๑۩۞۩๑ Eğlence Dünyası ๑۩۞۩๑ => Dini Hikayeler => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 23 Eylül 2011, 14:05:17



Konu Başlığı: Her vakit Namazında Câmiye Gelirdi
Gönderen: Sümeyye üzerinde 23 Eylül 2011, 14:05:17
HER VAKİT Namazında Câmiye Gelirdi...



HER VAKİT namazında câmiye gelir, farza durur, ama imam selâm ve­rir vermez, son sünneti kılmadan, tesbih çekmeye kalmadan hemen çıkar giderdi.

Bir, iki, üç ay derken, bu hâl aylarca devam etti.

"Tamam, vakit namazları câmide kılacak kadar dindardı. Ama bu adamcağız neden sünneti kılmıyordu ve tesbihe ve duaya da kalmıyordu? Kimdi bu adamcağız ve ne­den böyle yapıyordu?"
"Yoksa bir bildiği mi vardı? Neden böyle yapıyordu?"

İmam efendini aklı haftalardır bu sorularla meşguldü. Sonunda bir namaz vakti mihrabı müezzine terk etti, kendisi arkada cemaate ka­tılarak farzı kıldı.

Maksadı, câmiden çıkıp gözden kaybolmadan ona yetişebilmek ve böyle davranmasının sebebini lisân-ı münasiple kendisine sormaktı.

"Allah kabul etsin kardeşim" dedikten sonra merakını di­le getirdi.

Adam hüzünlü gölgeli gözleriyle imam efendiye bir süre baktıktan sonra, alçak bir ses tonuyla kesik kesik konuştu:

"Benim hanım... hocaefendi... Felçli... On üç yıldır, ne ayağa kalkabiliyor, ne kendi işini görebiliyor, ne de konu­şabiliyor..."

"Bizim çocuğumuz olmadı. Kimimiz, kimsemiz de yok... Bütün ihtiyaçlarını ben görüyorum: ben indirip kaldırıyo­rum, ben yedirip içiriyorum..."

"Ezan okunur okunmaz he­men câmiye koşuyorum, ama farzı kılar kılmaz çabucak kalkıyorum, eve dönüyorum; hani belki âni bir ihtiyacı olur diye..."

Üzülmüştü imam efendi; bir şey diyemedi. O suskun kalınca adamcağız konuştu.
"Beni affedin, bir an evvel eve gitsem iyi olur. Buyurun, isterseniz evde devam edelim sohbetimize. Hem bir çayımızı, kahvemizi içersiniz."
"Başka bir gün geleyim inşaallah."

Ertesi gün ikindiden sonra imam efendi ve müezzin bir tatlı alıp hasta ziyaretine gittiler. Durum açıktı. Yılla­rın ıstırabı sonucu kadıncağız erimiş, küçülmüş, bir yumak kalmıştı. Sessiz sedasız yatıyor, sadece gözleri parlıyordu. Sohbet esnasında evin sahibi bir sırrını paylaştı misafir­leriyle:

"Hani kimsemiz yok ya... Dü­şündüm, taşındım, ben ölürsem bu kadıncağıza kim bakar? Aklı­ma bir çare geldi. Tapu dairesine gittim, evi de, dükkanı da eşimin üzerine tapu ettirdim. Ben öldükten sonra birisi çıkar da, evin ve dükkanın kendisine kalacağı düşüncesiyle belki bu garibana bakar. Ne dersiniz; doğru yapmış mıyım?"

Evet doğru yapmıştı. Hem de ne doğru! İmam efendi takdir duygularını dile getirmekten başka bir şey diyemedi.
Çaylarını içtikten sonra "hasta ziyareti kısa olur" deyip kalktılar. Hastaya Allah'tan şifa dileyip, kapıda da amcaya bir ihtiyacı olup olmadığını sordular.

Dışarı çıktıklarında güneş ufka yaklaşmış, gölgeler hayli uzamıştı. İmam efendi, akşam namazında buluşmak üzere müezzinden ayrılıp evine yollanırken iç dünyasına gömüldü: aralarındaki bu aşk nasıl bir aşk, nasıl bir sevgi, nasıl bir şefkatti? Böyle insanların nesli tükenmemiş miydi? Yoksa bu yaşlı çift geçmiş zamanlardan bu zamana mı ötelenmişti; yedi uyuyanlar gibi...

O akşam câmide bu olayı hiç konuşmadılar müezzinle. Yatsıdan sonra hellalleşip evlerine çekildiler.
Ertesi gün kuşluk vaktiydi. Müezzin solgun bir yüzle yaklaştı. Belli; bir şeyler diyecek, diyemiyor. Üstelemedi, bekledi. Sonunda müezzin konuştu: "hocam, dün ziyaret ettiğimiz yaşlı amca Hakk'ın rahmetine kavuşmuş. Ben salâsını vereceğim."


Müezzin yanından ayrılırken hoca efendinin ağzı açık kalmıştı. Nice sonra yaşlı teyzeyi hatırladı: "o felçli kadıncağız ne yapacak şimdi? Birini bulmalıydı. Ama kim? Amca ne güzel düşünmüştü. Belki eve ve dükkâna sahip olmak için ona bakacak birini bulmak daha kolay olacaktı." Cemaatten birinin yaklaşmasıyla düşüncelerinden sıyrıldı. Tuhaf! Adamın yüzü de müezzinin yüzü gibiydi. Adam lafı hiç dolandırmadı.

"Hocam, ben bir saat önce müezzin arkadaşa bir vefat haberi vermiştim. Benim hanım haber göndermiş: biraz önce vefat eden o adamcağızın hanımı da Hakk'ın rahmetine kavuşmuş."

Müezzin ikinci salâyı okuyamadı. Hoca efendi kendi okudu.

İkinci salâdan sonra müezzinle karşılıklı sessiz soluksuz ne kadar oturdular bilemedi.

Günlerden Cuma'ydı. Kalktı, Üçüncü salâyı; Cuma salâsını verirken artık gözyaşlarına tutamıyordu.

Bugün de Cuma... Mübârek olsun efendim. Sizin komşularınız iyiler, değil mi?


Mehmet Paksu