> Forum >  ๑۩۞۩๑ Eğlence Dünyası ๑۩۞۩๑ > Çoçukların Dünyası > Dini Hikayeler > Takıntı
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Takıntı  (Okunma Sayısı 964 defa)
20 Mayıs 2010, 16:34:43
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« : 20 Mayıs 2010, 16:34:43 »



Takıntı

Saat, aynı ritmi, aynı çekilmez melodiyi sabahın serin ve sessiz atmosferinde odanın duvarlarına çarpıyordu. Odanın ümitsiz, bezgin dinginliğini uyuşuk, hafif bir kıpırdanış bozdu. Hareketin sahibi, şuursuz bir kıpırdanışla elini sesin geldiği yöne uzattı, birkaç hedefsiz gidip gelmeyle boşluğu yokladı, saati buldu; sebebini kestiremediği bir nefretle saatin tepesindeki siyah düğmeye bastı. Odayı yeniden koyu, tatlı bir uyku sessizliği kapladı. Her an kaybolacağım tereddüdüyle uzayan sessizlik aniden bozuluverdi. Adam birden yatağından doğruldu:

— Bu tatlı uyku bırakılıp işe gidilir mi yahu, diye söylendi. Uyku rehavetiyle unuttuğu karısı yanında hafifçe kıpırdadı.

— Merak etme bey, senin yerine de uyurum, diye mırıldandı.

Adam, hanımına cevap vermeden kalktı ve aynanın karşısına geçti. Güneşin kavurucu sıcaklığı altında sararmış, verimsiz bir tarlayı andıran çehresine dikkatlice baktı. “Her sabah biraz daha yaşlanıyorum galiba!” diye geçirdi içinden. Sonra saçlarını, iki eliyle arkaya doğru küçük dokunuşlarla taradı, taradı…

— Saçlarımdaki aklar da gün geçtikçe artıyor...

Daha fazla seyredemedi kendini boy aynasında, geç kalma ihtimalini düşündü, canı sıkıldı. Elbiselerini itinayla giydi. Yüzünü yıkadı, havluyla kurulanırken aynada kendisiyle bir defa daha karşı karşıya geldi. Nedense kendini sabahları hep böyle cana yakın, masum, yakışıklı ve sevimli bulurdu. Aynadaki aksine alıcı bir gözle, ciddiyetle bir defa daha baktı. “İyiyim iyi!” diye söylendi. Ardından hızlı hareketlerle kendini sokağa attı.

Otobüse yetişmek için adımlarını biraz daha hızlandırdı. Her sabah aynı aceleci tavırla geçerdi bu sokaklardan. Adımlarını hemen hemen aynı mesafelere denk getirmeye, aynı kaldırım taşlarına basmaya dikkat eder, üç beş dakikalık bu yolda süratle ilerlerken bir yandan da camekânlara yansıyan suretini izlemeye çalışırdı. Her camekânda farklı yansımalarla karşılaşır, bu yansımaları anlık da olsa seyretmekten büyük bir zevk duyardı. Kendini en iyi kuyumcunun camekânında yakalardı. Bu sabah da öyle oldu. Oradan geçerken hızını düşürdü, adımlarını biraz daha yavaşlattı. Üç beş saniye de olsa camekândaki parlak, ışıklı benine, yani kendine, baştan aşağı bir daha baktı. “İyiyim iyi.” diye söylendi. “Bu sabah da formum yerinde.”

Boşta bulunan eliyle saçlarını bir daha düzeltti. Kravatını, ceketini, kemerini bir daha yokladı; ayakkabılarına baktı. Her şey olması gerektiği gibiydi. Durakta fazla beklemedi. Otobüse bindiğinde koltuklar doluydu. “Bir sefer de oturarak gidebilsek. Ama nerde?” dedi kendi kendine.

Koltuk meselesini fazla büyütmedi; nasıl olsa alıştık deyip geçiştirdi. Otobüsün ortasındaki açık alana geçti.

Bu sabah oldukça berrak bir hava vardı, güzel bir gün olacaktı anlaşılan. İnsanda her ne kadar uyku mahmurluğu olsa da sabahları bir başka güzel oluyordu hayatın tadı. Her sabahla birlikte insanlığa temiz yeni sayfalar ikram ediliyordu. İnsanoğlu kirden pastan arınmış, temiz çehrelerle daha masum daha günahsız daha sevimli başlıyordu sabahları hayata. Geçen günün çile ve ıstırabı, keder ve tasası artık bitmişti; yeni gün ümit kaynağıydı, güzelliklere gebeydi. Hersabah, hayatın insan eli değmemiş, bulandırılmamış, İlahî kaynaktan aktığı duru ve masum haliydi anlaşılan.

Ah bu güzel sabahlar! Yaşanası, doyasıya yaşanası sabahlar… Dertsiz, kedersiz, ezilip büzülmeden, yorulmadan, bıkmadan usanmadan, aynı tazelikte yaşanası sabahlar… Değil, öyle değil! Hiçbir şey aynı tazelikte, aynı letafette kalmıyor... Bahar sonbahara, gençlik ihtiyarlığa er veya geç takılıp kalıyor... “Çok yazık, ne yazık ki herkes gibi ben de yaşlanıyorum.” diye geçirdi içinden. Zaman, avuçlarının içinden tatlı bir hüzün, ferah bir koku gibi uçup gidiyordu. Evet, evet yaşlanıyordu. Her sabah daha da iyi anlıyordu bu halini. Eyvah yaşlanıyordu! Bildik son yaklaşıyordu.

Bir sabah da bu can alıcı, ömür törpüleyici suallerle karşılaşmasa ne olur yani? Yine de çoğu defa vicdanının kestiremediği noktalarında bu suallerle karşılaşır ve yüreğinde ilahî bazı esintiler duyar, hüzünlenirdi. Hüzünlenirdi çünkü hayatının bu sıradanlığı, keşmekeşliği onu da içine almış; günlük gaileler, meşgaleler ona asıl hatırlaması gerektiği bu ilahî gayeyi unutturmuştu. Hâlbuki daha ortaokul, lise sıralarında temiz hislerle yunmuş, yıkanmış, büyümüş ve hayatını ideallerine adayacağına ant içmişti. Ne var ki üniversiteyi bitirip, hiç beklemediği bir anda hayata atılması, hayatını ideallerine göre şekillendirmesine mani olmuştu. Hem kendini hem ideallerini hem de sevdiği onca insanı unutmuş, evet unutmuştu. Hem de ne unutuş!

Hayıflanıyordu kendine, kızıyordu, bağırıyordu. Zaman zaman ağlamak istiyor, gözleri nemleniyordu. Hey gidi günler, diye haykırıyordu. Ne yaşanası günlermişsiniz. Ya şimdi? Şimdi bu kaçışın yürek burkuntusu zaman zaman yokluyordu onu, özellikle sabahları. Her hatırlayış bin ıstırap her ayrılık bin keder. Dönsen dönemezsin, dünya bırakmaz; gitsen gidemezsin, gurur el vermez.

Onunla aynı sıraları ve idealleri paylaşan arkadaşlarının hikâyesini duyuyordu başka ağızlardan. Birisinin yolunu Türkmenistan’a çıkarmıştı idealleri geçenlerde. Arkaya bakmadan toplayıp çantasını koyulmuş yola. Başka birinin Almanya’ya, bir başkasının Ağrı’ya... O ise göze alamamıştı uzakları. Tarif edemediği bir kederin kollarındaydı şimdi. Hani şu otobüs aniden duruverse, bir tenha yere çekilip derinden bir “Off!” çekebilirdi. Ama olmadı, bu meyus ruh halinden kurtulmak istedi. Gözlerini sabitlediği noktadan ayırdı, sevimli duygularını bıraktığı yere döndü. “Abartma canım.” dedi kendi kendine. Benim gibi yüzlercesi var. Onlara ne olacaksa, bana da o olur en fazla. Hem benim gibi ne insanlar kaybolup gitti bu hengâmede. Şu sabah vakti ağzımın tadını durduk yere neden kaçırıyorum ki. Daha güzel şeyler düşünsem olmaz mı yani?

İçinden “Daha çok yaşamalıyım.” dedi. Bu tatlılıkta, simit tadında, nefis çay tadında daha çok sabahlar yaşamalıyım. Otobüsün camına baktı, hareket halindeki otobüs, yetiştiği her mesafeyi ardında bırakıyor, binalar ve insanlar camın arka yüzünden hızla akıp gidiyordu. Camın saydam, değişmeyen yüzünde ise adamın yakından tanıdığı o bildik suret tekrar karşısına çıkıyordu. Bu defa biraz daha farklı bir ruh haliyle süzdü suretini. Gözlerinin altındaki uyku morartıları neredeyse silinmişti. Yüzündeki tombulumsu hava, yerini kuru bir fona bırakmıştı. Burnu bu bakışta kendine biraz daha farklı göründü. Kulakları yüzünde çıkıntı gibi duruyordu. Ya gözleri? Hayır, hayır, gözleri yine güzeldi. Mavi, açık mavi, biraz yeşile çalan mavi... Hayır, masmavi. Her neyse canım, güzeldi ya! Ya diğer uzuvları: Kulakları, burnu, saçları… Saçları da nedensiz bozulmuştu. Eliyle tekrar saçlarını düzeltti, yüzünü baştan aşağı bir daha sıvazladı, kendini bir kere daha seyretti. Nahoş halinden değişen bir şey yoktu. Canı sıkıldı. Dışarıya baktı, otobüs neredeyse ineceği durağa gelmişti.

Daireye çıkarken Bekçi Müjdat Efendi’yle karşılaştı. Hiç gülümsemek istemiyordu ama yine de yüzüne yalancı bir gülücük havası vermeye çalışarak “Günaydın Müjdat Efendi.” diye seslendi. Müjdat Efendi’nin cevabını beklemeden merdivenlere yöneldi. Odasının bulunduğu kata çıkınca, her sabah olduğu gibi büyük bir boy aynasıyla karşılaştı. Nasıl göründüğünü biliyordu. Morali bundan dolayı bozuktu. Lakin kendine bir daha bakma ihtiyacı hissetti. Belki değişen bir şeyler vardır ümidiyle kendisine bakma arzusuna yine yenik düştü. Aynanın karşısında “hazır ol” vaziyetinde durdu. Saçlarına baktı, yüzüne baktı, gözlerine, burnuna baktı. Elbisesini kontrol etti. İyiydi iyi! Otobüsteki cam onu her zaman yanıltmıyor muydu? Oh be! Kulakları o kadar da kötü değildi, saçları da yerli yerindeydi, yanaklarında yumuşak ve tembel bir uyuşukluk geziniyordu. Sonra aynanın karşısında ciddi bir şekle büründü, rol icabı hafiften gülümsedi. “İyiyim iyi, bugün de iyiyim.” diye söylendi. Aynı mağrur ve memnun tavırla odasına geçti.

İşe dünden kalan evraklarla başladı. Birikmiş işleri bitirmek arzusuyla bir süre dalıp gitti. Son evrakı da okuyup dosyaya yerleştirdi. Artık rahatlayabilirdi. İşleri ne de olsa kolaylamıştı. Ayağa kalktı, pencereye yaklaştı, kollarını iki yana açtı, hafifçe esneyerek sabah uykusunun son kırıntılarını üstünden atmaya çalıştı. Dışarıda hava oldukça güzeldi, camı açmak aklına geldi. Camın açılmasıyla birlikte içeriye temiz ve serin hava doldu. Bir müddet elleri denizlikte kaykılmış vaziyette uzakları seyretti. Dışarıya çıkıp biraz dolaşmak istedi ama buna imkânı yoktu. Yine canı sıkılmıştı, pencereyi odaya doğru araladı, pencerenin kanadını yüzünü seçebilecek şekilde bir iki gidip gelmeyle ayarladı. İki eliyle saçlarını iki yana taradı. Kravatını düzeltti, yüzüne birkaç parmak darbesi indirdi, kendine bir göz atıp pencereyi kapattı. Tekrar masasına oturdu ve bilgisayarın başında akşamı etti. Kendisi gibi klavye ve fare tıkırtısının içerisinde kaybolmuş, bilgisayar ekranının ışığıyla donup kalmış arkadaşına döndü.

— Akşam nasıl oluyor anlamıyorum. Ömrümüz geçti şu odanın içinde.

Arkadaşı aynı tıkırtıların esrarengiz tutkusu içinde bir müddet ne cevap vereceğini bilemeden bekledi. Sonra belli belirsiz bir ifadeyle:

— Öyle ya! dedi.

Adam lavaboya gitti, ellerini sabunladı, iyice köpürttü. Duruladı, duruladı, duruladı... Musluktan hoş bir ahenk içinde akan su, ellerine güzel bir masaj ziyafeti çekerken bakışları aynaya takıldı. Bilgisayara bakmaktan gözleri kızarmıştı. Bir de sanki kendini biraz puslu görüyordu. Musluğu kapatırken söylendi. “Anlaşılan bu gidişle kör olacağız.” Aynaya daha da yaklaştı. Yüzünde birkaç sivilce vardı, sonra yağ bezeciklerini fark etti burnunda. Yanaklarında da birkaç kızarıklık belirmişti. Yüzüne dokunmadı ne de olsa evde kaldığı yerden devam edecekti. Eve dönünce eşi onu gülümseyer...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Takıntı
« Posted on: 20 Nisan 2024, 01:12:31 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Takıntı rüya tabiri,Takıntı mekke canlı, Takıntı kabe canlı yayın, Takıntı Üç boyutlu kuran oku Takıntı kuran ı kerim, Takıntı peygamber kıssaları,Takıntı ilitam ders soruları, Takıntıönlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes