๑۩۞۩๑ Eğlence Dünyası ๑۩۞۩๑ => Dini Hikayeler => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 19 Mayıs 2010, 18:16:34



Konu Başlığı: Cam Güzeli
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 19 Mayıs 2010, 18:16:34
Cam Güzeli

Akşam oldu, ezan vakti. Yok, bugün de gelmeyecek. Musa, bugün gelmeyecek. Hiç gelmeyecek mi yoksa bu Musa? Geçirdiğim onca vaktin bir deminde Musa girmeyecek mi apartman kapısından? Gelip de sarılmayacak mı şu kupkuru ellerime? Anacağını görmeyecek mi? Gelip de...

Yollar ıssız. Caddeyi yırtarak gelip geçen arabalar da olmasa, sesi soluğu yok dışarının. Gözlerim üstünde. Vakit de bir hayli ilerledi. Öğleye ne kaldı acaba? Eli kulağındadır zâhir! Birazdan okunur ezanlar. Bugün erken mi kalktım ne? İyicene tutulmuş belim. Şöyle bir doğrulup belimi sağa sola çeviriyorum. Tülü az daha çekeyim, birden fırlayıp kapatıyor önümü çünkü. Şu köstekliyi de cebime koyayım, sallanıp durmasın kucağımda. Sağ dizim ağrıyor, uzun süre üstünde durunca hep böyle oluyor zaten. Solun üstüne durayım biraz da. Koka tespihim de düşmüş yere, kaybolur diye ödüm kopuyor. Hah! Buradaymış. Cama yaklaşayım, şimdi tamam. Haydi bakalım, bu sakin pencere önünden, arabaların bir o yana bir bu yana aktığı, şu uğultulu caddeyi seyretmeye...

Remzi dükkânı açalı çok oldu. Erkencidir o. Çıtı pıtı bir dükkânı var. Çalışkan adam. Hem de güler yüzlü. Maşallahı var. Her sabah aynı vakitte açar burayı. Tamirci Ümit, makineleri dizdi kaldırımın üstüne. Köhne, paslı, kime ait olduğu belli olmayan makineleri. Tembel adam bu Ümit. İçeri girip de beş dakika çalıştığını görmedim. At sandalyeyi kaldırımın üstüne, seyret geleni geçeni. Oh ne iyi! Yanındaki pastacı fena değil. İyi çalışıyor, kalın bıyıklı, balıketli bir adam. Gri bir arabası var, gidiyor geliyor, yapıyor bir şeyler...

İkili caddenin orta yerindeki üç beş ağaç da olmasa, soluksuz kalacağım burada. Rüzgâr esince, sağa sola sallanıyor da bir nefes üflüyor içime sanki. Yoksa bu dört duvar arasında neredeyse boğuluyorum...

Derdim çok benim. Şu apartman kapısının önündeki çöp kutusu yok mu, kaçının ekmek kapısı burası. İyice mahzun oluyorum onları gördükçe. Kimisi plastikleri topluyor; kimi boş karton kutuları, kâğıtları seçiyor. El kadar çocuklar maden arar gibi karıştırıyorlar çöpü. Yol boyu her biri bir çöp kutusuna bakıyor derinlemesine. Islık çalıyorlar birbirlerine. İşini bitiren sürüyor arabasını ileriye. Buluşup yeni caddelere yollanıyorlar. Arkalarından bakıyorum uzun uzun. Kalbim çarpıyor. Birden fena oluyorum. Sonra, toparlıyorum kendimi. Büyür de belki iyi bir iş tutar bu çocuklar, diyorum. Allah büyüktür. Ne yapayım, ben kendimi böyle teskin ediyorum.

Camgüzeli diyor bizim hanım bana. Neymiş, kemik çerçeveli kocaman gözlüğümü takıp kuşburnu çalısı gibi yapışıyormuşum pencereye. Çok mühim bir meşgaleymiş sanki. Ne buluyormuşum şu caddede. Cıbış kafama baklava desenli takkemi de takmam yok muymuş. İyice kızdırıyormuşum onu bu hâlimle. Oldu olacak hiç ayrılmasaymışım buradan. Namazı da burada, imayla kılsaymışım artık. Ne gerek varmış ta -bunu uzak bir mesafeyi anlatırmış gibi söyler- yan taraftaki camiye gitmeye? Ha, ne gerek?

Anlamıyor beni Neriman. Hem de hiç! Ben onu anlıyorum oysa. Geceleri soluk soluğa "Musa!" diye uyanan başka Neriman sanki. Bana esip yağan Neriman başka... Bir de tutturmuş, pencerenin önündeki boş saksıya bir çiçek fideleyelim diye. Yahu diyorum, ben gün boyu buradayım, sen çiçek dikince buraya, beni bekleyecek değil ya, boy verip gidecek. Kapatacak önümü. Sonra bir de onu kenara köşeye almaya çalışacağım. Sen, güneş alsın bu çiçek, diyeceksin; ben, kenara koyalım, diyeceğim. Olmayacak, tutuşacağız yine. Bu pencere saksı meselesi olmasa, gül gibi geçinip gidiyoruz ama... Lâf buraya geldi mi say ki ateşle barut yan yana geliyor. Ey Allah'ım, şu Neriman'a beni anlamayı nasip et.

Oysa boş durmuyorum ki burada ben. Tespihim elimde hep. "Ya Vedud" diyorum, "Ya Rahman", "Ya Rahim" çekiyorum sonra. Tövbe-istiğfar ediyorum cümle günahlarıma. Neriman sanıyor ki, bu Tahsin âvâre kasnak. Aval aval izliyor gözünün erdiğini. Değil hâlbuki, hiç değil!

Yoldan geçenlere dikkat kesiliyorum bir de. Şöyle esmer, tombul, uzun boylu, siyah ceketli bir adam gördüm mü iyice yapışıyorum cama. Ta üçüncü kattan seçmeye çalışıyorum geçeni, acaba Musa mı diye. Musa, bizim tek oğlan. Üç kız, bir erkek evlât sahibiyiz ya, Musa da oğlumuz işte. Demiryollarında çalışıyor, kolay bir işi var, trenlerin üstüne "TCDD" yazıyorlar. Tüm işi bu onun. Oturduğu şehir, bizim buraya altı yedi saatlik bir mesafede. Unutmadan, hacca gitti geçenlerde, ne kadar oldu tam kestiremiyorum. Gitmeden uğramıştı yanımıza, anasıyla benim elimizi öpüp öyle gitti o mübârek yere. Geleli çok oldu da uğramadı bir. İşi mi çok, yolu mu düşmez yoksa gelmek mi istemez bilmem... Neyse yahu. Uğramadı işte, o kadar. Ne diyordum, bakıyorum geçenlere. Bizim oğlana benzetirsem, dizlerimin üstünde eğilip apartmanın girişine bakıyorum. Acaba girer mi bizim apartmana diye. Girerse bizim Musa'dır kesin. Girmezse... Girmezse canı sağ olsun, Musa değil demek ki... Olsun gelir, deyip yerleşiyorum yerime... Bu ıssız cam önüne...

Bizim torun geldi geçenlerde. Küçük kızdan olan. Ben kafayı Musa'ya takmışım ya, ne olsa ondan sanıyorum. Telefonda konuşuyor kız, arkadaşı mı neymiş, ne olmuşsa gülüyor da gülüyor. Birden çıkmışım tülün altından, "Musa mı yoksa!" diye bağırmışım ona, vallahi haberim yok. Gülüşü yüzünde dondu kızın, ne Musa'sı dede, dedi. "Arkadaşımla konuşuyorum. Ne bağırıyorsun!" Kızdı bana. Çocuklar gibi büzüldüm köşeme. "Ya öyle mi?" diyebildim dilimle dişimin arasında. "Ben Musa sandımdı..."

Pencere güzel şey de camına yansıyan yüzüme takılınca gözüm, bir tuhaf oluyorum. Sakalımda siyahlar tek tük kalmış. Göz kenarlarım, şakaklarım derin çizgilerle bölük bölük olmuş. Ben yaşlanmışım diyorum. Musa geliyor aklıma. O da yaşlanır mı ki diyorum. Sakalları olur mu? -Hacdan sonra bırakmış galiba, dedim ya görmedim ben.- Alacadır onunki, tamamen beyazlar mı acaba? Şakakları benzer mi benimkine? Şöyle derin çizgileri olur mu? O neyse de, sırf onu beklediği için "Camgüzeli" olan babasını anar mı o vakit?

Camide de sordular Musa'yı. Hepsi biliyor zaten. Senin hacca giden oğlan gelmiştir değil mi, diyorlar. Ağzımı mı arıyorlar, yoksa lâfın gelişi mi soruyorlar bilmiyorum. Eveleyip geveliyorum lâfı, Şam'dan alıp, Halep'e götürüyorum da meseleyi unutturuyorum. Ne diyeyim, geldi desem olmaz; gelmedi desem... Gelmedi. Doğru. Ama... Diyemem. Dışım konuşuyor da susuyor içim...

Akşam oldu, ezan vakti. Yok, bugün de gelmeyecek. Musa, bugün gelmeyecek. Hiç gelmeyecek mi yoksa bu Musa? Geçirdiğim onca vaktin bir deminde Musa girmeyecek mi apartman kapısından? Gelip de sarılmayacak mı şu kupkuru ellerime? Anacağını görmeyecek mi? Gelip de...

Bir aklım diyor ki, bırak şu pencere önünü... Belim melim ağrıyor deme... Düş yola... Al bir camgüzeli fidesi... Dik şu boş saksıya... Doğru ya, Neriman da sevinir buna. İyi aklıma geldi yahu. Çekeyim tülü şöyle pencereye. Nerde benim koka tespihim? Ya Rahman, Ya Rahim...

 Nesibe ŞAHİN