Konu Başlığı: Ahlakî motivasyon Gönderen: Safiye Gül üzerinde 11 Kasım 2010, 12:22:41 2- Ahlâkî Motivasyon
Her din, ferdin ve toplumun davranışını, kendisinin açıkladığı hakikatlerle uyumlu hâle koymayı hedef alan ahlâkî kaideler dile getirir. Dine inanan ve bağlanan kişi, düşünce ve davranışlarında iman ve ahlâkı bir bütün olarak yaşar. Bununla birlikte ahlâk insanî bir vakıadır; dinden bağımsız olarak da bir mevcudiyete sahiptir. Din ahlâkî bir yaşayışı hedef almaktadır, fakat ahlâk zorunlu olarak dine bağlı kalmamaktadır. Sosyal ya da daha başka sebeplerle, dinsiz ve ateist kimselerin de bir tür ahlâk anlayışına sahip oldukları müşahede edilmektedir. Ancak, dinî inanç, ahlâk için psikolojik bir faktördür; Allah'ın varlığına inanma, ahlâkî hayatta iyinin yapılması için teşvik edici bir unsur olmaktadır. Ahlâkî hayata bir inanç boyutunun eklenmesi, insanın tutumunda önemli bir değişiklik meydana getirir. Herhangi bir olayla karşılaşan dindar insan, bunu Allah'ın varlığı açısından yorumlayarak, kendi hayatında “kötü”ye “günah”, “iyi”ye de “sevap” anlayışını ekler [177]. Dinî inanç ahlâkî yaşayış için bir güdülenme sebebi olduğuna göre, acaba ahlâkî arayış ve endişeler de dinî inanca ve uygulamaya başvurmaya yönelten bir faktör olamaz mı? Madem ki din bir ahlâk ihtiva ediyor ve ahlâk da insanî ilgiler taşıyıcısıdır, insanların dinden ahlâkın bekçiliği görevini yerine getirmesini istemeleri muhtemeldir. [178] 2.1 Suçluluk ve Günahkârlık Duygusu : Psikolojik bir gerçeklik olan suçluluk duygusu, insanların büyük çoğunluğunun tecrübe ettiği evrensel insanî bir olaydır. Bu sebeple o, dinî eğilimden önce gelebilir ve onu güdüleyebilir. Fakat din ona yeni bir boyut, Allah huzurunda hata olan “günah” boyutunu ilave eder. Din bunu yaparken ya, insan kalbinin derinliklerinde gizlenmiş bulunan bütün hataları açığa çıkaran ve acımasızca cezalandıran sert bir hakim pozisyonundaki Tanrı'nın şiddet ifade eden bakışını devreye sokar ya da günahkârlık duygusunu, merhametiyle affeden ve bu duyguyu yapıcı bir faaliyetin başlangıcı yapmaya davet eden Allah'a karşı bir minnettarlığa dönüştürmeye yardım edebilir. Ergenlerin psikolojisi üzerinde yapılan bir araştırmada [179], suçluluk duygusu tecrübesini meydana getiren ruhî yaşantılar şu şekilde tasvir edilmektedir: Kişiyi hürriyetinden mahrum eden, taşınılacak ağır bir yük altında bulunma duygusu; kişiyi kendini ifade etmeye ve kurtulmaya sürükleyen baskılı bir can sıkıntısı; vicdan azapları; esasen keşfedilme endişesiyle ilgili olan ve kaçma, gizlenme eğilimine yol açan korku ve sıkıntı; çoğu zaman yalnızlıkla birlikte bulunan ruhî çöküntü. Bu araştırma sonuçlarına göre, suçluluk duygusu yaşayan kişilerde Allah'a başvurma, kişinin kendi benine ve topluma başvurmasından net olarak daha az sıklıkta olmaktadır. Suçluluk duygusu içinde bulunan gençlerin ancak bir bölümü, bunun sıkıntısını teselli ve telafi için dinî inanç ve değerlere yönelmektedir. Suçluluk duygusunu doğuran en önemli iki kaynak, cinsellik güdüsünün yol açtığı bazı ahlakî sorunlarla, hayatta bencillik ve diğergamlık değerleri arasındaki çatışmadır. Daha genel bir ifadeyle suçluluk duygusu kişinin, ulaşmak istediği “ideal ben”i belirleyen içinde büyüyüp yetiştiği toplumun norm ve değerleriyle kendisini “çatışma” halinde hissettiği psikolojik bir durumdur. Bu önce derûnî bir ahenksizlik, bir iç yaralanma hâli olarak gözükür. Hataları sebebiyle kişi kendini, kendi öz ahlâkî otoritesi olan vicdanı ve toplum otoritesi tarafından mahkûm edilmiş hisseder. Bu çift mahkeme huzurunda kişi, bunalım ve sıkıntı duyar ve kendinde, suç ve hatasını itiraf etme ve bunlan telafi etme veya çökûntülü bir yalnızlıktan kaçıp kurtulmanın baskısını hisseder, inançlı kimselerde bu baskı, toplumun ahlâkî otoritesi yerine “ilâhî rnahkeme”nin varlığına inançtan kaynaklanır. Bu durumda Allah'a başvurma dolaylı olarak mevcuttur. İnsanın, hata ya da kötülüğü Allah'ın huzurunda işlediğinin açık şuuruna sahip olmadıkça, gerçek bir dinî suçluluk duygusundan bahsetmek uygun olmaz. Dinî suç veya günah, “Allah'ın kanununu çiğnemek şeklinde tanımlanabilir. Tam anlamıyla dinî suçluluk (günahkârlık) duygusu, uzun bir manevî yolculuğun ürünüdür. Bu durumda din kendisini, ahlâk kanunlarının temeli, tevbe ve telafi vasıtası olarak arzeder. İnançlı kişinin dinî olgunlaşmasında “günah şuuru” önemli bir etkide bulunur. Tevbe ve hidayetle sonuçlanan birçok dinî değişim olaylarında, bu günahkârlık şuurunun başlıca motivasyon faktörü olduğu müşahede edilmektedir. Dinî eğitimle yetişen kişilerde daha hassas ve güçlü bir vicdan yapısı oluştuğu müşahede edilmektedir. Nitekim, gençler üzerinde yapılan birçok araştırma ve inceleme, dindar gençlerin daha güçlü suçluluk duygulan taşıdıklarını ve aynı şekilde benlik ve ideal benlik arasındaki çatışmanın bunlarda çok güçlü olarak yaşandığını göstermektedir [180]. Dinî suçluluk duygusu sıkıntı, kendi kendini cezalandırmayı isteme, kaçma ve psikolojik yalnızlık, gibi duygu ve eğilimlere yol açan basit psikolojik suçluluktan farklı unsurlar içerir. Günahkârlık duygusunda yalnızca işlenen hata ve kötülüğün itiraf edilmesiyle yetinilmemektedir. İlave olarak, günahın etkilerini silmek için, “gizlice onarıp eski durumuna getirmenin şiddetli bir arzusu”na da her zaman rastlanmaktadır. Zaten dinî teslimiyet, arınma, tevbe ve hidayete insanı yönlendiren de bu müsbet arzudan başkası değildir. Dine dönüş yapan kişilerin birçoğunun bu arzuyu şiddetle yaşadıkları bilinmektedir. Bununla birlikte, suçluluk, günahkârlık duygularının çift yönlü etkisini hesaba katmak gerekir; bunlar dinî hayatı olumlu yönde etkiledikleri gibi, olumsuz etkileri de olabilir. Çok şiddetli dayanılmaz bir hâl alan suçluluk ve günahkârlık duygusu, tevbe ve pişmanlığa karşı duygusuzluğa, ilgisizliğe, hatta buna sebep olan ahlâkî ve dinî değerleri hiçe sayıp, bunlara saldırmaya bile sevkedebilir [181]. Fakat normal bir seyir izleyen suçluluk ve günahkârlık duygusu, bir şahsiyete oluşumu safhasında kendinden razı olmama, geçici heveslerine değer vermeme, dinî ve ahlâki görevlerini üstlenme ve sonuçta kendini aşmanın yollarını öğretebilir. Suç, günah olarak aşılandığı, işlendiği takdirde Allah'tan uzaklaştıran kötü bir gerçek olduğu telkin edildiği zaman, bu kötülük tehlikesi mümini doğru yola, tevbe ve pişmanlığa, davranışlarını denetlemeye sevkedebilir. Özelikle gençlerin manevî gelişmelerini harekete geçirici ve güçlendirici etkilere yol açabilir. [182] 2.2. Suçluluk Duygusu ve Dinî Uygulama Suçluluk duygusu, dinî ibadet ve uygulamaların yerine getirilmesini destekleyen daha köklü bir eğilimi pekiştirir ki, bu da Allah'a karşı vazife ve borç duygusudur. Allah insana, kendisine kulluğun gerektirdiği ibadet ve tapınma vazifesini yükler. Allah'a karşı vazife, varoluşun kaynağı olan “ana-babaya saygı” göstermek mecburiyetine benzer bir tarzda hissedilmektedir. Allah'a karşı vecibe duygusu, dinî imanın dışında kalan bir motivasyon değil, fakat onun bir bileşenidir. Dindar olmak gerçekte, Allah'ı varoluşun ana kaynağı ve lütfü ve merhameti bol olan kudret olarak tanımaktır. Bundan dolayı iman, Allah'a minnettarlığı, netice bakımından ana-babaya minnettarlıkla mukayese edilebilen, Allah'a karşı minnettarlık ve şükran borcunu da ihtiva eder. Din bu borcu, çeşitli ibadet ve taat şekilleriyle bir ifâde şeklidir. Şüphesiz bu borç ve minnettarlık tavrı, insanın tabii eğilimleri arasında yer alan “bağımsızlık” eğilimiyle tezat halindedir. Bundan dolayı kendi psikolojik dinamizmi içerisinde borç duygusu, minnettarlık ve şükran hissi, kendisini kendine yeterli görme (istiğna) eğiliminin karşı hareketini davet etmekte, ancak bu eğilimin asılmasıyla borcun gerektirdiği davranış tarzının tasdikine ulaşılmaktadır [183]. Çağımızın kültürel iklimi, insanın bağımsızlığı duygusunu vurgulayarak, Allah'a karşı minnettarlık borcu ve bağımsızlık arasındaki çatışmayı şiddetlendirmektedir. “Dinî vazife” anlayışı böylece kaybolmaya yüz tutmakta ve törensel dinî uygulama içten doğan önemli motivasyonlarından birisini kaybetmektedir. Vergote, bu anlayışı temel alarak, ergenlikte dinî pratikleri yerine getirmeden büyük ölçüde uzaklaşma olgusunu açıklamaya çalışır. Bu dönem, her zaman az ya da çok isyan halinde, en üst derecede bağımsızlığını tasdik etme dönemi olduğundan, Allah'a karşı borç duygusunun törensel ifadesi olan ibâdetlere katılımda da bir düşme olmaktadır [184]. 2.3 Suçluluk Duygusu ve Allah Korkusu İnsan kendi varlığını Allah'a borçlu olduğuna göre, Allah'ın Rabliğini kabul eden kimse için ana borç karşılanamaz durumdadır. Bu şuurun temeli üzerinde, Allah'a saygı vazifesinin asla gereği gibi karşılanamıyacağı duygusu gelişebilir. Kaçınılmaz olarak kusurlu olmak şuuru bu durumda borç duygusunu, genelleşmiş bir suçluluk duygusu sıkıntısına dönüştürebilir. Allah korkusu da daha çok bundan kaynaklanır. Kur'ân'da “takva” kavramı ile ifade edilen bu korku, meselâ bir vahşi hayvan görünce hissettiğimiz korku veya ne yapacağı hiç belli olmayan bir gaddar idareciden duyulan korku değildir. Bu, hassas bir sorumluluk hissinden gelen korkudur [185]. Gerçekte, “karşılanamaz bir borç” anlayışı Allah karşısında kusurlu olmanın kuşatıcı ve yaygın duygusunun doğurucusu olduğu zaman, bu duygu açık şuurdan kaçar. Bu durum, dayanılması güç bir huzursuzluğa sebep olur. Buna, hataların tasavvurlarına saplanıp kalma denir ki, bundan kurtulmanın yolu onları ortaya çıkarmak ve açıkça dile getirmektir. Böylece, “hatalı hâlde olma” genel şuurundan kaynaklanan Allah korkusu, az-çok bilinen hatalar sebebiyle tercihen suçluluk duygusu içinde kendisini gösterir. Olaya dıştan bakıldığında kolayca aldanmak mümkündür ve Allah korkusunun, günahlar işlemekten kaynaklanan aşırı bir korkuyla açıklanabileceği sanılır. Oysa ki, kötülüğe saplanıp kalındığında dinî bir talimat tarafından uyandırılan günahkârlık duygusu dinî tutumu, sert bir hâkim olarak algılanan Allah huzurundaki “korku ve titreme” hâline dönüştürülebilir. Fakat bu görünürdeki olayın altında daha derin bir psikolojik süreç vardır ki, bu da, karşılanamaz olarak hissedilen borcun, suçluluk duygusu hâline dönüşmesidir. Borç, Allah korkusu ve hatalar sebebiyle suçluluk duygusu arasındaki bağlantı şu psikolojik kanuna göre cereyan eder: Belirsiz bir sıkıntı, kendine bilinebilir bir sebep bulmaya çalışır [186]. Böylece dini imânın, Allah'ın Rabliği karşısında karşılanamaz bir borç sebebiyle sıkıntılı hâle getirilmiş, “imtihandan geçmek” riski ihtiva ettiği söylenebilir. Bunun sonucu olan Allah korkusu, kendine hâkim olmak için günahkârlık korkusu hâlinde billurlaşır. Bu bağlamda, açıkça ilâhî öfkeyi teskin etme niyetine, ibâdet vazifesini yerine getirme niyeti eklenir. Eski dönemlerde dinî şuur içinde çok önemli bir yeri olan Allah'a karşı borç anlayışı, çağdaş kültürde hemen hemen ortadan kayboldu, ibadete katılmadaki gerileyiş, esas olarak bu dinî motivasyonun ortadan çekilmesiyle açıklanabilir. [187] |