Konu Başlığı: İnançsızlık kavramı Gönderen: Safiye Gül üzerinde 10 Kasım 2010, 12:53:08 C- İnançsızlık (Ateizm)
1- İnançsızlık Kavramı Yaratıcı ve düzenleyici bir Tanrı'nın varlığının reddedilmesi, dinî öğreti ve talepleri hiçe sayma, inançsızlık ya da inkarcılık tutumunun temel özelliğidir. Bununla birlikte, “âleme müdahale etmeyen aşkın bir varlık” şeklinde düşünülüp kabul edilen bir Tanrı anlayışının, günümüzde sistemli ve yaygın şekilde yer aldığı görülmektedir. Bu yüzden, bilim, politika, ekonomi, tıp, sanat hatta büyük ölçüde felsefe ve ahlâk gibi insanı doğrudan ilgilendiren alanlarda Allah'ın varlığı dışta tutulur olmuştur. Böylece, Allah'ın varlığının tasdiki, gerçek hayatta etkisi olmayan teorik tartışmalar seviyesinde kalmıştır. Her tür dinî endişenin ortadan kalktığı ve insan davranışlarının büyük ölçüde din dışı güdülerce yönetildiği günümüzde, insanların çoğu artık Tanrı'da, gerçek varoluşla ilgisi olmayan, sadece basit bir metafizik şifreden başka birşey görmemektedir. Böyle bir kültürel ortamda hakiki bir dinî tutumun gelişmesi elbette ki kolay olmayacaktır. İnkarcı bir felsefeye dayanmasa bile bu şekilde Allah'ın varlığının dışta tutulduğu (veya parantez içine alındığı) bir anlayış “pratik ateizm” [348] olarak adlandırılmaktadır. Allah'ın varlığını tasdik etme bir iman kesinliği olduğu gibi, onu red ve inkâr da aynı şekilde iman mahiyetinde bir hükümdür. Bu bakımdan inançsızlığı, "”ir alevi tersine çevirerek onu tutuşturan kuvvetli bir üfleme”ye benzer şekilde, tersine çevrilmiş bir iman” [349] şeklinde anlamak mümkündür. İman gibi inkâr da aynı psikolojik güçten kaynaklanmaktadır; bir bütün olarak insan tabiatı, kendi inançsızlık tohumunu varlığında taşımaktadır. İnançsız kişi, aynı mümin gibi, ahlakî vaziyet alışlarında ve duygusal ilişkilerinde çeşküeri tanır. Fakat dini iman onu sorgulayıp içine yerleşmiş olduğu dengeyi altüst ederse o, inançsızlık ve onlara muhalefet eden insanî eğilimler arasındaki bir çatışmayı değil, fakat insanî eğilimler ve imanın çağrısı arasındaki bir çatışmayı yaşayacaktır. Onun tecrübe edeceği çatışma, müminin bir iman krizi esnasında tecrübe edeceği çatışmanın aynısı olacaktır. [350] 2- İnançsızlığın Tabiatı Genelde dinsizlerin kendi dinî ihtiyaçlarını insanî bir konuya doğru kanalize ettikleri görüşü vardır. İnsan ruhunun tabii bir dindarlık özelliğine sahip olduğu tarzındaki bir anlayışa dayanan bu görüş, özellikle Jung tarafından ısrarla savunulmuştur. Jung'a göre, iman ve inançsızlık, aynı tarzda işleyen fakat farklı kutuplarda yer alan tercih kategorilerinden oluşur. Esasen insanın inandığı Tanrı, en kuvvetli ruhî tavır olarak onda etkili olmaktadır. Bir ferdin ruhunda en kuvvetli ve en etkili faktör, bir Tanrı'nın insandan isteyebileceği bu iman ve takvayı, itaat ve sadakati kendine sağlar. İnsan ruhunda kaçınılmaz olan, hakim olan şey bu (psikolojik) anlamda Tanrı'dır ve Tanrı ruhta mutlak biçimde vardır [351]. Fakat insan kendi iradesiyle bu fıtrî gücün karşısına, benzer kuvvet ve sağlamlıkta bir siper yerleştirebilir. Bu siper etkisini mutlak olarak gösterdiği sürece tanrı adıyla anılmaya hak kazanır ve manevi bir Tanrının ismine sahip olur. Çünkü bu ruhî tavır, ahlâkî bir karar hürriyetinden, köküne kadar bir zihniyetten doğar. Böylece insan, esasen ruhta mevcut olan “güçler” ya da “kuvvetler”den birisini seçip diğerlerini dışlamakla, kendisinin seçmediği “diğerleri”nin hâkimiyetinden kendisini koruması maksadıyla, hizmet etmek istediği “Rabb”a yönelip, bağlanmış olmaktadır [352]. Jung'a göre günümüz insanı beşer fıtratının derinliklerinde, şuur dışında bulunup, keşfedilmeyi ve tercih edilmeyi bekleyen Tanrı fikri yerine, kendi benliğini ve bütünlüğünü geçirmiş bulunmaktadır. Melezleşmiş insan şuuru, gülünç yoksulluğuna ve zavallılığına rağmen, “benliği”ni ilahlaştırmıştır [353]. Jung'un, din dışı birçok ruhî belirtiyi, şuurdışında mevcut olan etkileyici güçlerle karşılaşmanın kılık değiştirmiş bir şekli olarak yorumlaması tenkit ve tartışmaya açık bir konudur, Ancak onun isabetle belirttiği husus şudur ki, çağdaş inançsızlığın temel karakteri “hümanist ateizm”dir. Yani günümüzdeki inkarcılık, insanın kendi varlığını kendine dayatması, kendini kendine yeterli görmesi tarzında şekillenmiştir. Bununla birlikte, inançsızlık durumu dine nazaran aynı şey değildir. Gerçekten de insanların çoğunluğunun kendi din ihtiyaçlarını ikame değerlerle bütünüyle karşılamaları muhtemeldir. Fakat çağdaş dinsizler, davranış tarzları dinî formlara ne kadar benzerse benzesin, hiçbir dinî niyet ve hedef gözetmemektedirler. Bu bir “hümanist gerçekçilik”tir. Hümanist ateizmin başlıca projesi de, “insanın mutluluğu”dur ve bunu da sırf insanın kendi vasıtalarıyla gerçekleştirmeyi istemektedir. Bu bakımdan, etkili sebeplere göre farklılaşan tutumlar bir tarafa bırakılırsa, inançsızların hepsi de bizzat kendi derinliklerinde, dinî iman dolayısıyla kendi insaniliklerinin azalması korkusunu yaşamaktadırlar [354]. Hümanist bir inançsız, dinin insanî değerleri, kendisinin kolayca müsamaha göstermeyeceği sınırlara indirgediğini belli belirsiz hissetmektedir. [355] 3- İnançsızlık Şekilleri İnançsızlık, dinî inanç kadar çeşitlidir. Güdüleri açısından göz önüne alındığı zaman inançsızları üç grupta ele almak mümkündür: a- İnsanî istek ve arzularında hayal kırıklığına uğramış olanlar vardır. Dünya hayatında hiç eksik olmayan çeşitli belâ ve musibetler tarafından yaralanmış olan ve Allah'a boyun eğme gücünü gösteremeyen kimseler, bundan dolayı Allah'ı suçlayabilmektedirler. Bunların anlayışlarına göre, dünyadaki kötülük, Allah'a imanı imkânsız veya ihtimaldışı kılar. Dinin, insanı değişikliğe uğratma konusundaki güçsüzlüğü, tebliğlerinin asılsızlığını gösterir. Mademki Allah yeryüzünde adalet ve mutluluğu hakim kılmaya güç yetirememektedir. Bu durumda O'nun yerine geçmek insana düşmektedir. Görüldüğü gibi, inançsızlığın bu şekli “engellenme psikolojisi”nden kaynaklanmaktadır. Hayatın akışı kendi istek, umut ve beklentilerine uygun düştüğü sürece Allah'la herhangi bir ilişkisi olmayan, “kendi gücünün kendisine yeterli olduğu düşüncesi ve kendini beğenmişlik duygusu” içerisinde yaşayan bazı insanlar, bir engellenmeye mâruz kaldıklarında, ya tamamen bir karamsarlık içine düşerek ümitsiz hâle gelmekte, ya da yalnız bu sınırlı durumlarda Allah'ı hatırlamaktadırlar. Fakat sonuç itibariyle, mâruz kalınan kötülükten Allah sorumlu tutulmakta, isyan ve inkâr duyguları içerisinde varlığı reddedilmektedir. b- Dini, insanın şeref ve haysiyetine yönelik bir zarar ve tehlike, kişiyi köleleştiren bir köstek, ağır bir yük, aşılması gerekli bir engel, bir yanılsama ve aldatmaca olarak görenler vardır. Kendini kendine yeterli gören, kendi gücüne sonsuz güven duyan, kendisinden son derece memnun olup, hiçbir minnet duygusu taşımayan kişiler, “bağımsızlık” dürtüsünün etkisiyle çoğu kez kendilerini Tanrı yerine koymaktadırlar. Proudhon'un şu ifadesi, bu antropolojik ateizmin bakış açısını tam olarak ortaya koyar: “İnsan kendini Tanrısından daha iyi hissettiği zaman inançsız olur”. Bu tür inançsızlık “çatışma psikolojisinden kaynaklanmaktadır. Allah kavramı, psikolojik kendiliğindenliği ile hareket eden insanın “bağımsızlık” eğilimine ters düşmektedir. Ölçüsüz bir gurur ve büyüklenme içerisinde kendini kendine dayatan insan, kendisi üzerinde hakim ve otorite bir Yaratıcı'yı red ve inkâr etmekte, kendisini ilâhlaştırarak O'nun yerine koymaktadır. c- İlkel bir şuur seviyesinde, ciddi düşünce ve akıl yürütme alışkanlığı olmayan, istek ve arzularının tabii eğilimi içerisinde yaşayan kimseler vardır. Hayatın geçiciliği ve bir daha ele geçirilemez olduğu düşüncesinden hareketle, doyumsuz bir zevk ve tatmin arayışı içerisinde kendisini bırakmış olan insan için din, ilgi alanının tamamen dışında bir konu olarak kalmaktadır. Hayatın zevklerine sınır getirmesi ve kişiye ahlâkî bir sorumluluk yüklemesi sebebiyle dinî iman, arzu edilmeyen ve reddedilmesi gereken birşey olarak gözükmektedir. “Motivasyon psikolojisi”nden kaynaklanan bu inançsızlık şekli, “kaba ve bayağı” bir hayat anlayışının sonucudur ve ahlâk dışı davranışlan oyalamaya yarar. [356] |