Konu Başlığı: Müslüman psikologlar Gönderen: Safiye Gül üzerinde 11 Kasım 2010, 12:49:03 2- Müslüman Psikologlar ve Psikoloji Teorileri
İslâm âleminde gelişen birçok bilim dalı gibi, Nefs îlmi'nin de temelde îslâmî nassların ışığında vücut bulduğunu, sonraları da eski felsefe ve kültürlerin kavram ve bilgi birikimlerinden yararlanarak gelişip zenginleştiğini söylemek mümkündür. Ortaçağdaki ansiklopedik ve bütüncü ilim geleneği içerisinde yetişen sistematik âlim ve düşünürlerin çoğu, Nefs ilmi alanına giren meselelere kafa yormuşlardır. Bu alanda yazılan müstakil kitap ve risalelerin yanısıra, bazı Îslâmî ilimlerin bünyesi içerisinde de psikoloji konularına yer verildiği görülmektedir. Meselâ, Kelâmla ilgili eserlerde duyum, idrak, irade, iman, hidâyet., gibi konular yer alır. Elbetteki burada asıl amaç psikolojik bir incelemeyi sonuçlandırmak değil fakat inançla bağlantısı bakımından bu konulara açıklık getirmektir. İnsan nefsiyle ilgili en derin tahlilleri şüphesiz ki mutasavvıflar yapmışlardır. Nefsin en derin ve karanlık bölgelerine inerek, ruhanî olgunlaşma yolunda yaşadıkları derûnî ve batınî tecrübeleri tasvir etmeye çalıştılar. Ruhanî yolculuk boyunca sürekli değişen dinî duygu ve heyecanları (hâl), az çok kalıcı dinî şuur halleri (=makam) hakkında bilgiler verdiler. Tasavvuf geleneğinde “İlm-i Ahvâl” denilen şey, sûfinin tecrübe ettiği iç tecrübeler, duygu ve heyecanlar bütünüdür. Nefsin tabiatını ve ondaki gelişip olgunlaşma gücünü sûfilerden daha iyi kavrayan olmamıştır. Ancak tasavvuf, psikolojik araştırma bakımından dikkatini yalnızca sûfinin sübjektif tecrübelerine ve şeyh-mürid arasındaki ilişki ve etkileşime hasretmiştir. İslâm aleminde psikoloji ile içli dışlı bir başka bilim dalı da Ahlâktır. Bu alanda yazılan eserler genellikle psikolojik bir temelden hareket eder. Nefsin, dinin istediği olgunluk ve yüceliğe ulaşması için, bunu engelleyen ve ona ulaştıran güç ve etki kaynaklarının çok iyi bilinip tahlil edilmesi temel bir yöntem olarak benimsenmiştir. Bu bakımdan, nefsin tabiatı, güçleri, hâlleri, iyi ve kötü huyların çıkış yerleri, arzu ve dürtülerin denetim altına alınmasının yolları, bu ilmin genel çerçevesini oluşturmaktaydı. Psikoloji alanında görüşler geliştirmiş ve eserler vermiş olan bazı müslüman ilim adamlarını ayn ayrı ele alarak, bu konuda daha aydınlatıcı bir fikir elde edilebilir. [60] Haris el-Muhâsibî (165/781-243/857) Sûfi eğilimli bir bilgin ve düşünürdür. Eserlerinde genel olarak insanın iç yaşantılarını konu edinmiş ve dinî bakış açısıyla bunları tahlile çalışmıştır. Sağlam bir dinî tecrübe ve şuur elde etmenin psikolojik şartları üzerinde geliştirdiği görüşler bakımından o, gerçek bir din psikoloğu sayılabilir. Onun eserlerinde yabancı kültür ve medeniyet çevrelerinin etkisine hemen hemen hiç rastlanmaz; kavramlarını ve terminolojisini tamamen Kur'ân'dan almıştır. Bu bakımdan Muhasibi, İslâm psikolojisinin öncüsü sayılabilir. [61] a) Nefsi Tanımada İç Gözlem Muhasibi, şuur hâlleri ve iç yaşantıları sistemli olarak incelemeyi bir metod olarak geliştiren müslüman bir psikologtur. İç gözlem, onun insan davranışlarını anlama ve yorumlamada en çok başvurduğu bir yöntemdir. Bunda onun izlediği iki amaç vardır: Birincisi, nefsin eğilimlerinin davranışlar üzerindeki olumsuz etkilerini kontrol altına almayı sağlayacak bir “içgörü” elde etmektir. Bunun için o, tecrübeye dayalı yaklaşıma büyük önem verir; çünkü, “sınanıp denenmeden nefsin içyüzü bilinmez”. İkincisi ise, bunun da ötesinde, insanın varlık yapısını meydana getiren psikolojik güç ve fonksiyonların ve bunların temel özelliklerinin bir tahlil denemesini yapmaktır. Bu görüşleriyle Muhasibi, günümüzdeki “hümanist psikoloji”nin savunduğu görüşlere büyük ölçüde yaklaşmış olmaktadır. [62] b) Psikolojik Merkezler ve Fonksiyonları Muhasibi, insanın varlık yapısını Kalb, Akıl ve Nefs üçlüsünden meydana gelmiş olarak görür. Psikolojik hayatın merkezi kalbtir; duygu, düşünce ve irade gibi bütün ruhî fonksiyonlar buradan kaynaklanır. Dolayısıyla o, düşünen, hisseden, arzu eden, zaman ve mekân ötesiyle, aşkın (gayb) âlemle insanın bağlantısını kuran, kurduğu bu bağlantıyı insanın etkinliğini biçimlendirecek hâle sokan güçlerin toplamı, bunların nominal varlığıdır. Kalb; akıl, nefs ve şeytan'dan gelen etkiler (Hatârat) çerçevesinde bir davranış ortaya koyar. Etki kaynaklarından kalbe gelen uyarıcılar orada bir duygu, düşünce, arzu ve kararın oluşmasına yol açarlar. Bunlardan kalbin onayından geçen ve onun eğilimlerine uygun düşenler gerçekleşir; uygun düşmeyenler ise engellenir. Doğuştan gelen bir kabiliyet olan Akıl, insandaki bilgi organıdır. Aklın bilmesi iki şekilde olur. Birincisi, Muhâsibî'nin “fehm” dediği ve inançlı-inançsız bütün insanlarda ortak olan, dile getirileni” anlama kabiliyetidir. Bu, duyular vasıtasıyla algılanan izlenimleri manalı bir bütün hâlinde birleştirme ve kav-ramlaştırma gücüdür. Bir de aklın pratik yönü vardır ki, buna “basiret demektedir. Bu güç; Allah'ı, dinin hükümlerini, var olan şeylerin değerlerini doğrudan doğruya bilip kavramayı sağlar. Muhâsibî”nefs” kavramını, insan kişiliğinde yer alan içgüdü, istek ve eğilimler bütünü olarak değerlendirir. Nefsin kendi yönündeki ilkel eğilimler bütünü, yani nefsin nefsi “neva” olarak adlandırılır ki, bunun aslı ve muhtevası arzu ve istekler (=şehevât)dir, Nefsteki bu arzuların bir sonu yoktur; bu da nefsin değişkenlik karakterini gösterir. Şeytanın insanı etkilemesi bu istek ve arzular kanalıyla olur. Bunları bütünüyle yok etmek, ortadan kaldırmak mümkün değildir. Ancak bu arzular kalbe ulaştığı zaman, güdü karakterini kazanmadan etkisiz hâle getirilebilir. Çünkü nefis insanın bütünlüğünden (kalb) bağımsız olarak bir davranışı otomatik gerçekleştiremez. [63] c) Dinî Şuur ve Dinî Arzu Kalbin kendine ait bir idrak şekli vardır ki, Muhasibi buna “marifet” demektedir. Marifet; sezgisel, vasıtasız, doğrudan bir algılama, tecrübe edilen şeyin kavramlaştırılmadan yaşanmasıdır. Bu bütün bir iç tecrübe, iç hâldir. Marifet, bütün psikolojik fonksiyonların temelini oluşturur; irade de bundan kaynaklanır. Kesintisiz, sonu olmayan bir süreç, daimî bir şuur akışı olan marifetin asıl konusu Allah'tır. Böylece Muhasibi, günümüz din psikologlarının “dini tecrübe” kavramı çerçevesinde ifade ettiklerini, bu marifet kavramıyla anlatmış olmaktadır. Ayrıca o , böyle bir sezgisel iç tecrübe yoluyla elde edilmiş olan idraklerin “belirsizlik” özelliğini de çok iyi tesbit etmiştir. Ona göre marifet, davranış yönünden kavramsal bilgiden daha kuvvetlidir; sürükleyici ve bütünü kavrayıcıdır, fakat kendi içinde doğru ile yanlışı biribirinden ayırdetme gücü yoktur. Yani, kalbe gelen etkilerin (=hatârat) geldiği kaynağı, yaşanan bu tecrübenin kendisi vasıtasıyla belirlemeye imkân yoktur; bu ancak ilim ve düşünme ile olur. Muhâsibî'ye göre dinî-ahlâkî davranışın değerini belirleyen şey “niyet”tir. Niyet, insanın bir işi bir amaçla yapmak istemesidir. Dinî niyetin muhtevası, Allah'a karşı duyulan saygı ve sevgidir. Bu niyet içerisinde gelişen ruh hâlleri ve davranışlar gerçek bir dinî değer ifade ederler. Mümin insan, korku ve ümit arası bir psikolojik gerginlik içerisinde yaşar; bu da ondaki dinî şuuru canlı ve dinamik kılar. Dinî tecrübe içerisinde yaşanan korkunun objesi Allah'ın zâtı olmayıp, daha çok kişinin Allah karşısında hissettiği dinî sorumluluktur. Muhasibi, ölüm şuurunu da ciddi bir şekilde tahlil eder ve onda, kişinin dinî arzu ve niyetini güçlendirici bir imkân görür [64]. Farâbî (258/870-339/950) Büyük filozof Farâbî'nin psikoloji görüşleri büyük ölçüde Aristo etkilerini taşır. Bununla birlikte, bütün felsefesinde olduğu gibi o, bu konuda da İslâm inanç ve öğretileriyle bir uzlaşma arayışı içerisinde gözükür, idrak teorisinde “Faal Akıl”a Aristo'dan çok farklı olarak yüklediği mânâ ve vahy olayı ile ilgili değerlendirmeleri bunun örneğini ortaya koyar. [65] |