> Forum > ๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ > Semerkand Aylık Tasavvuf Dergileri > Diğer Yazılar > Müdür
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Müdür  (Okunma Sayısı 881 defa)
24 Ağustos 2011, 10:59:55
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« : 24 Ağustos 2011, 10:59:55 »



Müdür


Ocak 2008 - 109.sayı


Yunus Emre ÖZSARAY kaleme aldı, DİĞER YAZILAR bölümünde yayınlandı.

Alnındaki çizgiler, mesleğinde uzun yılların hatırası olarak sanki gizli bir el tarafından oraya işlenmişti. Odasına girdiğimizde çoğunlukla elinde kalemiyle evraklarla uğraşırken görürdük onu. Ya da ellerini çenesine dayamış, düşünceli gözlerini odanın bir noktasına dikmiş bulurduk. Kim bilir, o noktadan hangi hayallere kapı açılırdı... Bunu bir Allah bilirdi, bir de o. Pek fazla konuşmazdı. Az konuşmak, sırrını açığa vurmamak, oturduğu makamın gerektirdiği bir şey olsa gerek diye düşünürdüm. Tabii ki o da evine gidecek, şakalaşacak, çocuğunu sırtına alacak, yerde dört ayak olup minik yavrusuyla oynayacaktı. Her ne olursa olsun, evindeki yüzünü okulda kimseye göstermeyecekti bu yaşlı adam.

Okula gelir gelmez yüzü çelik bir maske gibi kasılacak, kükreyecek, azarlayacak, karşısındakiler eriyip bitecekti onun bu tavırlarıyla. Konuşamayacaktı böylece karşısında insanlar. Hoş, o da karşısında birilerinin konuşmasını istiyor değildi. Ama insanları susturmak istemesi bilgece bir tavır olamazdı, hatta cehaletinin bir göstergesiydi bana göre. Bazen derdim ki kendi kendime:

“Ne biliyor ki o! Nasıl olduysa gelmiş, başımıza müdür olmuş işte. Acaba nerede amcası dayısı var da onu oraya koymuş? Ah şu koltuğa ben bir otursam, şöyle karşıma alsam onu... Elleri dizlerinde, iki büklüm olsa karşımda! Sadece iki yıllık yüksek öğrenim görmüş! Ben dört yıllık bitirdim. Bir konuşsam silinir kalır karşımda! Sonra da azarlayıp def ederim yanımdan. Hep böyle yapmıyor mu o? Dur bakalım, Allah nasip eder bir gün. Onu indirir, bizi bindirir...”
Neden böyleydi ki sanki? Biraz gülemez miydi? Tabii ya... Gülerse bir şeyleri eksilecekti. Bu düşünceler kafamda sürekli dönüp duruyordu.

Böyle kendi girdabımda boğulduğum bir akşam üstüydü. Okulun çıkış saatinin gelmesiyle birlikte, nöbet defterini imzalamak için bekliyordum ki telefon çaldı. Müstahdem Mustafa’nın oğluydu arayan. Yalvarırcasına konuşuyordu:
“Hocam kurban olam... Gardaşıma yine bir haller oldu. Öylece baygın yatıyo. Gurban olam, babama diyin tez gelsin...”

Telefonu kapatıp, koşarak Mustafa’nın yanına gittim. Mustafa gelişimden anlamıştı bir şeyler olduğunu. “Ne oldu öğretmen?” dedi. “Senin çocuk..” dedim; “hastalanmış galiba, büyük oğlan aradı, çabuk babam gelsin dedi.”

Mustafa, ben sözlerimi bitirmeden, okulun koridorunda dizleri üstüne çöktü kaldı. “Vay sinine yandığım vayy, ben n’ederim şimdi!” diye haykırdı. O an dört koldan çaresizlik sarmıştı etrafımızı. Mustafa hıçkırarak ağlamaya başladı. Ne diyeceğimi bilmeden sadece izliyordum. Ne yapabilirdim ki?

Her şey öğretilmişti dört yıllık okulumda! Ama çaresize nasıl çare olacağımı kimse dememişti. Ben anlık bunları düşünürken müdürün odasının kapısı açıldı. Mustafa kapının sesini duyunca hıçkırıklarını boğazına düğümledi. Dizleri üzerine çökmüş, sadece kesik homurtular duyuluyordu.

Müdür, dönüp bizden yana bile bakmayan misafirlerini uğurladıktan sonra hızlı adımlarla yanımıza geldi. Mustafa onu görünce, birkaç dakikadır gizlemeye çalıştığı hıçkırıklarını açığa vurup yeniden ağlamaya başladı. İlk defa karşılaşıyordum böyle bir durumla. Belli ki müdür alışıktı. Rolünü iyi çalışmış bir tiyatro oyuncusu gibi davranıyordu.

Mustafa’yı kollarından tutup kaldırdı. Mustafa bir gayret toparlanıp kalktı, başını öne eğdi, ceketinin önünü ilikledi. “Ben dışarı çıkıyorum, sen Mustafa’yı al gel.” dedi müdür. Mustafa’yla birlikte dışarı çıktık. Müdür de okulun karşısındaki kırtasiyecinin arabasını almış bekliyordu. Bindik. Mustafa hâlâ ağlıyordu. Bir ara müdür direksiyondan kafasını çevirdi. “Ne ağlıyorsun lan karı gibi! Erkek adam ağlar mı? Elli sefer dedim sana, ağlamayacaksın diye! Allah vermiş bir dert. Sen Allah’tan iyi mi biliyorsun, tövbe hâşâ...” diye Mustafa’yı azarladı.

Bu sözler tuhafıma gitmişti biraz, gülümsedim. Benim tebessümümü de görmüş olacak ki “Sen niye gülüyorsun? Allahım, hiç mi akıllısı beni bulmaz, kaza mı yaptıracaksınız bana!” diyerek bu kez bana gürledi.

Biraz sonra Mustafa’nın evinin önündeydik. Arabadan indiler, evin önünde iki eli böğründe bekliyordu Mustafa’nın hanımı. Gözleri ağlamaktan şişmişti. Müdürün de geldiğini görünce, omzunun iki yanına saldığı başındaki yemenisini yaşmak yapıp bağladı. Evin kapısından kenara çekildi. Mustafa eve girerken bir kez dönüp baktı karısına. Bir çaresizlik alışverişiydi bu bakışlar sanki.

Biraz sonra çocuk kucaklarında arabaya geldiler. Ufak tefek çocuğun benzi ölü yüzü gibi solmuş, hastalıklı vücudu ip gibi olmuştu. Arabanın arka koltuğuna boyluca yatırdılar. Müdür bana dönerek “Sen istersen git, biz Mustafa ile gideriz.” dedi. Ben de sanki bu sözü bekliyordum. Arabadan inip onları uğurladıktan sonra yavaş yavaş eve doğru yürümeye başladım.

Yürüyordum ama her adımda bir vicdan muhasebesinin orta yerine doğru ilerliyordum. Onları o halde bırakmıştım. Yaptığım doğru muydu? Neyse, içimdeki homurtuyu bastırıp eve vardım. Yorgun bedenimi yatağın üzerine bıraktım. Ama rahat etmek ne mümkün! Böyle uzanıp yatmakla olmazdı. Bir şeyler yapmalıydım, elden gelirse...Neden dönüp gelmiştim sanki? Hiç değilse onlarla gitseydim. Yanlarında olsaydım...

Gözlerimi açtığımda sabahın beşiydi. Dün yaşadıklarım yeniden aklıma geldi. Telefon yanı başımdaydı. Arasam mı, diye düşündüm. Bu saatte de aranmaz ki, uyuyorlardır. Ama belki de uyanıktırlar, diye tereddütle elim telefona gitti. Numarayı çevirdim.

Birkaç kez çaldıktan sonra Mustafa telefonu açtı. “Uyuyor muydunuz?” diye sordum. “Yok, hâlâ hastanedeyiz, müdür bey tahlilleri almak için şimdi laboratuvara gitti.” deyince, az evvel uyandığım uyku, yattığım yatak, oturduğum ev sanki bir diken oldu, bedenime, yüreğime, her tarafıma batmaya başladı. Yüzüme, kulaklarıma kan hücum etti. Fazlaca konuşamadım. “Allah sağlık sıhhat versin..” deyip telefonu kapattım.

Erkenden giyindim, saatlerin geçmesi için, bir an önce okula gitmek, içimde ne varsa dökmek için dakikaları sayıyordum. Okula geldiğimde kimseyle konuşmadan doğruca müdürün odasına gittim. Demli çayını karıştırıyordu. Gecenin izleri yüzünde, daha çok da gözlerinin altındaki torbalarda açıkça görülüyordu. “Mustafa’nın çocuğu nasıl oldu?” dedim. “Hastaneye yatırdık, sara hastasıydı, yine nöbet geçirmiş müşahedeye aldılar.” dedi.

Başım önümdeydi. Yüzüne bakamayacaktım. Utanıyordum. Tüm cesaretimi toplayarak “Hakkını helal et!” dedim. “Ne o gidiyor musun, yoksa ölüyor musun?” dedi gülerek. Ben de gülümsedim. Anlamıştı aslında ne için dediğimi. Anlamıştı... Bir çay da bana istedi. Sonra yine sustu.

[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Müdür
« Posted on: 19 Nisan 2024, 22:27:27 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Müdür rüya tabiri,Müdür mekke canlı, Müdür kabe canlı yayın, Müdür Üç boyutlu kuran oku Müdür kuran ı kerim, Müdür peygamber kıssaları,Müdür ilitam ders soruları, Müdür önlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes