๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Diğer Yazılar => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 09 Kasım 2011, 22:04:14



Konu Başlığı: Yeni Öğretim Yılı Münasebetiyle
Gönderen: Zehibe üzerinde 09 Kasım 2011, 22:04:14
Yeni Öğretim Yılı Münasebetiyle


Eylül 2005 - 81.sayı

Ayşe İZCİ kaleme aldı, DİĞER YAZILAR bölümünde yayınlandı.


Eylül ayının gelmesiyle birlikte çocuklarımız yine okul yollarına dökülecekler. Minicik yürekler, o çocuksu iyimserlikle, yarınlarını kuracak bilgi ve becerileri kazanma umut ve gayretiyle dolu olarak çantalarını yüklenecek, yeni bir eğitim ve öğretim yılına ‘bismillah' diyecekler. Biz anne-babalar da içinde olacağız bu dönemin. O halde gelin, ön fikir edinip hazırlıklı olmak için, memleketimizin eğitim-öğretim manzaralarına bir göz atalım.

Bu yıl da gelenek olduğu üzere yine yetkili ağızlar “yeni öğretim yılı”nı konuşacak, tartışacak, medya gündem bulmanın rahatlığıyla birkaç gün konuya geniş olarak yer verecek, televizyon kanallarında ağlayan minikleri izleyeceğiz. Bu arada okul masraflarından şikayetlerini dile getirme fırsatı bulan veliler kamera karşısına geçerek içlerini döküp rahatlayacaklar.

Yine ilginç manzaralar göreceğiz. Mesela bazı doyumsuz insanlar, hiç ihtiyaçları olmadığı halde devletin öğrenci başına verdiği 50 YTL'lik yardımı ‘deveden kıl koparma' babından iç edecekler, fakirliklerini yarıştırarak bu sene de beleşe getirme mutluluğu ile çocuklarını okula gönderecekler. Her öğretim yılı bu tür manzaralarla başlamıyor mu ?..

Okul yolu umut yolu

Oysa çocuklar açısından her şey çok farklı. Özellikle ilkokula ilk adımını atacak olan minik yavrular için okul sözcüğü harikulade umutlar ve safiyane hayallerle doludur. Bazıları için ilk günler biraz sıkıntılı geçecek olsa da, bu sorunlar iyi bir öğretmenin himayesiyle ve ailenin işbirliğiyle kolayca çözümlenebilir.

Atalarımız ‘alet işler el öğünür' demişler ya, biz toplum olarak çocuklarımızın okul başarısında maddi unsurlara o kadar çok önem veriyoruz ki, başarısız olduklarında ilk tepkimiz, onlara sağladığımız imkanları başlarına kakmak oluyor. Bir de nice sıkıntılar içinde başarılı olan çocukları örnek göstererek çocuğumuzu ezmek. Ne yazık ki çocuğun hayatında iki temel direği oluşturan okul ve evin psiko -sosyal boyutunun maddi boyuttan çok daha ağır bastığı gerçeğine karşı körüz.

Eğitim-öğretim alanında öğretmen tutumlarının çocukların başarıları ve doyum düzeyleri üzerinde ne denli etkili olduğunu vurgulayan çok sayıda bilimsel araştırma yapılmakta. Öğretmenlerin sınıf içindeki tutum ve davranışları, tercih ettikleri disiplin anlayışı, ödül ve ceza yöntemleri öğrenci üzerinde fark edilmesi kolay olmayan, fakat son derece güçlü bir etki oluşturur. En basitinden söyleyecek olursak, kendini ifade etme ve kimi çocuksu suçlar karşısında gösterilen tavırlar çocuğu kazandırabilir ya da sokaklara iter.

Okula karşı isteksizlik ve okuldan kaçmanın sadece kötü aile ortamı gibi tek bir nedeni olmadığı kesindir. Öğretmen arkadaşlardan öyle hikayeler duymaktayım ki, bunlar insanı gerçekten duygulandırıyor: “Öğretmenim, keşke annem de senin gibi olsaydı!” “Öğretmenim lütfen babama bana para vermesini söyler misin, ben söyleyince hem vermiyor hem de kızıyor da...” “Öğretmenim, üvey annem beni dövdü ben de ona kötü sözlerle karşılık verdim, babamdan da korkup evden kaçtım, ne olur bu gece sizde kalabilir miyim?”

Böyle sözler öğretmenleri hem tebessüm ettiriyor hem de yüreklerini burkuyor. Onlara daha fazla verememenin acısını yaşatıyor.

Yapmayınca bilmek neye yarar?

Psikolojik ve sosyolojik derinliğe sahip bilimsel çalışmalar, aile içi ilişkileri, çocuklara yönelik şiddeti, hatalı ana-baba tutumları gibi konuları da işler. Bu tür çalışmaların bir tamamlayıcısı olarak, çocuk kişiliğini ve başarısını olumsuz etkileyen okul içi ve dışı etkenler hakkında seminerler düzenlenir, televizyon programları hazırlanır, ana-baba okulları açılır. Çoğumuz sorunları ve kaynağını fark etmesine ederiz, hatta ne yapmamız gerektiğini de öğreniriz, lâkin bir türlü bildiğimizi uygulayamayız. İşte bizim toplum olarak yediden yetmişe temel sorunumuz budur: Yani bildiğimizle amel etmemek!..

Sağlıkçılar sigaranın insan sağlığına verdiği zararı en iyi bilen kişilerdir. Fakat araştırılsa, belki yarıdan fazlasının sigara tiryakisi olduğu görülür. Birçok çocuk, öğretmenini tesadüfen sigara içerken görür ve hayal kırıklığına uğrar. Çünkü az önce derste öğretmeninden ‘Yeşilay' nutukları dinlemiş olan çocuk, bir lüzum üzere öğretmenler odasına giriverdiğinde pek çok eğitimcinin baca gibi tütmekte olduğuna tanıklık etmiş olur. Öğretmenler alınmasın, veliler de aynı durumdalar. Diş fırçalamaktan, çocuk dövmeye, hayatın pek çok sahasında bu aksaklık varlığını hissettirmektedir. Öğrenilenler niçin davranışa dönüşmüyor veya kalıcı olmuyor, bu sorun çözülmeli. Öğrettiklerimize önce kendimiz inanıp uygulamadığımızda çocuklara kasdımız ne ?!.

Bugünün çocukları, okul ve teknoloji

Okulun hayatımıza bıraktığı acı ya da tatlı izler uzun yıllar silinmez. Özellikle ilkokul sıraları kolay kolay unutulmaz. Babalar bir askerlik anılarını bir de okul anılarını çocuklarına anlata anlata bitiremez. Yıllar sonra çocukluğunun geçtiği muhite yolları düştüğünde, okullarının önünden geçip anılarını tazelerler. Çocuklarına gösterip, işte bu benim okulum, derler. Anneler de öyle...

Her ne kadar yoksulluğu, burukluğu, öğretmen dayaklarını, arkadaş çekişmelerini hatırlatıyor olsa da, orta kuşağın tipik özelliği okullarını benimsemiş olmalarıdır. Kırk-elli yaşlarına gelmiş insanların mezun olduktan sonra belki de bir daha hiç uğramadıkları okullarını gördüklerinde ‘benim okulum' diyerek çocuksu bir tavra bürünüvermeleri aslında derin bir manayı açığa çıkarır: Benim okulum demek, benliğimizi bulduğumuz, kişiliğimizi kazandığımız yer demektir. Bu son derece önemlidir.

Bugün yeni nesil, çok başarılı olsalar bile okula karşı genel bir bıkkınlık ve isteksizlik içerisinde bulunuyor. Tüm kolaylıklara, az ödevlere, bilgisayarlı öğretime rağmen okulu sevmeyenlerin sayısı oldukça fazla. Anne-babalar olarak bu durumu yorumlamakta hep sıkıntıya düşeriz. Çünkü bugünün çocukları önceki kuşakların hayal edemeyeceği imkanlara sahip. Bilgisayarlar mesela...

Ortaöğretim çağındaki oğlum artık o kadar kolay araştırma yapıyor ve -güya- o kadar harika ödevler hazırlıyor ki şaşırmamak elde değil! Okul dönemlerinde zamanında eve gelmedikçe veya evin içinde kaygısızca avare avare dolandıkça onun yerine ben telaşa dü ş üp , sorumlu bir ebeveyn edasıyla “Oğlum senin dersin yok mu?” diye paylıyorum. O bana rahat bir tavırla: “Sen merak etma anne, ben hallederim!” diyor. Sonra neredeyse bir çay içimlik zaman kadar ortalıktan kayboluyor, az sonra kucağında bir tomar kağıtla çıkıp geliyor ve göğsünü gererek, “İşte ödevlerim hazır!” diye haykırıyor. Bakakalıyorum…

Evi temizlerken, yıllarca çocuklarıma en değerli yatırımı yaptığımız düşüncesiyle kucak dolusu para sayarak aldığımız tonlarca ansiklopedi ve envayi çeşit kitapla uğraşmaktan gına geliyor. Bazen hepsini evden tahliye edesim geliyor. Sonra, “yeter ki çocuklar rahat etsin, varsın bizim paralar boşa gitmiş olsun” diyerek kendimi avutuyorum.

Artık evde bilgisayar olmaması da durumu değiştirmiyor. Çocuk gidiyor, en yakın bir internet kafede ödeviyle ilgili konu başlığını tıklayıveriyor, birkaç dakika içerisinde mebzul miktarda ve seviyesinin çok üstünde bilgiyi en fazla 50 yeni kuruşa satın almış oluyor. İşte bu noktadan sonra kazın ayağı değişiyor. Bizi de, öğretmenleri de, çocukları da yanılgıya düşüren yanlışlar zinciri başlıyor.

Bilgisayarlı eğitim ne kadar eğitim?

Mevcut eğitim sistemi yıllardır ezberci olması ve gerçek hayattan kopuk bilgiler içeriyor diye ağır şekilde eleştiriliyordu. Yeni durumda ise çocuklar kendi seviyelerini bilemediği ve sınırlayamadığı için eskiye nazaran çok daha kapsamlı, ağır ve gereksiz şişirilmiş bir hacimle baş etmek durumuyla karşı karşıya bulunuyor. Çocuklar genellikle bilgisayardan indirdikleri bilgileri okuyamadan okula ‘yapılmış ödev' olarak götürüyorlar. Hatta öğretmenlerinden aferin bile alıyorlar. Zaten çocuktan bilgisayardan indirdiği bu uzun ve genellikle dili son derece kusurlu metinleri okumasını, anlamasını ve anlatmasını istemek, tabiri caizse ahmaklık olur. Oysa el yazısı ile çocuğun yaşına uygun kaynaklardan hazırlanmış iki-üç sayfalık bir ödev, sayfalar dolusu bilgisayar çıktısına nazaran daha öğreticidir.

Yakın zamanda eliyle yazı yazmaya üşenen, hatta unutan bir nesille karşılaşacağız. Henüz ilkokula başlamamış üç-beş yaş civarındaki çocuklar, şayet ellerinin altında bilgisayar var ise, oyun ile karışık okumayı ve tuşlar ile yazmayı öğreniveriyorlar. Sonra okula başladığında elle yazmaya çabalamak onlara zor ve gereksiz gelecek. Bu olgu hem öğretmenleri sıkıntıya düşürür, hem de öğrencilerin şevklerini kırabilir. Zamane çocuklarına bir işi kolayca yapıvermek var iken, el ile zorlanarak yapmanın mantıklı bir açıklamasını yapmak zorundasınız. Çünkü kreş ve yuvalarda neredeyse tuvalet eğitimi kazandırılmadan önce bilgisayar öğretiliyor, ana dillerini öğrenmeden önce yabancı dil öğretilerek müsamerelerde İngilizce piyes oynattırılıyor!

CD terörü

Ne yazık ki bilgisayarlı eğitim konusu düşünüldüğü gibi gerçekleşmemektedir. Aileler, çocuklarının çarkına kapıldıkları CD sektörü karşısında eli kolu bağlı kalmaktadır. Vahşet, kültür emperyalizmi ve fuhuşun iç içe yerleştirildiği sınırsız sayıda CD çok kolay ulaşılabilir olarak çocukları örümcek ağı gibi sarmalamış durumda. O zeki çocuklarımız hallerinden memnun. Zira sinekler kadar bile çaba sarfetmeden ne isterlerse ulaşma imkanına sahipler.

Diğer taraftan bilgisayar oyunlarının yaptığı bağımlılık, kahvehane oyunlarının yanında hiç kalır. Çocuklar bizi yanıltıyor, hoşça vakit geçirme işi çığırından çıkıp okuldan kaçma sebebine dönüşüyor. Bir şeyin bağımlılık yapması için illâ yenilir-içilir olması mı gerekir? Hiç internet kafelere baktınız mı?

Bu oyunlar zamanı tüketmenin ötesinde, ne yazık ki çocuklarımızın karakterini, kültürünü, temel değerlerini, duygularını, inançlarını da derinden etkiliyor. Ve kumardan çok daha etkili, zararlı ve denetlemesi güç. Eğitim sahasında bu bilgisayar mevzusunun fazla abartıldığını düşünmemek elde değil.

Bütün bunlara ilaveten, “öğretmen odaklı öğrenme” yaklaşımından, “öğrenci odaklı öğenme”ye geçiş vesilesiyle de en azından bir süre için hayli sıkıntılar yaşanacağa benziyor.

Yeni sınav sistemi, yeni kaygılar

Eğitim konusunda değerlendirme yaparken, şu meşhur üniversitelere hazırlık sektörümüze değinmeden geçmek mümkün değil. Dershanecilere müjdeler ola, üniversite sınav sisteminde yapılan değişikliğin neden olacağı kargaşa, önümüzdeki yıllarda müşterilerinin sayısını hayli arttıracaktır. Üniversite kapılarındaki izdihama nasıl bir çözüm getirileceğini de, sistemi değiştirenler inşallah düşünüyorlardır.

Zaten normalde sınav stresiyle gergin olan bu yılın lise son sınıf gençlerini, sınav şekli ve müfredatına ilişkin ekstralar daha da terleteceğe benziyor. Dershane reklamlarına bakarsanız, bu değişikliği “kaygı unsuru” olarak kullanıp, koyun can derdinde, kasap et derdinde misali rant peşinde oldukarını hemen fark edersiniz. Bu değişiklik önceki yıllarda mezun olup sınava yeni girecekleri daha ziyade düşündürüyor, çünkü ilave konulara çalışmak zorundalar. Bu değişiklikle gerçekten değişecek olan ne, hangi derde derman olacak, onu anlamak da pek kolay değil.

Nihayetinde her ne değiştirildi ise herkes için geçerli olacak, herkesin geçtiği köprüden bizim çocuklarımız da geçecek. Ne diyelim, Allah yardımcıları olsun.

Bedava sirke baldan tatlı mı?

Son iki yıldır ortaöğretim ders kitapları ücretsiz dağıtılıyor. Devletin halisane bir niyetle velilere yapmış olduğu bu ikram, ders kitapları konusunda önceki süpekülasyonların pek çoğunu ortadan kaldırdı, öğretmenleri zan altında ezilmekten kurtardı. Lâkin aynı zamanda bir hayal kırıklığını da beraberinde getirdi. Onca masraf edilerek hazırlanan bu kitaplar içerik ve derinlik olarak maalesef, başta öğretmenler olmak üzere, muhataplarını memnun etmekten hayli uzak. Özellikle son liselere giriş sınavlarında devlet okullarının sergilediği düşük performans bunun en iyi kanıtı oldu.

Öğretmenlerimiz durumun farkındaydılar, görüşlerini ilgililere iletenler de oldu. Özellikle fen bilgisi, din bilgisi ve sosyal bilgiler kitaplarının ciddi revizyonlara ihtiyacı var. Kitaplar henüz elimize ulaşmadı, şayet bir iyileştirme yapılmadı ise, çocuğunuzu devlet okulundan alıp özel okula verin diyemem ama daha doyurucu içeriğe sahip ek kitaplarla mutlaka öğrenimlerini destekleyin derim. Hiç olmazsa birkaç yıl öncesinin ders kitaplarını bularak yararlanmasını sağlayın.

Böyle ülke genelini kapsayan geniş çaplı organizasyonlarda ortalama zekâya, vasat bir öğrenciye göre standart olamaz. Bu ders kitaplarını okumak zorunlu ise en zeki öğrenciye hitab edecek seviyede hazırlanmalı. Ayrıca yanlış bilgilerden de arındırılmış olmalı. Nasıl ki kapıların yüksekliği ortalama boy ölçüsüne göre değil de, en uzun boylu insanların geçebileceği yükseklikte yapılıyorsa, ders kitaplarının standardı da üstün zekâlı öğrenciler dikkate alınarak belirlenmelidir. Siz havuzun hepsini doldurun, herkes kapasitesi veya ihtiyacı kadarını kullansın!

Öğretmenlerin dikkat çektiği bir diğer husus da şudur: Son yılın liselere giriş sınavlarında devletin dağıttığı ders kitaplarında yer almayan bilgileri içeren sorular soruldu. Oysa sınavı da devlet yapıyor, soruları da devlet hazırlıyor. Durum böyle olunca, kendi evlatlarına kendi eliyle, bir kasıt olmasa da haksızlık yapmış oldu.

Son olarak, yeni öğretim yılında da ebeveynler olarak evlatlarımıza en büyük desteği parayla pulla değil, huzurlu bir aile ortamı ile verebileceğimizi bir kez daha hatırlatmak isterim.

Her şeye rağmen “okul yolu umut dolu.” Biz öğretmenlerimiz ile işbirliği yaparak güvenli bir yol hazırlayalım, bırakalım çocuklarımız şarkılar söyleyerek, umutla yarınlara yürüsünler..