Bir çocuğun kalbi Kur'an aşkıyla dolu olursa
O yaz, ilköğretimi bitirince kursumuzda almıştı soluğu. Adını sorduğumda
gözlerinin içi parlayarak,
“Fatma” dedi ve ekledi: “Eğer beni hafız yapmazsanız, kayıt yaptırmak
istemiyorum. “ Peygamberimiz, “Hafız olanlara cennette taç giydirilecek!”
buyurmuşlar çünkü!
Küçük çocuğun bu tavrı beni şaşırtmıştı. Kursun başlamasıyla birlikte,
Kur’an öğrenme gayreti ve olgun tavırlarıyla herkesi kendisine hayran
bırakmıştı.
Bir gün: “Hocam hafız olmak için Kur’an’ı bitirmek mi lazım? diye sordu.
Ben de: “Elbette hepsini ezberleyeceksin ki, “hafız” adını alacaksın.”
Bu cevabıma üzülmüş gibiydi. Bir şey demek istiyordu sanki.
Derslerim arasında onlara sadece Kur’an ezberlemekle işin bitmeyeceğini,
mutlaka onu anlamanın ve uygulamanın gerektiğini hatırlatıyordum.
Fatma bazen rahatsızlanıyor ve revirde yatıyordu. Zamanla sağlığı daha da
bozulmuştu.
Dersini birkaç kez aksatınca sordum:
“Ne oldu, yoksa anneni mi özledin?”
Solgun yüzü birden ciddileşmişti:
“Hayır!”, dedi.
“Öyleyse neden moralin bozuk? Sık sık da hastalanıyorsun!”
Gözleri dolmuştu:
“Yanlış anlamayın, inanın annemi özleyip de gitmek istediğim yok. Kursumu
seviyorum. Buraları terk edersem, Allah bana ahirette hesabını sormaz mı?”
Bu cevap karşısında şaşırmıştım.
O küçük kalpte bu ne büyük imandı, ya Rabbi!
Bir gün çok rahatsızlandı. Doktora götürdük; tahlillerden sonra doktor:
“Bu çocuğu ailesinin yanına gönderin.” dedi. Merakla:
“ Neden?” diye sorduğumda :
Maalesef “kanser” cevabını verdi. Şaşkınlıktan donakalmıştım.
Durumu Fatma’ya söyleyememiştim. O ise halimi anlamış gibi, bana sorular
sorup dikkatimi dağıtmaya çalışıyordu:
“Hocam” dedi: “Azrail, insanların canını alırken nasıldır?”
Ağlamamak için zor tuttum kendimi:
“Mü’min kullara karşı çok güzel bir surettedir.” dedim. Mırıldandı:
“Belki hafız olamam ama Kur’an’ı okuyabiliyorum elhamdülillah mü’minim!”
Hafız olmak için Kur’an’ı bitirmek gerektiğini söylediğimde neden üzüldüğünü
şimdi anlamıştım. Demek ki hastalığını biliyordu.
Fatma’yı almak için ailesi geldiğinde O bana, mahcubiyetle:
“Bana kızmadınız değil mi? Eğer hastalığımı söyleseydim belki kursa
almazdınız!”
“Ne demek! Nasıl kızarım sana.” “ Hem sonra hafızlığımı bitiremedim diye
sakın üzülme. Bu yola girdin ya, Rabbim sana hafız muamelesi yapacaktır
inş!” dedim.
Sevinçle boynuma sarılıp:
“ Gerçekten ben şimdi hafız sayılır mıyım? Anne bak duydun değil mi?” dedi.
Sevinçten hüngür hüngür ağlıyordu.
Ya Rabbi, bu küçücük çocuk kalbinde bu ne aşktı!
Fatma’yı memleketine uğurladık.
Bir iki hafta sonra ağırlaştığı haberi geldi. Bu arada ondan aldığım iki
mektupta, hep hafızlık tacını merak ettiğini, bunun rüyalarına girdiğini
yazıyordu.
Bir gün telefon çaldı. Karşımdaki ağlamaklı ses Fatma’nın annesiydi.
“Hocam, Fatma’yı uğurladık. Rica etsem bir hatim okur musunuz.”
Dayanamayıp ağlamaya başladım.
Annesi telefonu kapatırken beni teselli edercesine:
“Ölmeden önce size şunu söylememi istedi:”
“Anneciğim hocama söyle!. Azrail söylediğinden de güzelmiş.”
Kalbi Kur’an’la titreyen Fatma’nın hayali yaşlı gözlerimde canlanırken:
“Ey Rabbim! Senin kelamın için yanıp tutuşan ve kalbi ürperen kulunu, son
nefesinde yalnız bırakır mısın hiç? diyordum.
[
Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın