๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Din Psikolojisi => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 10 Kasım 2010, 12:19:59



Konu Başlığı: Mistik tecrübe
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 10 Kasım 2010, 12:19:59
B- Mistik Tecrübe Ve Benzerî Tecrübeler
 

Dinî bir inancın konu ve uygulamalarına bağlı kalmaksızın, tabiî bir şekilde yaşanan bazı tecrübeler vardır ki, bunlar dinî-mistik tecrübelere çok benzeyen bazı özellikler gösterirler. Bu tecrübelerin en dikkat çekici yanı, derinlik boyutunun fazlaca ge­lişmiş olmasıdır. Yani, çok yoğun bir tarzda ya­şanmış olmakla ayırdedici bir önem ve etkiye sa­hiptirler. Bu tecrübeler genelde ya “ansızın vukûbulan tamlık-bütünlük anları” ya da aşkın veya içkin varlığın durgun merkezindeki görünüşlerin çe­şitliliği ötesine açılıyor gibi gözüken ve dünyayı uyumlu bir bütün olarak algılamaya imkân veren, uzun emekler sonucunda yaşanan heyecanlardır. [561]

 

1- Zirve Tecrübeler
 

Sportif başsrılar, entellektüel veya tedavi edici sezgiler, artistik yaratıcılık, dostluk ve akrabalık gayretleri, tabiî mistik heyecanlar., gibi din dışı varoluş gerçekleşmeleri içerisinde kendisini gösteren bazı yüksek seviyede ve güdülenme ötesi içten doğma idraki tecrübeler müşahede edilmektedir. Bunlar, hayatın bir anlamı olduğu ve yaşanmağa değer olduğu izlenimini bırakmaktadırlar. Bu tec­rübeler kişiyi mükellefiyet, gerçekleştirme ve faydalılık fikirlerinin yol açtığı rahatsızlıktan kur­tarmaktadırlar. Bu tecrübeleri yaşayan kimseler, kötülük ve ızdırabın izafî olduğunu idrak etmekte, kendi kendileriyle tam bir uzlaşma içerisinde mutlu anlar yaşamaktadırlar.

Bu zirve tecrübelerin en çok zikre değer özel­likleri şu şekilde tesbit edilmektedir: [562]

 

a-  Varoluşun Temeli :
 

Zirve tecrübe ya da bu tecrübenin konusu, kendi dışında artık hiçbir men­faat gözetmeyen ve kendi varlık sebebini kendinde taşıyan bir “mutlak” olarak algılanmaktadır. Bu tec­rübe, bir başka şey için araç değil, geçici de olsa bir amaç  olarak  kendisini  açığa   vurmaktadır.   (Tamamen derûnî bir duygusal hâl de olabilen) ku­şatıcı ve cezbedici olan bu obje, bu yolla elde edilen algıya  göre,   herhangi  şekilde  varoluşun  temelini açığa çıkarmaktadır. Buna karşılık, bunun dışında kalan herşey ancak bu tecrübe sayesinde anlamlan idrak edilen ve birleşen, bir dekorun unsuru, ikinci derecede bir olgu ve figür olarak yerlerini alırlar. Meselâ sevilen bir şahısla karşılaşma, bu sayede daha  önceki  bütün  dostlukların  kendilerini  gerçekleştirdikleri ve yeniden  organize  olduklan bir olay olarak cereyan eder. [563]

 

b- Hayatın Değeri :
 

Zirve tecrübenin yaşanmaya başlamasıyla,  günlük hayat yaşanmış olma zah­metine değmektedir. Aynı zamanda ölüm fikirleri, bazı durumlarda intihara sürükleyici bir hareket ola­rak değil, fakat tecrübeyi sonsuz bir varlığa açarak, bir zamanı durdurma dileği olarak, gözükebilmektedir. İçinde kişinin, bu şekilde iştirak edilmiş olan “değer”e kendini tamamen bağladığı es­tetik ve mistik temaşa böyledir. Kendisine bağlanılan bu değer, geride kalan herşeyi yeniden düzenleyen ve kendisini kabul ettiren “bütünlük” ya da “mutlak”tır. [564]

 

c- Aktif Olarak Elde Edilmiş Olan Bir “Bağış” :
 

Zirve tecrübe içerisinde obje ile ilişki (veya derûnî heyecanın canlı  şuuru)  sevinç,   dile  sığmaz hay­ranlıkla  birlikte,   bütün   şahsî   liyakâtin   ötesinde aktif olarak elde edilmiş bir bağış olarak, bir tür hayret ve    alçakgönüllü    saygı    içerisinde    ya­şanmaktadır. Uzun zahmetler sonucu elde edilmiş sportif bir rekor, bilimsel bir keşif, müzik ya da şi­irle ilgili bir eser, bu tür tecrübelerin yaşanmasına imkân verebilmektedir. [565]

 

d- Savunmaları Düzeltme ve İyileşme :
 
Bu zirve tecrübelerin etkileri, sıkıntının yatışması, sa­vunmaların, tutuklukların ve kontrollerin azalması, kabullenme, müsamaha ve özür dileme kolaylığına sürükleyen bir sempati ya da sempati hali şeklinde ortaya çıkmaktadır. [566]

 

e- Bir Oyun Şeklinde Gerileme Kapasitesi :
 

Bu zirve tecrübeler sayesinde bazı kişiler, mevcut durumda hissedilmiş olan bütünlüğün bir ifadesi olarak, “gerileyici” tarzda hareket etmeye elverişli hâle gelmektedirler. Zirve tecrübeler içerisinde ge­rileyici davranışlar ne psikolojik ne de iradî bir ça­banın sonuçları olan davranışlar olarak kendilerini gösterirler. Bunlar, hissedilen mutluluğun bir ar­tışını ifade eden içten fışkırma tecrübelerdir.

Zirve  tecrübelerle  dinî-mistik tecrübeler  ara­sında   önemli   benzerlikler   olduğu   kabul   edilmektedir. Godin'in ifade ettiği gibi [567], esasen böyle bir tecrübe boyunca konunun açığa çıkardığı özel­likler-meselâ, kişinin biricik değeri, bir sonsuzluk ve güzellik görünümü-dünya ve zamana ait şeyin içinde ve onun vasıtasıyla kutsal'ın görüntüsünü ortaya   koyarlar.   Saygı,   vakarla   çelişmeyen   al­çakgönüllülük,    hayranlık,    kendinden   vazgeçme, kabul edici karşılama, hatta tazim ve tebcil., gibi ki­şilerde uyandırdığı eğilimler dikkate alındığı zaman, böylesi tecrübelerin dinî tutumla açık benzerlik or­taya koyduğunu ifade etmek mümkün olmaktadır. Her  ne  kadar  dinî   bir  bağlamda   meydana  gel­miyorsa da, bu tecrübelerin bir boşluktan doğduğu da ileri sürülemez. Geçmişte kalan dinî hatıralar, içinde bulunulan grubun etkileri, kişinin o andaki beklentileri ve daha birçok ruhî unsurlar böyle bir tecrübenin yaşanmasında rol oynayabilir. [568]

 

2- Kişi-Üstü (Aşkın) Tecrübeler
 
Çeşitli vasıtalarla ulaşılmış olan ya da bu so­nucu sistemli bir şekilde uyandırmış olan ve içinde, “bütün kâinatın birleşmiş ve bütünleşmiş bir bü­tünlük olduğunun canlı şuuru”nun yaşandığı bazı vecd hâlleri vardır. Bunlar, dinî niyetten bağımsız olarak, kişilerin çeşitli fizikî uyarıcıların etkisi al­tında yaşadıktan tecrübelerdir.

Bazı uyuşturucu maddelerin -bunların arasına alkolü de dahil edebiliriz- normal insan şuurunu de­ğişikliğe uğrattıkları ve dengesiz denebilecek hâller meydana getirdikleri iyi bilinen bir gerçektir. Bu hal­ler içerisinde insan ben'i kendi kendinden kaçıp uzaklaştığı ve “kendi kendisinin dışında durduğu” izlenimine sahiptir. [569] Değişik uyuşturucu maddeler aldıktan sonra kendilerinde uyanan hâlleri dinî ve mistik kavram ve anlayışlar çerçevesinde açıklayan ve    bunlara    kutsal    bir    değer    atfedenler    bu­lunmaktadır. Özellikle dinî inançların kuvvetle sar­sıldığı dönemlerde ortaya çıkan manevî buhran ve tatminsizlik ortamında bu yola sıkça başvurulduğu müşahede edilmektedir. Asrın başlarında A.B.D.'de adeta bir salgın ve moda olan “uyuşturucu mistisizmi”nin,   günümüzde   hızının   kesildiği   iz­lenmektedir. W. James'den beri (1842-1910), çeşitli uyuşturucuların (morfin, eter, alkol..) meydana ge­tirdikleri sarhoşluk hâli, mistik hâller arasında sa­yılmaktadır; çünkü ona göre bu sarhoşluk, bütünü tam olarak değerlendirmek için hesaba katılması ge­reken bir parçadır.  Bizzat kendisinin “azote protoxyde” (=Meksika yerlilerinin kullandıkları ve Mescalin adı verilen uyuşturucu madde) içerek yaşadığı tecrübelerle ilgili izlenimleri, bu konuda şöyle bir fa­raziyeye    dayanmaktadır:     Her  insanda   mistik kabiliyetler vardır. Normal hayatın ve medenî çev­renin olumsuz şartları yüzünden içe atılmış, bas­tırılmış olan ve halihazırda kuluçka hâlinde bulunan bu   kabiliyetler,   uyuşturucu   maddeler  tarafından uyandırılabilir ve açığa çıkartılabilir [570]. A. Huxley'in aynı uyuşturucuyu kullandıktan sonra yaşadığı tec­rübelerini anlattığı kitabının [571] ana fikri de şu şekilde ifade edilebilir: Bütün tabiatüstü tecrübeler özü bakımından aynı olabilirler; bundan dolayı da uyuşturucu etkisinde yaşadığı tecrübelerin tamamı, mistiğin en azından kısmî olarak şuuruna sahip ol­duğu, dinin yüksek kavramlarına bağlanabilir. Böy­lece yazar, akıldışı olanı mescaline vasıtasıyla açığa çıkarmayı ve doğulu mistik âlemle algısal iletişime girmeyi teklif etmektedir. Bu tür düşüncelerin et­kisiyle, uyuşturucu maddeler vasıtasıyla “manevî genişleme” elde etmeyi amaçlayan tecrübelere gi­rişenler her tarafta görünmeye başlamıştır. Fakat bir müddet sonra, bu tecrübelerden yana olanların büyük çoğunluğu, yalnızca kimyevi maddelerin et­kisinin ruhu kendi insanî sınırlarının ötesine ta­şımayacağını, psikolojik haraketlenmenin zihnî de­ğişkenler tarafından renklendirilmesi gerektiğini sandılar. Bu şartlar içerisinde bazı Amerikalı din psikologları dinin, hakiki bir dinin gelişmesinde esas olan dinî tecrübeleri canlandırmak amacıyla, uyuş­turucu maddelere başvurabileceğini ve başvurmak zorunda olduğunu düşünmeye başladılar [572].

Uyuşturucular gerçekten de mistik ya da dinî bir tecrübeyi uyandırırlar ya da desteklerler mi? Ya­pılan bazı tecrübî araştırma sonuçlarına bakılırsa [573], ilk plânda bu soruya olumlu cevap vermek mümkündür. Fakat burada karşımıza çıkan olaylar arasındaki benzerlik yüzeysel bir benzerlikten öteye geçmez. Dinî tecrübe, sembolik suretleri algılamak için psikolojik bir kapasite ve onu elde etmek için duygusal bir hürriyet gerektirmektedir. Buna göre, algıların hâtıralarını hayal yoluyla ve duygusal ola­rak değiştiren tecrübelerin dinî ya da mistik olarak adlandırılması, hayalî ve gerçek dinler arasındaki farkın birbirine karışması olur. Nitekim bazı araş­tırmacılar, uyuşturucular vasıtasıyla sunî olarak yaşanan “zaman ve uzayın aşıldığı, herşeyin bü­tünleşmiş tek bir bütünlük hâlinde” kavrandığı tecrübelere “kendiliğinden” veya “tabiî” mistik tecrübe gibi isimler vererek, bunları asıl dinî ve mistik tec­rübelerden   ayırt etmektedirler [574].   Bunlarda,   ferdî benliğin ötesinde ve üstünde mevcut bulunan “ilâhî varlık şuuru” ya hiç yok ya da çok zayıf ve belirsiz durumdadır.  Gerçek mistiklerde müşahede edilen Allah'la canlı ilişki ve bunun doğurduğu etki ve so­nuçlara pek rastlanmaz. Dinî-mistik tecrübeler içe­risinde, sınırsız bir birleşme içinde kaybolmak ye­rine, kişiler, ilâhî varlığın şahsen kendilerine hitap ettiği tecrübesini yaşamaktadırlar; kendilerini des­teklenmiş ve hürriyetine kavuşmuş bulmaktadırlar. Onların mutluluğu,  sevgi ve güvenin tabiatından ileri gelmektedir. İşte bu bakımdan dinî-mistik tec­rübenin ilişkisel yapısı, psikolojik uyarıcıların sebep olduğu tecrübelerin içerisinde cereyan eden şeyin tersi olan psikolojik bir süreci içinde barındırır. Psi­kolojik uyarıcılar sonucu elde edilen tecrübelerde iç çatışmaları ve çelişkiler yüzeysel ve geçici olarak or­tadan kalkmaktadır. Dinî-mistik tecrübede ise, tec­rübe  kişilerin ruhî eğilimini yeni baştan düzene sokan   ruhî   bir   çalışmanın   sonucudur.   Kişinin hayâlı olarak değişmesi ancak çatışmaları hayâli olarak çözer. Bu ise, sığınma adaları vasıtasıyla va­roluşu meşgul ederek, çalışmayı da dağıtır. Bu ba­kımdan, psikolojik uyarıcılar vasıtasıyla elde edilen ruhî tecrübeler daha çok psiko-patolojik olaylar ola­rak değerlendirilebilir. [575]

 
3- Psiko-Patolojik Olaylar ve Mistisizm
 

Vecd ânında mistiğin tecrübe ettiği hâller ve al­gıladığını ileri sürdüğü görüntüler, hayaller, san­rılar, şuur kaybı., ve bedene yansıyan birtakım tep­kilerle, bazı akü hastalarının yaşadıkları durumlar ve tepkiler arasında büyük benzerlikler gö­rülmektedir. Eğer sırf “sübjektif eğilimler”e bağlı ka­lınırsa, dinî geleneğin gerçekten “ruhanî” olarak kabul ettiği kimselerin şahit oldukları izlenimlerle, trans teknikleri vasıtasıyla olağanüstü “mistik” bir tecrübe yaşayan kimselerin ve psikiyatrinin açıkça hasta, ciddi olarak histerik ya da hezeyanlı olarak kabul ettiği kimselerin izlenimleri arasında çarpıcı bir benzerlik bulunacaktır. Aslında sûfîler de kendi vecd hâllerini tasvir etmek için “delilik” istiaresini sık sık kullanmışlardır. Ayrıca tasavvufta meczub, mecnun, behlûl gibi isimler verilen, fizikî ve sosyal çevrelerinden kopmuş ve uyumsuz, akıl melekesi dumura uğramış, kayıtsız bir çoşkululuk gösteren kimselere “velî nazarıyla bakılması, mistisizim ile delilik arasında bir ilişkiyi akla getirmektedir.

Bu ve benzerî mülahazalarla bazıları mistisizmi marazı (patolojik) bir olay olarak değerlendirmişler, bütün mistik ruh hâllerini (dolayısıyla dinî tec­rübenin de) gelişimini sar'a, histeri ve nevrozlara yaklaşan marazı bir olay olarak görmüşlerdir. P. Janet'ye göre, vecd esnasındaki düşünce, vahşi ve küçük çocuklarınkine benzeyen, gerileme hâlindeki bir düşüncedir. Mistiklerdeki bozuklukların çoğu, psikiyatrik tasvirler içerisinde yer verilmesi gereken oldukça karakteristik bir sendromu oluş­turmaktadır. Bu, “mistik hezeyan” sendromudur[576] Leuba'ya göre de mistik ve hezeyanlı hâller ara­sında ortak olan bir izlenimler grubu vardır. Bun­lar, zaman ve uzay algısında karışıklıklar, görme ile ilgili duyumsal karışıklıklar veya ışıklı olaylar al­gılama (photisme), ayakların yerden kesilmesi (levitation), ahlâkî hattâ zeka enerjisinin artması, sözle anlatılamaz. vahy izlenimleri. Leuba'ya göre bu izlenimler, duyumlar ve  heyecanlar, insan ruhiyatının  kendini  kabullenme  ve   saygı,   ahlâkî destek ve şefkat, cinsellik gibi ortak ihtiyaçlarından kaynaklanmaktadır. Her tür mistisizmin kaynakları bunlardır. Fakat mistisizmde şuur altına dalış, ken­dinden geçme ve canlılığın mükemmelleşmesini en üst derecede şiddetlendirir. Haplarla elde edilmiş veya erotik-histerik şuurdışı trans ve mistik ara­sındaki fark,  ona göre,  trans tecrübesini olumlu yönde değiştirecek ve ondan dinî bir vecd yapacak olan yorumdan ibarettir [577].

Eğer mistik vecd, uyuşturucu maddelerle transa girme halleri veya “histerik ve nörastenik semp­tomlar”la mukayese edilebilen şuurdışı psikolojik bir boşluk ise, benzer durumun yalnız sübjektif bir “yorumu” yani inançlarla uyum hâlinde yabancı iz­lenimlerin dış   kişileştirilmesinden   nasıl   insanın ruhanî   yüksek  bir   gerçekleşmesi   mümkün   olabilmektedir? [578]  sorusu cevapsız kalmaktadır.   Öte yandan, sanrılar ve görüntülerin yer aldığı bazı de­lilik hâllerinde, çoğu zaman bedeni fonksiyonlarda bir bozukluk olduğu ve bunun da kolayca teşhis edilebildiği görülmektedir. Meselâ sar'a, beyindeki bir  hasardan     dolayı oradaki  elektrik  bo­şalmalarından ileri gelmektedir. Mistiklerde bu tür hastalıklara rastlanmadığı gibi, bu tip hastalarda mevcut olan başka arazlar da onlarda yoktur.

Freud ve taraftarları da mistik halleri birer psiko-nörotik araz olarak açıklamaya çalıştılar. Freud'a göre mistik, tıpkı bir psiko-nevroz hastası gibi, bastırılmış cinsî dürtülerini şuurdışı olarak, başka yollardan, başka kılıflar içinde ortaya koyan kimsedir. Batı'da yapılan araştırmalar, vecd hâlleri geçiren kimselerin çoğunun, bu hâllere henüz bulûğ çağından önce girdiklerini veya bunların cinsel ba­kımdan duygusuz (frijid)  olduklarını göstermiştir. Bir başka farklı taraf, nörotik hastanın hastalık ko­nusunda (gerçek sebepten) ısrarla kaçınmasına ve ondan hiç söz etmemesine karşılık, mistiklerin ken­dilerini saran şey üzerinde daha fazla açıklığa ka­vuşması   için   elden   gelen   herşeyi   yapmalarıdır. Fakat   psikanaliz   açısından   Freud’ün   tezine   ta­mamen aykırı düşen bir durum vardır ki, bu da cin­siyetle ilgili tutumda görülen farktır. Psikanalitik te­oriye   göre,   hasta    kendisinde    bulunan    cinsel dürtüleri kabul etmek istemez; onları şuur alanının tamamen uzağında tutar.  Buna göre nörotiklerin kendilerine bu dürtüleri hatırlatan hâllerden şid­detle kaçınmaları beklenir. Halbuki mistiklerin en çok kullandıkları temalardan biri aşk ve sevgidir; anlatmak istedikleri şeyleri hep aşk mecazlarıyla ifade etmeye çalışırlar. Ayrıca, nörotiklerin devamlı endişe hâlinde olmalarına karşılık, mistikler ebedî huzur bulduklarını iddia ederler [579].

Vecd hâlinin yol açtığı mistik hâller ile, delilik hâli tecrübeleri arasında sübjektif yönden şu ortak özellikler tesbit edilebilmektedir:

a- İçinde süje ve objenin aynılaşmış gibi gözüktüğü, tabiatla (ya da Allah'la) yoğun bir “Birlik hâli”.

b- Şuurlu benliğin, iktidarı bir başka merkeze (Jung psikolojisindeki Nefs) devretmesi.

c- Tecrübeyi yaşayan kişinin, kendisini iyilik ve kötülüğün ötesine geçtiğini sanmasından ileri gelen duygu ve masumiyet hâline tekrar dönüş.

d- Ruhun ölümsüz olduğu ve bu durumda ölü­mün en azından gereksiz olduğu, olsa olsa gülünç bir imkânsızlık olduğuna kesin inanç [580].

Bu  tecrübelerden  ikincisi,   hemen hemen her zaman birincisiyle birlikte yaşanır ve her ikisi de delilikte mevcuttur.  Benliğin şuur dışı bir başka “merkez”   tarafından   ele geçirilmesi,   eskiden  “cin­lenme”  (possesion) olarak    isimlendirilirdi.    Bu durum fizikî olarak,  otomatik yazı yazma ve bu cinsten   diğer olaylarda  kendisini  gösterebilmektedir. Otomatik içtepiler çok değişik kay­naklara    sahiptirler.    Bazen   basit   fizyolojik   ih­tiyaçlardan ileri gelebilirler.  Şu ya da bu sebeple sansür ortadan kalktığı zaman,  şuurun bir defa reddetmiş  olduğu ve  artık  onunla  uğraşmak is­temediği için bastırdığı anormal eğilimler, aldatıcı hayâller ve bastırılmış düşüncelerin karışık ve ka­ranlık akını, şuurdışının barınaklarından çıkabilir. Bunların   hepsi   gizlenmiş,   kılık   değiştirmiş,   ta­mamen   farklı   bir   şekle   bürünmüş   olarak   ken­dilerini,  ilâhî  kaynaklı olduklarına kolayca inan­dırabilecek   derecede   güzel   şekiller altında   şuur eşiğine takdim ederek, yeniden açığa çıkabilirler. O halde,   ister bir dış etken  (Allah, melek;   şeytan, cin..), ister bir iç “bağımsız kompleks” olsun, bu hâlin bir dış merkezin kontrolü ele geçirmesi ol­duğunu kabul edersek, bu etkenin bütün olaylarda aynı olmak zorunda olduğuna inanmaya sebep yok­tur. Etken iyi olabilir, kötü veya nötr olabilir; et­kenin  tabiatının  farklılığı vecd  hâli yaşayanların “meyveleri”nin   üzücü   çeşitliliğini  açıklayabilir. O hâlde, gerek delilikte ve gerekse mistisizmde psi­kolojik mekanizm aynıdır; belirtilen hâller şuurdışının derin bölgelerinden ortaya çıkıyor gözükmektedir. Fakat James'in belirttiği gibi [581], delilerde bu hâller üzüntü ve endişeye sevkeder; il­hamlar korkutucudur, çünkü onlar düşman güç­lerden intişar etmekte olarak algılanmaktadır.

Esas olarak sûfîlerin kendileri de Allah'tan, me­lekten, şeytandan veya nefsin kendisinden ileri gelen ilhamları (Havâtır; Varidat) birbirinden ayırdetmekte güçlük çekerler. Onlar bu tezahür ve etkilerin ge­risinde yer alan kaynağın kimliğinin, sadece buna maruz kalan kişinin hayatındaki etkileri ve ürünleri sayesinde ayrıştırılabileceğini kabul etmektedirler [582]. Daha önce bu tür tecrübeleri yaşamış olan şeyhin yol göstericiliğinin   önemi     burada     kendisini     gös­termektedir. Öte yandan, sûfîler kadar Katolik Kilise de her zaman şeytan'a ve onun sahte mistik hâller meydana   getirme   kapasitesine   inanmaktadır.   O halde,  şuurdışından “ilâhî” olduğu kadar,  insanî, tabiî ve şeytanî telkinler de gelebilir. Bunları araş­tırma ve ayrıştırma, mistik yolculuk esnasında her zaman bir problem oluşturur. Amelî ve tecrübeye da­yalı bir ölçü [583] dışında, bunların birini diğerinden ayırdetmek pek mümkün gözükmemektedir.

Şurası bir gerçektir ki mistikler, olağanüstü manevî güçlerine rağmen, ruhî dengesizlik ve aklî bozukluğun meydana gelmesine elverişli şartlardan kendilerini kurtarabilmiş değillerdir. Kısa veya uzun süreli delilik hâllerine maruz kalan mistiklere sık sık  rastlanır. Ancak  bütün  bunlar   onların   itibarlarını zedeleyici bir sebep teşkil etmez. Belirtiler arasındaki benzerlik, mutlaka vakalar arasında da bir benzerliği gerektirmez. Kendi kendilerini tâbi tut­tukları sert mahrumiyetler, inziva, sürekli iç mü­cadeleleri, onların insanî sınırlarını zorlayan şart­lardır.    Buna   rağmen,    sonuç   itibariyle   onların insanlık hayatına kattıkları büyük değerler ve olağanüstü basanlar hesaba katılırsa, devamlı bir çaba harcama gücüne  sahip  olmayan pasif akıl has­talarından ne ölçüde farklı oldukları anlaşılmış olur. [584]

 
4- Parapsişik Olaylar ve Mistisizm
 

Özellikle son devirlerde Tasavvuf, “keramet” türü bazı olağanüstü olaylarla bir tutulur hâle gelmiştir. Olağanüstü   olayların   çekiciliği,   bunları  gösteren kimselerin  manevî  otoritelerinin  kesinliğine  olan inancı artırmaktadır. Fakat genel olarak müslüman sûfîler ve hıristiyan mistikler, kendilerinden zuhur eden bu tabiatüstü  olayları  fazla önemsemezler. Büyük mistikler bunları, Allah'ın bir “hile”si (mekr), sınaması    olarak    değerlendirirler.    Allah'a    ulaş­maktan ibaret olarak gördükleri asıl gayelerinin ger­çekleşmesi için, bundan böyle durumlarına daha fazla dikkat ederler. O halde mistisizm, birtakım olağandışı   parapisişik   olaylarla   aynılaştırılamaz. Çünkü sûfîlerin de açıkça ifade ettikleri gibi bu tür olaylar tasavvuf ehli dışında dinsiz, inançsız, ya da başka dinlere mensup insanların elinde de ortaya çıkmaktadır. Tabiatüstü olaylar, mistik tecrübeye eşlik edebilen veya etmeyen, gelişmenin tesadüfi, ikinci derecede önem taşıyan olayları olarak de­ğerlendirilirse daha uygun olacaktır. Çünkü, mistik tecrübenin asıl özelliği istisnaî, fevkalâde birtakım tecrübeler ve davranışlar ortaya koymasından çok, “daha önceden mevcut olan şeylerin bir hâlini açığa çıkarması” [585] olarak bir anlam taşır.

Sûfî ve mistiklerin hayat hikâyelerinden bah­seden kitaplarda su üzerinde yürüme, (yalnız ve bir­likte) havada uçma, yağmur yağdırma, aynı anda bir­kaç yerde birden görünme, nefesle tedavi, ölüleri diriltme, gelecek olayları önceden bilme ve tahmin etme, düşünceleri okuma, hadiseleri kontrol altına alma, yiyecek ve içecek temin etme., gibi çeşitli ola­ğanüstü durumların varlığından söz edilmektedir. Bu olaylardan bazıları din ya da tasavvufla ilgisi olmayan bazı insanların hayatlarında da görülmektedir. Parapsikoloji, herhangibir inanç sistemiyle kayıtlı kal­maksızın, bu tür tabiatüstü olayları incelemeye yö­nelmiş bir araştırma alanıdır. Parapsikolojinin incelediği olayları iki sınıfa ayırmak mümkündür. Bir kısım olaylar daha çok fizikî düzenle ilgili (havada uçma vb.), diğerleri ise zihnî veya ruhî düzenle il­gilidir (önceden sezme ve bilme, düşünce nakli vb.). Bunlardan en sık rastlanan ve araştırmacıların üze­rinde durdukları bazı olayları ve bunlarla ilgili açık­lamaları kısaca gözden geçirmekte fayda vardır.

Uçma, yerden yükselme (levitation) olayı, bazı mistiklere dünyanın üstüne yükselme veya ağırlığın her cinsini kaybetme duygusu verir. Bunun gerçek fizikî bir durum mu, yoksa duygusal bir hâl mi ol­duğu, karar verilmesi güç bir konu olarak gö­zükmektedir. Bazı araştırmacılar bunu daha çok duy­gusal bir hâl olarak değerlendirme eğilimindedirler. Görme, işitme ve dokunma duyumları vecd krizi so­nucu az ya da çok bozuldukları zaman kişi, kendisine uzayda yeni bir durum telkin eden hayâllere sahip ol­maktadır. Bu yerden havalanma duyumları, dinî konular üzerinde dikkati bir noktaya toplama veya es­tetik huzur anında tepe noktasında müşahede edilen, damarları hareket ettiren sinirlerin gevşemesiyle ilgi kurularak açıklanmaya çalışılmıştır. Vecde giren kişi, duyguların yeni bir bileşimine sahip olur veya bütün dış duyumlardan sıyrılmıştır. Birinci durumda, vü­cudunun arasıra yerden yükseldiğini ve serbestçe ha­vada asılı kaldığını hisseder; ikincisinde, kendisini vücudundan kurtulmuş, bağımsızlığa kavuşmuş his­seder [586]. Psikologun bu açıklaması konuyu nerdeyse bir   duyu   yanılsamasına   indirgemekteyken,  parapsikoloji, fizikî varlığın şartlarını aşan, bağımsız bir ruhî gerçeklikten hareket etmektedir. “İstekle veya istek dışı olarak meydana gelen yerden yükselme olayı, “kişinin kendinde ve kendi dışında bedensiz (manevî) varlıklarda mevcut olan psişik kuvvetin biraraya gelmesiyle, yerçekim gücünün altedilmesi” [587] olarak açıklanmaktadır.

Telapati, kişiden gizlenmiş veya kişinin uza­ğında cereyan eden sahnelerin uzaktan algılanmasıdır; başka   zihinlerin heyecan   ve   dü­şünceleriyle   bir   çeşit   ortaklık   kurma   algısıdır. Birinci grup olaylara “durugörü” (clairvoyance) veya “aydınlık şuur” (lucidite), ikinci grup olaylara da “düşünce nakli”   (communication   de   pense)  de­nilmektedir. Bu uzaktan algının, görme ile ilgili hiç­bir yanı yoktur ve görme duyusu ile sınırlı değildir. Bütün duyulara yayılır ve bu duyulardan hiçbirine maledümeyen izlenimleri ihtiva eder.  Üstelik birbirinden uzak kişiler arasındaki iletişim yalnızca bir düşünce nakli olmayıp, aynı zamanda heyecan, ha­rekete geçirici dürtüler ve tanımı güç daha birçok izlenimler de vardır. Telepati olayları, “beyin dal­gaları” veya bir şahıstan diğer bir şahsa birçok hayâller ve izlenimlerin naklini sağlayan “eter dal­galanmaları” teorisiyle açıklanmaktadır. Fakat bunun geçerliliği yetersiz görünmekte ve bizzat psi­kologlar arasında tartışma konusu olarak kal­maktadır. Sonuç itibariyle, bu olayların henüz bi­limsel açıklaması yapılamamıştır.