๑۩۞۩๑ Eğlence Dünyası ๑۩۞۩๑ => Dini Hikayeler => Konuyu başlatan: Eflaki üzerinde 24 Temmuz 2010, 20:50:55



Konu Başlığı: Basra şehrinde bir zengin aile
Gönderen: Eflaki üzerinde 24 Temmuz 2010, 20:50:55
H İ K A Y E

Basra şehrinde bir zengin aile  
Basra şehrinde bir zengin aile vardı Mallarının hesabını ALLAH bilirdi Fakat ALLAH onlara ne kız, ne de bir erkek evlat vermişti Bunların dünyada dilediği bir evlat idi Bunlar dileklerine ermek için fukaraya ve zaiflere külliyetli miktarda hayır hasenat yaptılar, çok dua aldılar Bir zaman sonra, ALLAH’ü Teala bunlara öyle güzel bir erkek evlat verdi ki Sanki gökten ay inmiş hanelerine girmiş idi Hz Yusuf kadar güzeldi Anası ve babası şad olmuşlardı ALLAH’a şükr edip fukaraya ve yoksullara tekrar şükran borcu olarak sadakalar ve ziyafetler verdiler Bir müddet sonra her fani gibi, baba ALLAH’ın Rahmetine kavuşup ameli ile baş başa kaldı Bu güzel çocuk, anası ile fanide kaldılar, çocuk günden güne gelişip, güzelleşiyor idi O kadar güzelleşti ki, onun yüzünü gören aşık oluyor, ondan ayrılmak istemiyor Güzelliği fitne olmuştuakibet yüzünü nikab, yani yüzünü örtü ile örtünüp öyle dolaşmaya başladı Zira, gözlerin bakışından emin olmak için böyle yapmayı uygun bulmuşlardı
Günlerden bir gün, bu hatun oğlu ile bir işe giderken, Basra’nın büyük camiinde namaz kılmak için mescide toplanmış, basra’nı alimlerinden halkın sevdiği ve saydığı velilerden Abdullah bin Zeyd (RA) vaaz ediyor, halk huşu içinde bu varis-nebiyyi dinliyorduNamazlarını kılıp onlarda, bu dersi dinlemek üzere oturmaya karar verdiler Zira bu derste iki cihanda muratlarına nail olmak muhakkaktı Zira bir varisi-nebi ALLAH’ın kitabından, Nebiy Alehisselamın siyterinden bahsedecekti Alim, kürsiye vakar ile oturup, orada bulunan hafızlardan birine Kur’anı Kerimin bir suresinden tilavet etmesini işaret etti Kari yanık sesi ile surei Furkan’dan okumaya başladı Bütün meclis nefes bile almıyordu Bir tek vücud haline gelmişti
Mealen: Ve onlar ki,”Rabbimiz ! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla ve bizi takva sahiplerine önder kıl !”derler;
İşte onlar, sabretmelerine karşılık Cennet’in en yüksek makamlarıyla mükafaatlandırılacaklar, orada hürmet ve selamla karşılaşacaklardır
Orada ebedi kalacaklar Orası ne güzel bir konak ve ne güzel bir makamdır (Furkan suresi ayet=74-76)
Abdullah bin Zeyd Hazretleri, bu ayetin tefsirine başladı:
ALLAH’ü Teala Cennet’te köşkler, saraylar ve haymeler yarattı ve arşı alasının altında muallaktır ALLAH’ü Teala, bu dünyayı ve yıldızları direksiz yarattığı gibi, bu köşkleri, sarayları da direksiz yaratmıştır Hava boşluğunda bulut gibi, havada durur Cennet ehli Cennet’ten bu sarayları görürler Dünya ehlinin yıldızları gördüğü gibi
Bu havada muallakta duran sarayların üçyüz kapısı vardır Her kapısı altındandır Üzerleri yakut ve pırlanta ile işlemelidir Ne gözler görmüş ne de kulaklar işitmiştir Kalbi beşer dahi hatırına getirmemiştir (gelemezde) Bu köşklerin kapısı açıldığında Cenab-ı Peygamber (SAV) ile İbrahim Halilin mübarek cemalini görüp şad olurlar Her bir köşkte bir taht kurukluş , her bir tahtın üzerinde nurdan döşekler döşenmiş ve her tehtın önünde bir ırmak akar Kardan soğuk, baldan tatlı, miskten daha güzel kokuludur
Her tahtın önünde bir huri oturur Ol hurinin her birisi dört türlü nesneden yaratılmıştır Başından bağrına kadar kafurdan, göğsünden göbeğine kadar amberden ve göbeğinden dizine kadar miskten, dizinden ayağına kadar safrandan yaratılmıştır Her birisi Cennet libası giymiştir Yüz kat Cennet kumaşlarından elbiseler ihsan olunmuş Türlü, türlü renk ve desen ki, dil ile tarif olunamaz ve vasfa gelmez O hurilerin güzel vücudları o giydikleri elbisenin şeffaflığından dışardan bakıldığında görülür Yakut tesbihin içinde ipliğin görüldüğü gibi
Her tahtın karşısında Cennet hizmetcileri, vildanlar el pençe divan durmuşlar, ellerinde buhurdanlıkla buhur yakıp etrafa güzel kokular neşrederler Bir kısmının ellerinde o hurilerin takacakları ziynetleri tutarlar Eğer O hurilerin bir tanesi dünyaya yüzlerini gösterselerdi, iki yanaklarının nuru ayı karartır, güneşi mat ederdi dediğinde;
Çocuğun annesi bu sözleri bu alimden işitince:
Benim oğluma bu hurilerden başkası eş olamaz, işte oğluma alacak kızı şimdi buldum, deyip ayağa kalktı ve Abdullah bin Zeyd’e hitap edip:
-Ey Müslümanların imamı ! ALLAH sana rahmet eylesin Bu güzelm makamlar ve bu güzel hurileri Rabbimiz kimlere ihsan edip verecektir? Dediğnde
Abdullah bin Zeyd şöyle ifade etmeye başladı;
-Şu sıfata nail olan mü’minler, onların hakkını verip bu nimetlere ererler
Kadın dedi ki,
-Onların hakkı nedir?
Alim devam etti:
-Dünyada günah işlememektir, ALLAH’ın emirlerine itaat etmek, yapma dediklerinden kaçınıp yapmamaktır Gece namazı kılmaktır, gündüz oruç tutmaktır, ALLAH yolunda canını feda etmektir ilahi kelimetullah için, namus, mukaddesat için kafire kılıç vurmaktır Bu amelleri icraat edipde, gece ve gündüz de Rabbilerine dua edip,( Ey bizim Rabbimiz ! Sen bizim kadınlarımızı ve çocuklarımızı doğru yol olan dini İslamda sabiti-kadem eyle ve bize onları itaatkar kıl Senin şeriatına muhalif ameller işlemesinler İyman ile göçüp, biz onları Cennet’te görüp; gözlerimiz, gönüllerimiz ferahlanıp, nurlansın) diyen zümre yani, aile ve efradını hak yoluna sevk edip onların ahiretini temin edenlere bu nimetler ihsan olunur
Yine ibadete doyamayıp ta, (Yarabbi ! Bize öyle hidayet et ki, bizi ALLAH’tan korkanlara önder eyle Rabbilerine ibadet edip böyle diyenler bu makama sahiptir)
Ders bitmişti Kadın evine geldi Kırk bin altın alıp mescide döndü Abdullah bin Zeyd’e teslim etti ve dedi ki:
-Ey Müslümanların imamı ! Bunları al, verdiğin derste müjdelediğin makam ve hurilere müjdelik olsun Al bu malı hak yoluna fukaraya sadaka eyle, dedi
Bir zaman sonra, gaza ilan olunmuştu Bu mü’minler için bir düğün haberi idi Her taraf gazaya hazırlanıyordu Abdullah bin Zetd Hazretleri de, devrişlerini toplayıp gazaya hazırlanıyordu Başına kalabalık bir halk cem olmuştu ki, mezkur kadın oğlunun elinden elinden tutmuş olarak huzuru şeyhe geldi
-Ey Müslümanların imamı!
Oğlumu sana getirdim senin ile gazaya gitsin, diye ricada bulundu
Hz Şeyh kabul edip, çocuğa güzel bir at aldılar O güzel delikanlı elinde süngü, belinde kılıç, başında tolgası, üzerinde sarığı ile, bir aslana benziyordu anası arkasında: “Seni ALLAH’a ısmarladım Şimdiden gazan mubarek olsun Çabuk dön ki, Hak Teala seni o güzel makamlara ve hurilere kavuştursun” Diye sevinç göz yaşları döküyordu
Abdullah bin Zeyd anlatıyor:
Sahralar, dağlar, dereler, ırmaklar geçildi Rum toprağına varılıp, düşman ile karşılaşıldı, kafirler ile müslümanlar karşılıklı saf bağladı Bir tarafta, hafızlar Kur’an okumağa, bir tarafta devrişler yüksek sesle tevhid etmeğe başladı Gulgulei-tevhid, ALLAH’u- ekber sedası arşı alaya yükseldi Suvariler atlarını mahzurlayıp düşman üzerine yüklendiler Artık, iki taraf bir birine kıyasıya saldırıyor, mü’minlerin “ALLAH, ALLAH” sedaları, kafirin ise “Hura” naraları birbirine karışıyordu Bizim genç, güzel gazimiz yüzünden nikabını atmış, süngüğsünü atının kulakları arasında tutmuş, suvarilerin en önde kafir askerlerine karşı at sürüp, öyle kahramanca cenk ediyordu ki, nice harp görenler böyle cenk ve hamleleri yapamazdı, gözlerini semaya dikiyor, bakıyor Tekrar saldırıyor, Rütbei-Şehadeti arıyordu Bana korku gelmişti Zira, öyle harp olmazdı Çünkü kendini helak ettirmek istercesine dövüşüyordu Koşarak yanına vardım:
-Yiğitim, canım, harp öyle yapılmaz ! Cihad, savaş, düşmanı harp harici etmektir Sen kendini feda etmeye uğraşıyorsun ! dedim
Böyle çabuk hamle yapma Kendini koruyarak, yorulmayarak yavaş yavaş cenk ed Kendini koru Arkadaşlarından ayrılıp ileri gitme Zira henüz cenk ahvalini bilemezsin Korkarım ki sana bir zarar erişe, dediğinde
Ey şeyhi aziz!
Benim gördüğümü gören, can feda etmek değil, bin canı olsa fedaya hazırdır
Ben dedim ki:
-Ne görüyorsun?
Bana sevine sevine anlattı:
O gün mescitte vaaz ettiğin zaman, bize müjdelediğin şeyleri işitmiş fakat görmemiştik Şimdi o söylediğin makamları ben görüyorum Resul Aleyhisselam bana ağuşunu (Kucak, sığınılacak yer) açtı İbrahim Halilullah bana selam veriyor beni çağırıyor Yetmiş kadar huri Cennet burçlarından bana bakışıp gülüyorlar ve beni çağırıyorlar Seniniz senin gelmeni bekliyoruz, diyorlar dedi
Ben bu sözleri yiğiyyen işittiğimde gözlerim yaşardı, ağlamaya başladım O hemen atını mahzurladı Tekbir getirdi “Allahu ekber, ALLAH, ALLAH” deyu kafirlere öyle bir saldırdı ki, kafiri kıra, kıra düşman askerlerinin içine kadar gitti Çakal sürüsüne saldıran aslan gibi kafir askerini dağıtıp, yine onları kıra kıra yanıma geri geldi ve bana şöyle hitap etti:
Bize şehadetin ne mertebe olduğunu sen öğrettin Şehid olacağından mi korkuyorsun? Bu rütbeyi benden mi esirgiyorsun? dedi
Ben cevap verdim:
-Ey gözümün nuru Senin şahadetinden, şehid olacağından ağlamıyorum İslam böyle bir bahadırı kaybeder diye yakınıyorum Sen ebedi hayata kavuşursun Fakat bizim gözümüzden nihan (Sır) olursun Gaziler de böyle makama erişirler Hem ağlayışım sana gıpta etmemdendir Sana imreniyorum, dedim
O, hayır, hayır ! Ey şeyhi aziz ! Bu nimeti terk etmem Bu yüce İlytifata erdikten sonra tekrar dünya hayatına meyl etmeme imkan yokyur
Bak beni çağırıyorlar, dedi
Hava iyice ısınmıştı Başından miğferi, sırtından zırhını çıkardı, elinden süngüsünü attı Kılıcını aldı Tekbir getire, getire kafire öyle bir kılıç vurdu ki, dil ile tarif edilemez Çok kafiri kırıp, ALLAH, Resul ve Kur’an düşmanının canlarını Cehennem’e yolladı Düşman, zaten kendisine zayiat veren bu kahramanı kolluyormuş ki,tekbir alıp tekrar, tekrar düşman içine dalmasını fırsat bilip, etrafını çevirdiler Yüzlerce düşman süngüsünü ve kılıcını birden o yiğide vurdular Her tarafı kan içinde kalmıştı Akibet o beyti-hüda attan aşağıya yıkıldı Müslüman askerler bu hali görünce bir ağızdan tekbir ve tehlil ile düşmana öyle bir hücum ettiler ki, ta ikindi vaktine kadar süren bu cenki azimde deryalar gibi kann aktı Dağlar gibi cesetler yığıldı Nihayet düşman bozulmuştu Sanki o bahadırın, şahadeti zafer bekliyordu Düşman bozulmuş, kaçıyordu Cesetler ve yaralılar arasında o yiğidi buldum Sırt üstü yatmıştı Gözünü arşı alaya açmıştı Kanlara gark olmuş, mübarek boğazından hala kann akıyordu Bir mübarek koku dimağımı doldurdu Iki gül yanağı henüz solmamıştı, nuru parlıyordu Gözlerim kamaştı Dudakları oynuyordu Dinledim: “La ilahe illallah” diyordu Gözlerini açtı Bana baktı Eliyle semayı gösterdi, tebessüm etti Bana sanki “Ben muradıma nail oldum” Diyordu ve öylece kaldı O mübarek şehidi kucağıma aldım, bir münasip yere kabir kazdım Kanı ile defin ettim namazını kıldım
O gece anası dahi rüyasında oğlunu görmüş, bir taht kurulmuş, ol tahtın azametini, vasfını ALLAH’tan başka kimse bilemez O yiğit o tahtın üzerine oturmuş Annesi der ki:”Ey çiğer parçam! Ne haber ? ALLAH Celle sana nasıl muamele etti?” Şehid der ki :” Ey anneçiğim ! O güzel makamlar ve huriler bana verildi Muradıma nail oldum Şehid olduğum an, bana verilen huriler benim kudümeme hazır imişler Hemen beni kucakladılar Cennet’e götürdüler” dedi
İşte, ALLAH yoluna bezli-can eyleyen böyle ulu makamlara erer, Cennet’in güllerini derer, iltifatı-ilahiyyeye nail olur Resulüllahın sohbetine erişir
Hasan (RA) şu hadisi, Nebi Alehisselamdan nakil ediyor:
“Şehidler ALLAH’ü Teala’nın katında hayattadırlar Ve onların rızıkları ervahlarına verilir Onlara verilen bu nimet, bu iltifatı Rabbaniye ile ferahlanırlar Ali Firavun’un ruhları akşam ve sabah ateşe arz olunup azaplandıkları gibi, bunlar da nimeti ilahi ile rızıklanırlar”
Şüheda hakkında ALLAH’ü Teala kitabı keriminde şöyle buyurmuştur:
Mealen: ALLAH yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın ! Bil’akis onlar diridirler; ALLAH’ın lütuf ve kereminden kendilerine verdikleri ile sevinçli bir halde Rableri yanında rızıklara mahzar olmaktadırlar Arkalarından gelecek ve henüz kendilerine katılmamış olan şehid kerdeşlerine de hiç bir keder ve korku bulunmadığı müjdesinin sevincini duymaktadırlar

(Al-i İmran suresi ayet= 169-170)