenileri ekleniyor, meraklıların sayısı git gide artıyordu. Onun  hissettikleri ise teslimiyetin kalbine doldurduğu itminan duygusuydu.  Huzura vardığında yanında büyük bir kalabalık birikmişti.

-Yüce  Firavun, nehir bize bir armağan getirdi. Onun kaderinin senin bahtına  bir aydınlık eklediğini görüyorum. Nehirden gelen bu yavrucak bana ve  sana bir göz aydını olacaktır. Sizden onun hayâtına kıymamanızı ve onu  bana bağışlamanızı rica ediyorum! Onu evlâd edinirsek hem siz  korktuklarınızdan emin olursunuz hem ben bir çocuk ile bahtiyar olurum.  Böylece Nilin sularının topraklarımızı bereketlendirdiği gibi, armağanı  da ömrümüz boyunca bize mutluluk getirir.

Firavun  bu ani, hiç beklenmedik olayla şaşırmıştı. Ya bu çocuk o çocuksa! Kendi  elleri ile beslediği bir hain diğerlerinden daha güçlü olmaz mıydı?  Aklına geliveren bu soruları daha başlangıçta, gönlünün sultanın  hükmüne kurban etmişti, sevgili eşi böyle istiyordu. Çocuk sarayda  kalacaktı, en seçkin bakıcılar tahsis edilecek, en büyük hocaların  eğitimi onu yetiştirecekti. Belki ismi bile Firavun tarafından konulan  bu çocuk onlara tahmin edemeyecekleri bir akıbet hazırlıyordu.. Hz.  Musa sarayda bizzat kraliçe tarafından, onun özel sevgi ve ihtimamıyla  büyümeye başladı. Firavunun binlerce çocuğun kanı ile kirlenen elleri  Musa'nın yanaklarını okşuyordu. Hâlbuki onlar olacaklardan  habersizdiler! 

Ah  zavallı ve zalim firavun... Halbuki sen, insanları başına toplayarak"Ben  sizin ilahınızım! Bundan sonra bana tapacaksınız" diyorsun ama seni yok  edecek çocuğun sarayına girdiğini ve orda büyümekte olduğunu bile  bilmiyorsun.

Seneler geçti, tıpkı Nilin akıp giden suları gibi...

Hz. Musa  büyüyüp peygamber olunca ona ilk iman edenlerden biri de Hz. Asiye  olmuştu. Onun iman edişiyle ilgili iki rivayet vardır. Bir rivayete  göre, sarayda bir hizmetçi kadın Allah'a iman ettiği için, fırında  yakılmış, onun ruhunun melekler tarafından gökyüzüne çıkarıldığını  gören Asiye de Allah'a ve peygamberi Musa'ya iman etmiştir. Bu  İbnü'l-Esîr'in ifadesidir. Taberi tefsirinden yer alan başka bir  rivayete göre ise, Hz. Asiye, Hz. Musa'nın Firavun'un sihirbazları  karşısında üstün gelmesi üzerine iman etmiştir.

Firavun  Hz. Musa'nın iddialarını çürütsünler diye ülkenin en iyi sihirbazlarını  saraya toplamış, üstünlüğünü isbat etmiş bir müddei gibi gururla  tahtına kurulmuştu. Sihirbazlar kendilerinden emin rakiplerinin  karşısına sıralanmış maharetlerini göstermek için bekleşiyorlardı.  Firavunun emriyle gösteri başladı, çubuklarını yere attılar  hepsi bir  anda birer devasa yılana döndü. Hz. Musa gülümseyerek onların  yaptıklarını seyrediyordu. Allah Tealadan aldığı emir üzerine o da  asasını yere bırakıverdi. Ortaya çıkan ejder sade sahte yılanları değil  onların sahiplerini, seyircileri ve Firavunu hayrete boğmuştu. 

Mucizeler  iman sahiplerinin imanını artırır, küfürde olanların ise küfrünü  ziyadeleştirir. Derler ki sihirbazlar işin aslına vakıf oldukları için,  hemen orada imana geldiler ve Musa dininin şehitleri oldular. Firavun  ise yardakçıları olan vezirlerle birlikte küfründe devam etti.

 

Bu  mucizevî olayın seyircilerinin büyük kısmı iman etmişti. Onların  arasında hemen Firavunun yanı başında oturan Hz. Asiye de vardı. İşe  bakın, bütün yürekleri ihata edecek kadar büyük olan hidayet güneşi,  bir kol boyu mesafedeki firavunun gönlüne girecek tek bir aralık dahi  bulamamış, ona uğramamıştı bile. Hz. Asiyenn'in gözleri ışıl ışıl  olmuştu. Yüreği Hz. Musa'nın sevgisi ile birlikte artık büyük bir sırra  da ev sahipliği yapacaktı.

-Ya  Musa! Ben sana iman edenlerin ilkiyim! Diyordu içinden. Seni Nilin  sularından en büyük düşmanının eliyle kurtarıp yücelten Rabbinin adına  yemin ederim ki sen doğruluk üzerindesin.

 Hz. Musa  anne bildiği Hz. Asiye'nin zarar görmesini istemiyordu. Ancak onu  beraberinde götürebilecek durumda da değildi. Anneciğine imanını gizli  tutmasını söylemişti, o da bunu olabildiğince yerine getirmeye çalıştı. 

Firavun  ile Hz. Musa arasında olan bitenler, mü'minlerin bu zalim hükümdar  elinde çektikleri tarih kitaplarında yazılıdır. Olan biten her şeye  şahid olmak talihsizliğine uğrayan Hz. Asiye için bunlar çok büyük  birer imtihan vesiledir. Bütün gücüyle Hz. Musa ve kavmine yardıma  koşmuş, saray içinde ve dışında desteğini üzerlerinden çekmemiştir.

Özellikle  saray halkı arasında iman eden kişilerin özellikle hizmetkârların  firavunun elinden kurtarılması için yaptıkları Hz. Asiye'nin hayatını  tehlikeye sokar olmuştu. Yıllarca gizliden gizliye Allah Teâlâ'ya  ibadet edip Hz. Musa'nın kılavuzluğuyla imanını gizleyen Hz. Asiye'nin  sırrı sonunda açığa çıktı. Kocası Firavun yıkılmış, öfkesinden âdeta  çılgına dönmüştü. Aklı olanları bir türlü almıyordu.

Hz.Asiye  olabilecek herşeye hazırlıklıydı. Firavunun beslediği büyük sevginin  artık kendisini korumayacağını da biliyordu. Yıllardır içinde  tuttuklarını bir bir firavunun yüzüne haykırmaya başladı.

-Ataların gibi yaptığın bunca zulmün ve tanrılık iddiasının karşılıksız  kalacağını sanarak kendine en büyük ihaneti asıl sen yaptın. Hakikat  güneş gibi semada parıldamaya başlayalı çok oldu. Hâlbuki sen kibrinin  ve öfkenin karanlığında yaşamaya devam ediyorsun. Dünya hırsı ve  tahakkümün güçlü cazibesi seni bulundukları çukura çekmeye devam  ediyor. Korkarım ki bu cehlin ve cür'etinle insan ırkına ibret  olacaksın.

 Firavunun  tehditleri inancını zerrece sarsmıyordu. Bilakis bu baskı ve tehditler  ona daha büyük bir güç veriyordu. Firavun, önce kraliçesini inancından  vazgeçirmeye çalıştı; onu caydırabilmek için her yolu denedi, her  hileye başvurdu. Bazen tehdit ediyor, bazen tatlı laflar ve boş  vaatlerle onu kandırmaya çalışıyordu. Ancak bütün bunlar boşunaydı.

 Öfkenin  gözünü bürüdüğü Firavun sevgili karısının kırbaçlanmasını emretti.  İşkence altındaki karısının artık kendisini dinleyeceği inanacına sahip  olan Fiarvun, Son bir defa daha "dininden dön" diye teklif edince,  Hz.Asiye onu tekrar reddetti.

Bu yolla  onu döndüremeyen Firavun, güneşin altına dört kazık dikilmesini ve Hz.  Asiye'nin bunların arasına elleri ve ayaklarından olmak üzere  bağlanmasını emretti. Çeşitli defalar inkâra teşvik edip zorladıysa da  Hz. Asiye hep aynı cevabı veriyordu.

 -"ALLAH'TAN BAŞKA İLAH YOKTUR, MUSA ONUN PEYGAMBERİDİR"

 Sonunda  göğsü üzerine çok ağırca bir taşı yuvarlayıp oturttular. Taşın altında  ezilip, güneşin sıcaklığı ile kavrulduğu bir sırada, yanına yaklaşmayı  başaran, belki de peygamberliğinden, Hz. Asiye'nin çektiği işkenceleri  görerek vazgeçsin diye yaklaşmasına bilhassa izin verilen Hz. Musa'yı  gören Hz. Asiye sordu:

 - Ey Musa! söyle bana, Rabbim benden hoşnud mu, yoksa bana kızgın mı?"

İşkence  altında eziyet çekmesine rağmen aklında sadece Rabbinin hoşnutluğu  endişesini taşıyan Hz. Asiye, gören gözlere, işiten kulaklara büyük bir  ibret levhasıydı. Hz. Musa:

- Ey  Asiye! Göklerin melekleri senin yolunu gözlüyor, hepsi senin özlemini  çekiyor, ulu Allah seninle iftihar ediyor... Rabbim buyurdu ki sen ne  istersen o muhakkak sana ihsan edilecektir.

Rabbinin katından gelen müjde, onun beklediği mükâfattı.

- Ya  Rab! Benim için katında, cennette bir ev yap! Ruhumun, senin yolunda  iman ile şehid olarak alınıp, rahmetine nail olmayı nasip eyle.  Cennetü'l Me'va'da bana ebedi bir dinlenme yeri ihsan eyle. Bu suretle  beni hem, Firavun'dan ve onun işinden koru, şirk ve zulümle icra ettiği  hüküm ve sataşmasından kurtar. Hem de beni o zalimler kavminden koru;  zulümde Firavun'a uyup Firavun ailesi unvanını almış olan Kıptîler'den  kurtarıp ebedi olarak kurtuluşa çıkar!

Hz.  Asiye'nin duası kabul edilmiş, o sırada cennetteki makamı gösterilmiş  ve hiçbir acı duymaksızın ruhu alınmış, üstüne konulan kaya ruhsuz  kalan cesedinin üzerine düşmüştür. Böylece o, şahadet şerbetini içmiş,  cennetü'l-Me'vâ'daki ebedi dinlenme yerini seyrederek bu dünyadan  ayrılmıştır. Selman el-Fârisî şöyle demiştir: "Asiye'ye güneşin altında  işkence edilirken, güneş sıcaklığı eza verince, melekler kanatları ile  güneşe gölge yapıyorlardı."

Hasan-ül Basri (r.a) der ki, "Allah O'nu en şerefli bir şekilde kurtararak cennete çıkardı. O orada yer ve içer."


Serpil Özcan