๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Din Psikolojisi => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 10 Kasım 2010, 12:36:40



Konu Başlığı: Çocuklukta din
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 10 Kasım 2010, 12:36:40
A- ÇOCUKLUKTA DİN
 
1- Çocukta Dini Kabiliyet ve Hazırlık
 
Çocuk dindar olarak dünyaya gelmez, fakat o dinî bakımdan tamamen boş da değildir. Çocukta tabii bir dinî kabiliyet ve eğilimin varlığı, bilimsel araştırmaların [426] ulaştığı   ortak  bir sonuç olarak açıkça anlaşılmaktadır. Her türlü dış müdaheleden, taklit, telkin ve öğrenmeden bağımsız olan, içten gelen tabii, içgüdüsel ve duygusal bir tarzda beliren dinî kabiliyet ve eğilim, çevredeki uyarıcılarla et­kileşim içerisinde, yaşın ilerlemesine bağlı olarak kendisini açığa vurmaktadır. Küçük çocuk güçsüz ve muhtaç durumdadır; kendine yetecek ve ken­disini   yönlendirecek   güç   ve   imkânlardan   yok­sundur. Bu da onu yetişkinlere bağımlı kılmaktadır. Yetişkinler  karşısında  genel  olarak  çocuğun  ge­liştirdiği itaat, başeğme, hürmet, uyum., gibi dav­ranış özellikleri onun dinî verasete katılımını ko­laylaştırır. Şüphesiz çocukta tepki gösterme, karşı koyma, tenkit etme ve bağımsız davranma tavırları da aynı şekilde gelişmektedir; fakat belli bir yaşa kadar çocuğun bağımsız kararlar alması ve bunları uygulamaya koyması mümkün görünmemektedir. Bu bakımdan onun biyolojik, psikolojik ve sosyal gelişmeleri, dindar bir kişilik sahibi olmasına el­verişlidir. Geliştirmiş olduğu tepkilerin çeşitleri onu sosyal çevreye karşı geniş ölçüde  sorumlu yap­maktadır.  Bu ise onun kişiliğini dine doğru yö­neltmektedir. Her şeye rağmen, Allah fikri çocuğun düşüncesinde kendi kendine filizlenmez; ancak bazı psikolojik özellikler onun dinî verasete girişini kolaylaştırabilir. Din çocuğun bütün ruhî fonk­siyonlarıyla içice girmiş durumda olmasına rağmen, gelişimini onlardan ayrı olarak gerçekleştirir.

Çocuktaki dinî hazırlık ve eğilimin açığa çık­masında ve dinî inancın gelişmesinde bir başlangıç noktası olarak, “himaye   altında   bulunma”   şu­urunun gelişmesi kabul edilebilir [427]. Çocuğun yeni yeni  gelişmeye  başlayan   organizması ile birlikte henüz çok ileri fakat çok gerçek olan bir “himaye al­tında bulunma” ihtiyacı da kendisini göstermeye başlar. Bu duygu, az ya da çok insanın bütün hayatı boyunca devam eder. Himaye altında bulunma, başkalarından sevgi, şefkat, yardım ve ilgi görme, ken­dini rahat ve güvenlik içinde hissetme ihtiyacı in­sanın temel güdülerindendir. Ana-babanın varlığı, bu anlamda çocukta bir “güven duygusu” yaratır. Bu durum,  dinî yaşayışın esas çekirdeğini teşkil eden,  “Allah'ın yardımına  sığınma ve  O'na  bağ­lanma” duygusuna çok benzer. Çocuğun kendine ve içinde yaşadığı dünyaya karşı güven duygusu ge­liştirmesi, çerçevesinde olup biten şeylere karşı sağ­lıklı tepkiler göstermesi, çevresini tanıma ve yeni tecrübeler elde  etme  faaliyetine  aktif olarak ka­tılması, kendine sağlam bir dayanak noktası bul­masına bağlıdır. Böylece, başlangıçta ana-babanın varlığı tarafından sağlanan temel güven duygusu, çocukta Allah'la ilgili bilgi ve inancın gelişmesine bağlı olarak güç ve süreklilik kazanır. Kendisini ko­runma ve güvenlik altında hisseden, sevgi, şefkat ve ilgi ile beslenen çocuk “ruhî tatmin”e ulaşır; bu da onda bir “kimlik duygusu”nun temelini oluşturur. Onun için, çocuğun bu duygu ve ihtiyacının tatmini, hemen hemen alacağı gıdalar kadar önem taşır.

Öte yandan, güçsüz ve başkalarının ilgi ve yar­dımına muhtaç durumdaki küçük çocukta bitmez tükenmez bir “anlama isteği” ve “merak duygusu” vardır. Nesneleri, olayları, bütün bir yaşadığı dış çevreyi anlamak, mâhiyetlerini kavramak, ilk ve asıl sebebe nüfuz etmek için gösterilen çabalar ve şuurdışı arayışlar, çocuğun sonsuzluğa yönelik bo­yutunu ortaya koyar. Sonsuzluğa karşı duyulan bu özlem, çocuktaki dinî inancın ve Allah'ı arayışının bir başka hareket noktası olarak görünmektedir. Böylece sevgi ve şefkat, korunma ve güvenlik, merak ve arayış ve benzerî daha birçok duygu ve tecrübeler, esasen gelişmeye hazır olan dinî duygu ve inancın uyanmasında, dinî şuurun oluşmasında ayrı ayrı rol oynarlar. [428]

 

2- Çocukta Dinî İnancın Oluşması
 

Çocukta dinî inancın oluşması uzun bir gelişim dönemi içerisinde ve aşağıda belirtilen faktörlerin karşılıklı etkileşimi içerisinde gerçekleşir. [429]

 

a) Çocuk Ruhunun Tabiî Gelişimi :
 

İnanmak, çocuk için tabiî bir iştir; o “kolay inanırlılık” özel­liğine sahiptir. İlk çocukluk veya okul öncesi (2-6 yaş) devresinde çocuk, inancının sebebini araş­tırmaya güç yetiremez. Çünkü onun zihni henüz soyut şeyleri kavrayabilecek derecede gelişmemiştir. Bu bakımdan dinî inançlar çocuk için çoğu zaman anlaşılmaz ve sırla kaplıdır. Bununla birlikte çocuk, düşünmeden, şüphelenmeden ve itiraz etmeden inanmaya hazır olduğundan söylenenlere içtenlikle inanır. Onun inancı bu dönemde duygusal yönden ağırlık kazanır. Çocuğun duyguları düşüncelerine oranla daha yaygın ve belirgindir; bu bakımdan o akıl yürütmeden kabul eder.

İlk yaşlarda çocukta henüz dinî mahiyette bir duyguya  rastlanmaz. Çocuk ancak  3  yaşından sonra dinî mahiyette bir söz, bir korku ya da bir davranışla ilgilenir. Allah'a mahsus dinî saygının anlamı, O'nun yüceliği karşısındaki saygı ve korku, yani kutsallık duygusu yaşla birlikte daha iyi his­sedilmektedir. Çocuğun Allah inancı ile kar­şılaşması böylece erken yaşlarda olmakta ve bu da kendisine duygusal bir zenginlik kazandırmaktadır.

Çocukta dil gelişmesine bağlı olarak, ye­tişkinlerin kullandıkları dinî kelime, deyim ve ifa­deler onda yer etmeye başlar. Fakat şüphesiz ço­cuğun öğrendiği bu kavramlar henüz din sayılmaz. Onun bu dinî kavramların ifade ettiği anlama nüfuz etme gücü yoktur; bunları daha çok ana-babanın tasvibini kazanmak için kullanır. Bununla birlikte çocuk, yetişkinlerin dinî dünyasına bu dinî kavram ve deyimlerle girer ve kendine has dinî şuuru bu yolla şekillenmeye başlar. Daha sonraları şuurlu olarak hissetmeye başlıyacağı dinî duygu ve yaşantılarını, bu kavramların içerisine yerleştirerek kendisi için anlamlı hâle sokacaktır.

Küçük yaşlardan itibaren çocukta dine karşı ilgi ve istek vardır. Başlangıçta dinî kavramların muh­tevasını anlayamasa da, onun dualara ve ibadetlere karşı ilgisi oldukça yüksektir. Evde büyüklerin namaz kıldığını gören çocuk, onlar gibi yatıp kal­kar, dudaklanı dua okuyormuş gibi kıpırdatır. Sofraya “besmele” ile oturup, “hamd” ile kalkar. Böylece o, dindar yetişkinin davranışlarını dıştan taklit eder. Yetişkinlerin dinî söz, tavır ve davranışlarını kendine model olarak alır. Çocuk bun­ları tekrarladıkça daha çok öğrenir ve alışkanlık ka­zanır. Böylece taklit ve özdeşleşme yoluyla başlayan dinî yaşayış, çevrenin dinî havasına ve çocuğun ferdi kabiliyetine göre yavaş yavaş gelişip de­rinleşerek kişiliğe malolur.

Çocukta gittikçe gelişen ve tükenmek bilmeyen öğrenme ve anlama merakı ve özlemi dinî alanda da kendisini gösterir. 5-6 yaşlarına doğru hayal gü­cünün gelişmeye başlamasıyla birlikte, düşünce imkânları da genişlemeye başlar. Bu yaşlarda çocuk yaratıcı gücün mahiyetini anlama denemelerine gi­rişir. Allah'ın varlığı ile ilgili sorular her geçen gün çocuğun zihninde ve dilinde daha da çoğalır; bunlara tatmin edici cevaplar bekler. Bu döneme dinî inanç­ların “peri masalı devresi” diyenler olmuştu [430]. Çünkü çocuk, bu dönemde dinî hikâye ve menkîbeleri çok sever, bunlar onun son derece ilgisini çeker. Cennet, cehennem, melek, şeytan, cin, doğum, ölüm.. gibi konulara karşı büyük bir merak duyar.

6-7 yaşlarından   sonra,   zekanın   gelişmesine bağlı olarak,  olayların ve görünüşlerin arkasında yer alan gerçeği araştırma eğiliminin kendini gös­termeye başlamasıyla, “ruhî bunalım” denebilecek sıkıntılı bir dönem başlar. Bu yaşlardaki bütün ço­cuklarda çok karakteristik olan ve kendiliğinden uyanan bir fızikötesi ilgi ve merak başlar. Herşeyin kaynağını,   ilk  insanı ve  yeryüzünün  yaratılışını, hatta Allah'ın nasıl varolduğunu bilmek, anlamak isterler.   12 yaşındaki çocuklarda bile bu  ilginin canlı bir şekilde varlığını koruduğu görülmektedir [431]. Bunlara, bu yaştaki çocuklarda pek belirgin olan, insan hayatının başlangıcı, doğum, cinsiyet farkları gibi konulardaki ilgilerini de katabiliriz. Ço­cuğun birdenbire nesnelerin herbirinin ayrı ayrı ve hepsinin birden kaynağını öğrenmeye  merak etmesi, o âna kadar bu nesneler hakkında tamamen hazır, kendiliğinden ve içgüdüsel bir cevaba sahip olduğunu ve bu cevabın artık yetersiz kaldığını an­lamaya başladığını gösterir [432]. Bundan böyle çocuk artık dini sadece çevresinden aldığı dış telkinler çer­çevesinde yaşamakla yetinmez; bunları içselleştirmeye, kendi içinde işlemeye ve kendine maletmeye başlar. Bu bakımdan çocuk ruhunda dinî inancın uyanma ve gelişmeye başlaması 7-9 yaş­larında ilk denemelerini yapmakla birlikte, bu durum 10-12 yaşlarında daha belirgin ve daha ka­pasiteli bir hâl alır [433].

 

b) Çocuğun Dinî Gelişiminde Ana-Babanın Önemi :
 

Bütün araştırma ve gözlemler dinî inanç ve tutumların teşekkülünde ilk çocukluk dönemindeki aile ilişkilerinin en etkili faktör olduğu hususunda birleşmektedirler [434]. Çocukta dinî uyanış, ye­tişkinlerin ilgi, teşvik, destek ve örnek olmalarına büyük ölçüde bağlı bulunmaktadır. Eğer çocuk ön­celikle ailede huzurlu bir manevî ortam içerisinde yaşama imkânı bulabilirse, onda güçlü bir dinî uya­nış görülebilir. Ancak, aile içinde çocuğun teneffüs ettiği dinî hayatın mahiyeti ve içeriği ile, aile yapısı, aile üyelerinin dine ilgi dereceleri ve ayrıca dinî eği­timde izlenen yöntem ve alışkanlıklara bağlı olarak, farklı sonuçlar ortaya çıkabilir. Çocuk ailede dini ya annesinden ya babasından veya bunların her iki­sinden ya da eğer varsa nine ve dedesinden görüp öğrenecektir. Çocuk bunların dinî söz, tavır ve davranışlarından algıladıklarını kendi tecrübeleri, ka­biliyetleri ve kişisel düşünme ve tepkileri ölçüsünde işleyerek, kendine has bir dinî anlayış ve yaşayışı geliştirmeye yönelecektir.

Böylece aile, çocukta dinî duygu ve tecrübelerin uyanmasında, dinî inancın şekillenmesinde de dini alışkanlık ve uygulamaların kazanılmasında başta gelen kültürel faktördür. Çocuğun sorduğu dinî so­rulara ana-baba tarafından verilen doyurucu ce­vaplar,  onun dinî uyanışına yardımcı olur. Ana-baba, sorumluluğunun bilincinde kişiler olarak dinî esasları dikkatle yaşayıp, bunları çocuğa aktarmada da dikkat ve ilgi gösterirlerse, çocuk rahatlıkla dinî âleme katılabilir. Çocuğun dinî gelişiminde ailenin etkisi şüphesiz ki sadece bir nevi erken öğrenme ile sınırlanamaz. Aile ve din arasındaki sıkı yakınlığın daha birçok psikolojik sebebi vardır. Hatta denebilir ki, aile yapısı bilkuvve dinîdir ve buna karşılık din, aile psikolojisi ile derin bir şekilde tayin edilmiştir. Aile psikolojisi ile din psikolojisi arasında çok yakın ilişki vardır. Hiçbir iki müessese arasında böyle bir duygu, yapı ve bağ ahengi gerçekleşmez. Şüphesiz ki bu yakınlık dinî inanç ve tutumların oluşmasında ailenin  etkisinin  büyük  ölçüde baskın olduğunu açıklamaktadır. Ailenin çocuğun dinî gelişimindeki bu önemli etkisi şu sebeplere bağlanabilir:

1- Aile dinî davranışların ve dinî ilişkilerin mo­delidir. Dinî değerler ailede temsil edilen şekliyle ço­cuğun dünyasına girer. Yakınların dinî davranışları ve kullandıkları dinî deyimler, ifadeler, onları doğ­rudan doğruya sembolize eden derûnî bir yaşantı içinde yer almıştır. Bu bakımdan ailede din eğitimi çocuğu derin bir şekilde etkiler.

2- Aile sevgi ve şefkat,  rahatlık ve otoritenin kaynağıdır; içinde teneffüs ettiği dinî âlemle birlikte bu yaşantının devamını kendi kendine arzu ve talep etmektedir. Yani aile dinî değerlerin şuurlu ve is­tekli koruyucusudur; bunların muhafazasını kendi yapısal düzeninin korunması olarak görmekte ve bunu arzu etmektedir.

3- Dua ve ibadetler ailede çocukla birlikte ya­pılır. Dinî tutumlar ailede birlikte yapılmış olmakla değer kazanır. Aynı zamanda kutsal gün ve ge­celerin, dinî bayramların bütün aile üyelerince ortak olarak kutlanması ve yaşanması, aileye özel bir bağlılık kazandırır. Bu bağ, birçok yetişkinde, çocukluk hâtıralarının silinmez izler bırakmasına yol açar ve kişiyi ailenin temsil ettiği dinî inanca tabi olmaya ve onu korumaya sevkeder.

Aile ile din arasındaki bu ortak bağlar içerisinde çocuğun tabiî dinî eğilimi rahatlıkla açığa çıkmaya imkân bulur. Çocuğun sağlıklı, güvenli, mutlu ve iyi bir ortamda yaşamaya hayatî ihtiyacı vardır. Bu ihtiyacın aile içinde tatmini ölçüsünde çocuk sağ­lam bir kişilik geliştirir. Çocuktaki dinî gelişimi, onun kişilik gelişiminden büsbütün ayırmak imkânsızdır, Çocuğun zihninde kutsal ve manevî bir âlemin varlığı, onun yaşadığı gerçek hayat olay­ları ve hayata duyduğu güven ve inanç perspektifi içerisinde teşekkül eder. Aile çocuğa, dini ile be­raber, onun arzu ve özlemlerinin bir bütün olarak gerçekleştiği, tatmine ulaştığı bir ortam sunmalıdır, Aksi takdirde çocuk ailesine güvensiz olur. Ailesine güvenip inanmayan, tehlikeli şekilde yıkılmış bir çocuk ise, ailesinin dinî dünyasına da inanmayan bir çocuk haline gelir. [435]

 

c) Çocuğun Dinî Gelişiminde Öğrenmenin Yeri :
 

Çocukta kendiliğinden, tabiî bir duygu olarak varlığını gösteren din, taklit, özdeşleşme, örnek alma ve bilgi öğrenme gibi psikolojik süreçlerle şekillenir ve gelişir. Çocuk için kavramsal bilgiden çok, sosyal öğrenme çok daha önemlidir. Kendisine öğretilen bilgilerin muhtevasından tamamen ayrı, çocuk ana~babasının samimi ve silinmez tesirini ka­zanır. Onların fikirlerinin niteliği, günlük hayattaki örneklikleri, çocuktan uzak kalamaz. Çocuk küçük yaşta da olsa ana-babasının Allah'a karşı derin say­gılarına değer verip kabul eder. Bunun yanında, ço­cuğa doğrudan doğruya öğretilen dinî bilgilerin önemi de küçümsenemez. Öğrenme, fizyolojik ve ruhi fonksiyonların olgunlaşma düzeyine göre bir nitelik arzeder. Öğrenme ile olgunlaşmanın bir­birine paralel gelişmesi şart değildir. Fakat çocuğun dil ve kendi varlığı hakkındaki şuur gibi birçok şey­leri dinden önce öğrenmek zorunda olduğu açık bir husustur. Onun için, ruhî ve bedenî olgunlaşma derecesi, dinî tecrübe ve inancın oluşumunu önemli ölçüde etkiler.

Çocuklara dinî bilgilerin öğretiminde ilk şekil ve yöntem, bu bilgilerin derinine inmeden olduğu gibi öğretilmesi ve tekrar edilmesidir. Dinin temel inanç ve tutumlarını dile getiren basit cümle ve ifadelerin çocuğa telkin edilmesi, bir tür “şartlanma” ya da şartlanma zamanı “tepkide bulunma” sonucunu do­ğurur. Çocuklar büyüklerin dinini kendi ruhî kabiliyetlerinin gelişmesi ölçüsünde kabul etmeye veya onlardan aldıklarını kendi ruhî yapılarına göre işlemeye çalışırlar. Burada çocuk pasif gibi görünse de aslında aktif bir alıcı durumundadır. Çocuklar yetişkinlerin dinini alırken, aynı zamanda içlerinde bir canlanma olur. Çünkü küçük çocuk “motorik” bir davranışa sahiptir. Ondaki canlı olmak ve canlı kalmak entellektüel değil motoriktir; yani içgüdüsel bir  hareketlilik  sonucudur. [436]   Çocuğun  öğrendiği dinî bilgiler, söz ve hareketler şeklinde mekanik ola­rak kendisini gösterir.

Çocuğa önce birtakım dualar ve ibadet şekilleri tekrar tekrar gösterilerek kafasına iyice sokulur. Bu yöntem   tabiî   olarak   dinin   ilk   prensiplerini   öğ­retmekte işe yarar. Din alanında bir kısım bilgi ve alışkanlıkların bu şekilde öğretilmesi, başlangıç için gereklidir. Fakat esas itibariyle basit ve mekanik bir tarzda olan bu öğretim şekli, çok daha karışık ve farklı olan diğer öğretim biçimlerinden ayrılmalı ve yeri geldiği zaman onlara başvurmalıdır. Şüphesiz küçük çocuklarda henüz soyut düşünce teşekkül etmemişdir; 11-12 yaşlarına kadar onların zihin ya­pıları henüz basit ve tamamlanmamış olarak kalır. Bu bakımdan dinî bilgiler derinine inilmeden öğ­retilirse onlar tarafından kolay anlaşılır ve  etkili olur.   Dinî   bilgiler   çocuğa,  özellikle  onun   kendi hayat   tecrübesi  ve  yaşadığı   somut   olaylar   çerçevesinde, onun zihnini karıştırmayacak tabiî dü­zenin akışı ve mantığı içerisinde verilmelidir. Daha yüksek ve karmaşık bir bilgi aktaran öğretim şekli çocuğun algısı dışında kalır. Fakat bu basit öğretim şekli üzerinde  durup,   çocukta   alışkanlık   ya­ratmamak, onun gelişim özelliklerini dikkate alarak yeni  yöntemlere   başvurmak  gerekir.   Başlangıçta dinî görevlerini iyice anlamadan yerine getiren bir çocuğa verilen güven duygusu,  onun için huzur kaynağı olur ve ona çok cazip görünür. Fakat yaşı ilerledikçe, tatsız bir lapaya benzeyen dinden bık­kınlık duyabilir ve bir gün böyle yüzeyde kalan, kendisini tatmin etmeyen anlamsız bir dine karşı isyan edebilir[437].  Bu bakımdan,  çocuğun dinî ye­tişmesi sistemli bir psikolojik kültüre dayanan ince bir öğretim tekniği ile başarıya ulaşabilir.

Çocuğun dinî öğretiminde karşılaşılan en büyük güçlük “Allah”  kavramının öğretilmesidir.  Bununla birlikte bu konuda bazı hususlara dikkat edilirse iyi bir sonuç elde etmek imkân dahilindedir. Çocuğun hayal gücü hür ve serbest olarak çalışmaktadır; duygu ve sezgileri güçlüdür. Onun bu hayal gücü somut fi­kirlerle beslenirse ve Allah'ın yüce  kudretinin belirtilerini sezmesi için teşvik edilir ve yön gösterilirse, Allah kavramı onda etkili bir anlam kazanabilir. [438]

 

3- Çocukta Allah Kavramı ve Tasavvuru
 

Çocukta Allah inancının ilk belirtileri 3-4 yaş­larına doğru kendisini göstermeye başlar. Allah ço­cuklar için gerçek ve kaçınılmaz bir sığınak, da­yanak ve güvenlik kaynağıdır.Çocuklar ihtiyaçlarının karşılanmasında çaresiz kaldıklarında ya da sıkıntılı bir duruma düştüklerinde Allah'ı ara­makta ve  O'na yönelmektedirler. Güçsüzlük, ça­resizlik ve eksiklik içinde olduğunu hisseden çocuk, tabiî olarak yardıma ve sığınmaya ruhen hazırdır ve Allah inancı  onun  psikolojisine  çok uygun düş­mektedir. Bu inancın çocuk üzerinde rahatlatıcı ve sakinleştirici olduğu müşahede edilmektedir. Böy­lece çocuğun ilk dinî  inançla karşılaşması,  ken­disine duygusal bir zenginlik kazandırır.

Başlangıçta çocukta Allah inancı ve tasavvurunun oluşmasında “baba” imajının rol oynadığı ileri sü­rülmüştür [439]. Fakat daha başka araştırmalar, ço­cuktaki Allah tasavvurunda babanın vasıflarının ol­duğu kadar ananın vasıflarının da etkili olduğunu ortaya koymaktadır [440]. Şüphesiz bu konuda dinî-kültürel farklılıkların önemli rol oynadığının hesaba katılması   gerekmektedir.    Genelde   çocuğun   ana-babasına   karşı   duyduğu   ikizli   (sevgi-korku)   duy­gularla, erken yaşlarda hissetmeye başladığı kutsallık (korku ile karşılık saygı) duyguları arasında büyük benzerlik vardır ve bunlar hatta birbirine karışıyor gö­zükmektedir.     Çocukların  gözünde Allah,  ana-babasında modelini gördüğü, bütün kudreti ve mut­lak bilgisi ile herşeye tasarruf etmektedir. Ana-baba gibi Allah da çocuğun hizmetine amade bir koruyucu gibi gözükür. Bağlılık, güven, saygı ve sevgi gibi ana-baba ile ilişkiler içerisinde gelişen duygular, zamanla Allah'a doğru yön değiştirir. Fakat 5 ve 7 yaşına doğru çocuk şuurlu  olarak Allah'ı  ana-babasmdan  ayırdetmeye ve O'nun bağımsız varlığını açık bir şekilde hissetmeye başlar. Ana-babanın sınırlarını keşfetmeyi öğrenen çocuğun hayal kırıklıkları bu ayırdetmede önemli rol oynar [441]. Artık ana-babası herşeyi bilmez, herşeye güçleri yetmez;   üstelik çocuk  onların  çe­lişkilerini ve hatalarını görmeye başlar. Oysa ki Allah, çocuğun   gözünde   her   zaman   büyüklüğün,   mü­kemmelliğin, güç ve kudretin, eşsizliğin yüksek bir sembolüdür.  Böylece ilerleyen yaşla birlikte, Allah imajı aile sınırlarını aşarak evrensel bir özellik ka­zanır. 6-7 yaşında çocuk, Allah'ı bütün kâinattaki varlıkların yaratıcısı olarak tasarlar. 7 yaşından iti­baren genellikle çocuğun Allah tasavvuru oldukça açıldık kazanır. Bu yaşlarda çocuğun zihninde “sebeplilik” fikrinin gelişmeye başlaması, bütün olayların gerisinde  yer  alan  bir   “İlk  Sebep”   arayışının  di­namizmi ile çocuk Allah'a yönelir. Çocuklar Allah'ın varlığını “zorunlu” olarak görürler[442],  fakat O'nun kendi kendisiyle var olan zorunlu tabiatını tam ola­rak kavramakta güçlük çekerler.

Çocukların Allah tasavvurunda, onların zihin yapılarını belirleyen “gerçekçilik”, “benmerkezcilik” ve “insan biçimcilik” gibi psikolojik özelliklerin et­kisi açıkça görülmektedir. Çocuk eğer Allah ile ilgili birşeyler duymuş ve öğrenmişse, bu onun için şüphe edilmez ve başka türlü yorumlanamaz bir gerçek değeri ifade eder. Allah çocuğun hayatına iti­razsız girmiş ve böylece onda büyük değeri olan bir yer tutmuştur. Bu çocuğa psikolojik olarak tabiî gelmektedir. Çocuk gördüğü ve göreceği iyiliklerin Allah ile içten ilişkisini kurar. O, çocuğun özel is­teklerini yerine getirir. Böylece Allah sanki onun is­teğine göre hareket etmektedir. Çocuk Allah'ı her türlü eksiklik ve noksanlıklardan uzak tuttuğu gibi, O'na boyun eğdiği müddetçe, bütün kötülüklerden korunacağına inanır.

Yine çocuğun Allah tasavvurunda ben-merkezci (egocentrique) özelliklere rastlanır. Çocuğun Allah tasavvurunun onun kendisiyle, kendi beni ile ya­kından ilişkisi vardır; bu, çocuğun “benine dayalı” bir tasavvurdur. Allah çocuğun yaratıcısıdır, ona anne-baba ve kardeş vermiştir. İsteklerini ve di­leklerini her zaman yerine getirmeye hazırdır; yani Allah çocukla, onun istek ve ihtiyaçlarıyla, korku ve ümitleriyle, beklenti ve sorunlarıyla biraradadır. Çocuk Allah'ı kendinden uzaklaştırmaz, O daima kendisinin yanında, kendi yönelişleriyle içiçedir.

Küçük yaşlarda çocuk Allah'ı bir insanın va­sıfları çerçevesinde algılar (=Anthropomorfisme). Çocuk, beşerî faaliyetler tarzı üzerinde tasarladığı Allah'ı, beşeri çizgiler altında gözönüne getirir. Fakat 6 yaşından 11 yaşma kadar Allah anlayışı gittikçe   ruhanîleşir.    8   yaşından   itibaren   antropomorfızm hafifler; çocuk Allah'ı diğer in­sanlardan farklı, onlara benzemeyen çok büyük ve çok yüce bir insanın tezahürleri altında gözönüne getirir. 12 yaşında ruhanîleşmiş bir Allah inancı ke­sinleşir O her yerdedir, görünmez, resmi çizilmez. Böylece küçük çocuk, Allah'ı beşeri bir modele göre tahayyül eder ve Allah'ı bir insan kadar “gerçek” olarak tasavvur eder; fakat aynı zamanda o, Allah'ı daha başka bir âlemde teşekkül ettirmek için in­sandan ayırır [443]. Bu insana benzer Allah ta­savvurunun, hıristiyan çocuklarında daha belirgin ve yaygın olduğunu araştırmalar ortaya koy­maktadır. Bu, hıristiyan kültür çevresinde geçerli olan inançların dışa yansıtılması olarak an­laşılabilir. Buna karşılık, İslâm kültür çevresinde yetişen çocuklarda Allah'ı insana veya başka somut birşeye benzetme eğilimi daha zayıftır [444]. En azın­dan, çocuğun zihni somut şeylerle sınırlı bir şekilde Allah'ı da somut şeylere benzeterek kavramaya ça­lışsa bile, İslâmî geleneğin telkin ettiği kavramlar çerçevesinde, sürekli olarak yeni arayışlara yö­nelmesini gerektiren bir kültürel ortam içerisinde gelişmesini sürdürür. [445]