๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Diğer Yazılar => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 01 Ekim 2011, 17:43:03



Konu Başlığı: Yaralı İnsana Yardım Fakire Yardımdan Acildir
Gönderen: Zehibe üzerinde 01 Ekim 2011, 17:43:03
Yaralı İnsana Yardım Fakire Yardımdan Acildir



Ocak 2006 - 85.sayı

Semerkand Dergisi kaleme aldı, DİĞER YAZILAR bölümünde yayınlandı.

Bir yıl önce, 26 Aralık 2004’de bilinen en büyük tabii afetlerden biri yaşanmıştı. Hint Okyanusu’nda meydana gelen büyük bir deprem koca okyanusu adeta çalkalamış, oluşan dev dalgalar (tsunami) Güneydoğu Asya kıyılarındaki pek çok yeri yutmuştu. Felaketten en çok etkilenen bölge, müslüman kardeşlerimizin yaşadığı Açe idi,  300 bine ulaşan can kaybının büyük bölümü burada olmuştu. Dünyanın her tarafından bölgeye yardım yapıldı. Ülkemizde de resmi ve özel kampanyalar düzenlendi, yardımlar toplandı. Bunlar arasında, Kardelen Kültür ve Dayanışma Derneği ile birlikte organize olan bir grup hizmet kuruluşu da bulunuyordu. Yürütülen geniş çaplı yardım faaliyeti, aralarında başyazarımız Mübarek Erol’un da fahri olarak bulunduğu bir heyet tarafından organize edildi. Heyet geçtiğimiz günlerde Mübarek Erol’un başkanlığında çalışmaların nihaî durumunu görmek, gerektiği şekilde yönlendirmek üzere Açe’de idi. Dönüşte başyazarımızla felaketin birinci yıldönümünde Açe’yi ve yardım çalışmalarını konuştuk.

Semerkand: Önce hoşgeldiniz. Tsunami felaketinden bir yıl sonra Açe’de, felaketzedelerin arasında idiniz. Bu ziyaretin amacı tam olarak neydi?

Mübarek Erol: Hoşbulduk. Aslında biz, belki de gecikerek gittik. Ama daha önce arkadaşlarımız gitmiş, bazı çalışmalara katılmışlardı.

Öncelikle şunu söylemeliyim ki, yedi-sekiz bin km. ötemizde bir deprem oluyor ve akabinde Açe bölgesinde bir anda yaklaşık yüz bin insan ölüyor. Biz o acıyı burada hissettik, bir müslüman olarak. Bu görevimizdi. Tabii ki bu acıyı asıl yaşayanlar bilir. Ama bir müminin ayağına diken battığı zaman, mümin kardeşi onun acısını hissetmedikçe hakiki iman etmiş olmaz; biz bu düsturla yola çıktık. Burada toplanılan yardımı götürmek, hizmeti yerinde görmek, ihtiyaç neyse onu tespit etmek ve yardımı ihtiyaca göre kullanmak için görevlendirildik. Beş kişilik bir heyet olarak gittik ve yaptığımız tespitlere göre yardımı aktardık.

Semerkand: Açe’de gördüğünüz manzara nasıldı? Felaketin izleri hâlâ duruyor muydu?

Mübarek Erol: Nasıl ki Türkiye’de deprem oldu, evler yıkıldı ve hâlâ onların yaraları tam sarılamadı, orada da durum aynıdır diye düşünüyorduk. Zaten bu düşünceyle ilk aklımıza gelen oradaki insanlara konut alanında yardımcı olmaktı. Böylece kalıcı bir hizmet verebiliriz diyorduk. Fakat orada gördük ki iklim nedeniyle konut meselesi düşündüğümüz gibi değil.

Herkes, kolayca yapılıvermiş, derme-çatma izlenimi veren evler yapmışlar, bunlarda yaşıyorlar. Bu durum oranın doğal hali, felaketten önce de böyle imiş. Dolayısıyla konut problemi olmadığını gördük.

Ayrıca, buradan daha önce gitmiş kişiler, mesela İstanbul Belediyesi’nden, Deniz Feneri Derneği’nden arkadaşlar da Açe’de konut problemi olmadığını, eğitim alanına yapacağımız yardımların daha faydalı olacağını söylediler. Biz de eğitim alanına yöneldik.

Semerkand: Gıda sorununu çözmüşler mi?

Mübarek Erol: Sorunlar tam olarak, gerçek manada, gıda olsun, konut olsun ya da insanların psikolojik problemleri olsun, halledilmiş diye bir şey yok. Bunlar zaman isteyen konular.

Semerkand: Gitmeden önce bir ön hazırlık yapmış mıydınız? Yani sizi orada karşılayacak, bölgeyi gezdirecek bir ekip hazır mıydı, yoksa nasılsa birilerini buluruz diye mi düşünüyordunuz? Tercüman konusunu nasıl çözdünüz?

Mübarek Erol: Bu konuda zorluk çektik açıkçası. Önce şunu söylemeliyim, İstanbul Büyükşehir Belediyesi çalışanlarına teşekkür ediyoruz, çok büyük yardımları dokundu. Gitmeden önce bazı arkadaşları yollamıştık, bir çalışma yapmışlardı zaten. Biz de giderken yanımıza bir tercüman aldık, İngilizce bilen bir tercüman. Yine de orada büyük zorluklarla karşılaşacağımızı tahmin ediyorduk.

Özellikle bizim üstünde çok fazla durduğumuz şey, iyi insanlarla karşılaşmak, tam da gereken yerlere yardım etmekti. Çünkü burada insanlar yardım toplarken bizi temsilci seçmişler, biz de onları temsilen yardımı en doğru yere aktarmamız lazım. Hakikaten ihtiyaç yerini bulmamız lazım ki gözümüz arkada kalmasın ve biz de vebalini taşımayalım.

İşimiz belli kuruluşları gezip tespit etmek, daha sonra neler yapabileceğimizi kararlaştıralım diye... Biz depremi yaşayan insanlarız, burada gerçekten deprem adına suistimaller oldu. Böyle bir endişeyi ister istemez taşıyor insan. Bu konu açılmışken şunu arz edeyim: Bizim insanlarımız ahlâk olarak Açe’deki insanlarla aynı. İstanbul depreminde duyuyorduk ki, pek çok insan gelip kuyruklara girerek yardım istemiyorlardı. Hatta bazen aç kaldıkları halde yine de kalkıp birilerinden dileniyormuş gibi yardım istemiyorlardı. Sen götürüp verirsen hoşnut oluyorlar, ama onurlarından onu gizlemeye çalışıyordu. Diğer taraftan da suistimaller de vardı. Depremle alakası olmayan insanlar, ihtiyaç sahibi olmayanlar, yardımları suistimal ediyorlardı. Ve bizler de Açe’de böyle bir durumun yaşanmaması için gayret ettik.

Hangi kuruluşa gittiysek bizden hemen yardım talep etmediler, önce bir çekingenlik vardı. Biz ihtiyaç yerlerine gidiyoruz, gönlümüzden yardım etmek geliyor ama o kuruluşlardaki insanlar doğrudan ya da ima ile bize yardım edin demiyorlar. Ora halkının da böyle bir asil yanı var.
Açe’ye indik, ilk üç günde ön çalışmalarımızı yaptık. Bu arada biliyoruz ki vakit kısıtlı, bir haftalığına gittik ve çok hızlı çalışmamız lazım. Pratik düşünmemiz, pratik karar vermemiz lazım.

Semerkand: Buradan giderken daha çok konut, barınma alanına yardım düşünüyordunuz, fakat yönünüzü eğitim alanına çevirdiniz...

Mübarek Erol: Biliyorsunuz, kültürümüzde “Evim olsun, başımı koyacak yastığım olmasın.” diye bir deyim var. Biz de önce o mantıkla gittik, yani evleri olsun, başlarını koyacak bir yastık nasıl olsa bulurlar dedik. Ama orada fikrimiz değişti. Bir insan eğitimli olur, bir şeyler de başarırsa, evi de olur yastığı da... Dolayısıyla biz eğitime yöneldik ve çok çeşitli kuruluşları gezdik. Fakat tercüme problemi yaşıyorduk. Tercümanımız çok iyi İngilizce biliyordu ama oradaki insanlar bilmiyordu. Tercümanımızın da tercümana ihtiyacı oldu. Bazı yerlerde Arapça bilenlerle karşılaştık, onlarla bazı problemlerimizi hallettik, bazılarıyla da el-kol işaretleriyle anlaşmaya çalıştık.

Oranın eğitim sistemi eskiye dayandığı için, bizim görmediğimiz bir sistemdi. Bizde olanla karşılaştırıp anlamamızı kolaylaştıracak bir imkan da yoktu. Farklı bir yaşantıları var. Geleneksel usülleri hakim.

Semerkand: Gezdiğiniz kuruluşlar yalnızca Açe’de olanlar mıydı, yoksa başka bölgelere de gittiniz mi?

Mübarek Erol: Felaketin yaşandığı bölgeye ve çevresine gittik. Başka yerlere de gitmemizi teklif ettiler, ama biz sıcak bakmadık. Yardımlar felaket bölgesine idi; başka bir yere yardımları aktarmak işimize gelmedi açıkçası.

Eğitim konusunda yardıma ihtiyaç duyduklarını gezdikçe daha çok hissetik. Bir karar vermemiz lazım. Dedik ki şuradaki okula yardım edelim, şuradakine bir kısım yardım edlim, şurdakine de önceliklerine göre diye birkaç tespit yapmıştık. Kalbimiz çok mutmain değildi ama başka çaremiz kalmamıştı.

Banda Açe Merkez Camii’nde kıldığımız bir namazdan sonra arabaya binmiş, hareket etmeye hazırlanıyorduk ki, bir Açeli bize el sallayıp, İstanbul, diye bağırdı. Neredensiniz, gibi sorular sordu. Türkiye’deniz, sen İstanbul’u biliyor musun, dedik. Ben İstanbul’a Türkiye’ye gittim, dedi. Nerelere gittin Türkiye’de, diye sorduk. İstanbul’a, Adıyaman’a gittim, dedi. Adıyaman deyince, bu adam Türkiye’nin ücra köşelerini de biliyor, bizi iyi tanıyor, dedik. Biraz İngilizce, biraz Arapça biliyormuş. Benim Türkiye’den tanıdığım arkadaşları tanıyor. Daha da samimiyetimiz arttı daha da muhabbetleştik. Yani bunun Allah Tealâ’nın bir lütfu olduğuna inandık. Bize yerli bir insan lazımdı, oranın kültürünü, mantığını bilen biri. Adı Müslim’miş.
Ya, dedim, Müslim, biz yardım etmeye geldik, ama insanlar bir şeye ihtiyaçları yok gibi davranıyorlar. Dedi ki, bunlar onurlu insanlardır, kolay kolay bir şey talep etmezler. Ben tabii çok duygulandım. Bu kadar onurlu insanlar, bu kadar asaletli insanlar... Daha sonra muhabbet ilerledikçe sordum, Müslim ne iş yapıyorsun? Ben bir okulda müdür muaviniyim, dedi. Bu cevabı duyunca biz çok şaşırdık. Çünkü aradığımız insan... Nerede neye ihtiyaç var, artık daha iyi anlayabileceğiz.

Semerkand: Müslim Bey’in çok yardımı oldu o halde.

Mübarek Erol: Evet... Bir kuruluşla randevumuz vardı. Müslim’e dedik ki, yarın erkenden gel, beraber bu kuruluşa gidelim. O gün gittik, gezdik, gerçekten tam aradığımız gibi ve çok ihtiyacı olan bir okuldu. Müdürüyle tanıştık, talebelerle, hocalarla tanıştık. Türkiye’den geldiğimizi, kimlerden olduğumuzu, bir müslüman olarak neler yapmak istediğimizi, yardımdan ziyade kardeşliğimizi getirdiğimizi anlatmaya çalıştık.

Orada, Türkiye’de olduğu gibi devlete bağlı okullar da var, özel okullar da... Biz devlete bağlı okullara yardım etmek istiyorduk, çünkü yaptığımız yardımın resmi belgelere dayanmasını istiyorduk ki bir zorluk yaşamayalım. Okul müdürüyle tanışınca, tamam bu okula yardım edeceğiz, zaten devletin kontrolünde. Daha sonra duyduk ki orası özel bir okulmuş. Yardım etmeden önce bizim sahibini görüp konuşmamız lazım dedik. Okulun sahibi Açe eyaletinin meclis başkan yardımcısı bir milletvekiliymiş. Randevu aldık. İsmi Veysel Karani’ydi. Meclisteki odasında buluştuk. Tabii ilk buluşmamızda biz ne için gelmişiz, sorguluyor. Çünkü bir yandan müslümanlar çalışırken, diğer yandan misyoner çalışmaları da var. O, bizim niyetimiz nedir, ne yapmak istiyoruz anlamaya çalışıyor, biz de karşımızdakinin nasıl biri olduğunu bilmek istiyoruz. İlk buluşmamızda böyle bir gerginlik vardı. Zamanla birbirimizi tanıdık, bizim için önemli toplantılarını bile iptal etti. En önemlisi, şunu hissettim ki, irtibatımız sadece para yardımından dolayı değil. Birbirimizi sevdik, birbirimizi iyi anladık, meşrep olarak birbirimizi tanıdık. Dolayısıyla bu meşrebin getirdiği muhabbetle bizim için başka bütün işlerini iptal etti.

Bugünümü size ayırıyorum, beraber okula gidip gezeceğiz, dedi. Kalktık, resmi arabayla okula gittik. Bu babamdan kalma kırk dönümdü, okula vakfetti. Benim de burada yirmi dönüm yerim var, isterseniz ben de verebilirim, dedi. Hatta kendine ev yapmak istediği bir arsa da yaptığımız projenin içinde kalıyordu. Ben buraya kendime ait bir ev düşünüyordum ama isterseniz onu da vereyim, dedi. Mal-mülk, ne varsa bize vermeye çalışıyor, hayret ettik, kalplerimiz birbirimizin muhabbetiyle doldu.

Semerkand: Yani yardımseverlere yardımlarınız yerine ulaştı gönlünüz rahat olsun diyebiliriz...

Mübarek Erol: Giderken tek bir amacımız vardı. Allah rızası diye gittik ve bunun verdiği gönül rahatlığı vardı bizde. Tabii ki orada bütün çabamız toplanan yardımları yerine ulaştırabilmekti. Gayemiz gerçek ihtiyaç sahiplerine ulaşabilmekti. Dolayısıyla herkes bunu gönül rahatlığıyla hissedebilir ki, yardımlar istenilen yere ulaştırıldı ve ulaştırılacak da... Dönerken, tabir caizse, kanatlarımız olsa uçardık. Çünkü o sorumluluğu da üzerimizden hafiflettik diyebiliriz.

Yardımların gerçek yerine ulaştığını bilmek bizim için en önemlisiydi. Biz eğer bilmeyerek bir hata işlemişsek, bunun Allah katında bir vebali de olmaz diye düşünüyoruz. Çünkü o memlekete gittik, vakit harcadık, enerji harcadık. Yaptığımız işin zihnen ve aklen gayesine ulaştığını hissettik. İnşallah herkes bu huzur içerisinde olsun ki, yardımlar istenilen yere ulaştı.

Semerkand: Doğrudan fertlere yönelik yardımlar da oldu mu?

Mübarek Erol: Olmaz olur mu! Fakir-fukara ve yetimlerle çok karşılaştık. Onlara da nakdî yardım yaptık. Mesela bir mescide gittik, orada ne kadar yetim varsa toplanmıştı. İçlerine girdik ve nakdî yardımlarımızı bire bir yaptık. Bu söylediklerimiz fotoğraflarımızda da var. Misal, gönlümüzden kopuyordu 10 bin dolar verelim, diyorduk. Verdiğimiz miktar oranın şartlarına göre çok para. Oranın hocasına danışıp gerçekçi davranmaya çalıştık. Allah yardımcısı olsun Müslim’in de bu işlerde bize çok yardımı oldu. Hem eğitime hem de orada bulunan insanlara yaptığımız nakdî yardım için gönül rahatlığıyla yerini bulmuştur diyebilirim.

Semerkand: Felaketin ardından şöyle bir söylenti yayılmıştı: Misyonerler o bölgede çalışmaya başladılar ve çocukları dinlerini değiştirmek için evlatlık alarak başka ülkeye götürüyorlar. Orada böyle bir şey gözlemlediniz mi?

Mübarek Erol: Tabii biz oraya giderken bu tür işleri araştıralım diye gitmedik. Belli bir katkıda bulunabilir miyiz diye gittik. İnsanlarımız yardımların ihtiyaç sahiplerine ulaştırılması için bizi temsilci olarak seçmiş ve oraya göndermişlerdi. Fakat konuşurken, muhabbet ederken ister istemez çok şey duyuyorsunuz. Amerika’dan Avrupa’dan hatta Kanada’dan misyonerler gelmişler diye duyuyorduk. Annesiz ve babasız çocukları toplamışlar. Hatta bize 1000-1500 gibi sayı bile verdiler. Bu çocukları eğitim amaçlı alıp götürmüşler. Bunlar kötü amaçlı olmasalardı, yurt dışına çıkarmazlar, oraya okullar yaptırırlardı. Ya da on tane bakıcı verirlerdi.

Ama alıp götürmüşler. Dolayısıyla, dediğim gibi, onların ne amaçla gittikleri belli, ama bizim de müslüman olarak amacımız belli. Biz üzerimize düşeni yapmaya gitmiştik. Bizde bu işleri araştırmadan ziyade, ne yapabiliriz, nasıl yardımcı olabiliriz ve insanların psikolojilerini nasıl düzeltebiliriz endişesi vardı. Gelenler hep Avrupa’dan geliyor ve misyonerler diye dedikodular çok yaygındı. İnsan olarak bu olanlar onları çok etkiliyor. Düşünün biz bunları medyadan duyuyoruz ve ta buradan etkileniyoruz. Ama bizleri yanlarında görünce, bize sahip çıkacak, yardımcı olacak insanlar da varmış diyorlar ve psikolojik olarak az da olsa rahatlıyorlardı. Bizler de yaşanan olayların izlerinin silinmesine vesile olduğumuz için seviniyorduk.

Semerkand: Tsunamiden hemen sonra toplumlar duyarlı idi ve hızlı bir şekilde yardım gönderiyorlardı. Aradan bir yıl geçti. Yardımlarda bir azalma gözlemlediniz mi?

Mübarek Erol: Tabii, bu normaldir, zamanla yardım azalıyor. Türk derneklerinin yaptığı çalışmalar vardı, onlar da azalmış diyorlar. Mesela, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin açtığı fırın üç ay sonra kapanacak dediler. Gün geçtikçe her şey artık rayına oturuyor diye düşünülüyor ve yardımlar bırakılıyor. Eskisine dönmesi için belli bir zaman gerekiyor elbette.

Bir de Pakistan’da yaşanan son deprem buradaki felaketin önüne geçti açıkçası. Oradaki depremzelere yönelmek daha elzem oldu. Çünkü Pakistan’daki hava şartları ile Açe’deki hava şartları çok farklı. Biz oradayken kış olmasına rağmen ısı 30 derece idi. Fakat Pakistan’dan gelen haberler, depremden ziyade kış şartlarının ölü sayısını artıracağı yönünde. Dolayısıyla Açe’ye yardımlar daha da azalacak ve bitecek gibi. Zaten önemli ölçüde amaca ulaşıldı diye düşünüyorum. Önemli olan oradaki yarayı sarmak, tedavi edebilmekti. Artık tedavi edildikten sonra herkes kendi şartlarında yaşamaya gayret edecek.

Semerkand: Zaman zaman, bizim ülkemizde o kadar aç, fakir, işsiz dururken, yardım etmek için dünyanın öbür ucuna gitmek doğru mudur diye eleştiriler oldu. Bizim başımıza bir felaket gelse onlar da bize aynı duyarlılığı gösterir mi diye soruldu...

Mübarek Erol: Her müslümanda olması gereken duyarlılıktır bu... İnanıyoruz ki o insanlarda da vardır. Türkiye’de deprem olduğunda da dünyanın dört bir tarafından yardım geldi.
Evet, yardım edeceksen önce kendi fakirinden başlayacaksın. Ama bu bir fakirlik davası değil, bir yara davasıdır. Yaralı insana yardım, fakire yardımdan acildir. Buralara giden yardımlar, fakirlikten ziyade, insana destek olmak içindir. İnsanların yarasını sarmak ve birbirimize dostluğumuzu bildirmek içindir. Onlara dostluğunuzu götürüyorsunuz, zor günlerinde yanlarında olduğunuzu söylüyorsunuz. Biz onlarla din olarak beraberiz, kardeşiz. Ortak yönlerimiz var. Bir tek fakirlik için değil ortak yönlerimizi de vurgulamak için oraya gittik. Bu tip meseleler yardımlaşmayı arttırır, kardeşliğin içindeki muhabbeti arttırır. İmkan dahilinde birbirimize yardımlaşmayı tavsiye etmemiz lazım. Gönül ister ki başka arkadaşlarımızı da oraya götürelim, iklimini, insanlarını tanısınlar ve o duyguları, o havayı yaşasınlar. Sizin aracılığınızla bunu biraz yaşatabildiysek ne mutlu bize. Size de teşekkür ediyoruz.

Semerkand: Sizi dinlerken biz bunu yaşadık. Okuyucularımızın da aynı hisleri paylaşacağını düşünüyoruz. Bize zaman ayırdığınız için teşekkürler.

Mübarek Erol: Biz teşekkür ederiz.