Konu Başlığı: Tanzanya Gönderen: Zehibe üzerinde 01 Kasım 2011, 18:46:22 Tanzanya Nisan 2005 - 76.sayı Ahmet MİROĞLU kaleme aldı, DİĞER YAZILAR bölümünde yayınlandı. Kahve nereden gelir? Bir rivayete göre, Hz. Adem a.s.'la Hz. Havva anamızın yeryüzüne ilk indikleri yerdir. Sanılanın aksine, dünyanın en güzel kahvesi Brezilya'da değil, burada yetişir. Ancak bütün kahve tarlaları sömürgeciler tarafından parsellendiği için kahve almak isteyenlerin Batı'ya müracaat etmesi gerekir. Bugünlerde umudunu kahveye değil, 5-6 yıl önce bulduğu zengin altın madeni yataklarına bağlamıştır. Tanzanya Afrika kıtasının en büyük ülkelerinden birisidir. Maalesef yüzyıllarca köle ticaretine beşiklik etmi ş, malzeme ve hammadde, yani köle sağlamıştır. Kenya ve Uganda'nın toplamından daha büyük yüzölçümüne (945 bin kilometre kare) ve 37 milyon nüfusa sahiptir. Nüfusun büyük kısmı müslümandır. Ülkede 19. yüzyılda kâşifler ve köle tüccarları arasında “korkusuz savaşçılar” olarak ünlenmiş bir halk yaşar. Komşuları kadar gelişememiştir. Halk geçimini tarım, hayvancılık, kahve, çay, tütün ve madencilikten sağlar. İnsanı yoksul ve yalnızdır. Zaten dünyanın en fakir ülkelerinden birisidir. Aile başına yıllık gelir sadece 38.2 Dolar civarındadır. (İsterseniz 365 güne bölün de çıkan rakama bir bakın!) Yine de batılıların gezi ve serüven merakını tatmin edecek güzelliklere sahiptir. Ünlü maceraperest ve roman yazarı Ernest Hemingway'in sevdalandığı diyarlar bu ülkededir. Hemingway'e de esin kaynağı olan “karları” ile, 4. yüzyıldan itibaren binlerce efsane ve öykünün vazgeçilmez kahramanı meşhur Klimanjaro Dağı da buradadır. Afrika'nın en yüksek yanardağı olan, bulutlara asılı gibi duran, zirvesi gümüş kaplı Klimanjaro . Bu gümüş doruklara “Beyaz Aydınlık” ismi uygun görülmüştür. Ol Doinyo Lengai'ye gelince, o dünyanın en garip yanardağıdır. Zira püskürtüğü lavlar daha havada iken katılaşır ve ardından cam gibi şangırdayarak parçalanır, daha sonra neme maruz kalır kalmaz yapısında ve bileşiminde değişimler geçirerek suda çözünür hale gelir, yağmurlarla yıkanıp gider. Konumu dolayısıyla adeta cennetten bir köşe özelliği taşıdığı söylenen Kenya sınırındaki Natron Gölü; flamingo, ceylan ve zebralarla bütünleşen harika manzarasıyla gezginlere doyumsuz zevkler yaşatır. Ngorongoro Milli Parkı ise 25 bin hayvanı barındırır. Serengeti Parkı da dünyanın en büyük açık hava hayvan parkıdır ve 14 bin kilometre karelik bir alanı kaplar. Dünyanın en büyük ikinci tatlı su gölü Viktorya ile dünyanın ikinci en derin gölü Tanganyika ve Nyasa gölleri ülkeyi üç tarafından çevrelemiştir. Dördüncü kıyısı ise Hint Okyanusu'na açılır. ------------------------------------------------------- Kıskaca alınmış müslümanlar İşte burası Tanzanya'dır. Topraklarında 1960'lı yıllara kadar Sultan Abülhamid Han adına hutbeler okunmaktaydı. Müslümanlarla daha İslâm'ın doğuş devrinde tanışmıştı ama islâmlaşma süreci henüz tamamlanamamıştır. Müslümanlar Batılı kaynaklara göre nüfusun yüzde 35'ini, islâmî kaynaklara göre ise yüzde 55'ini oluşturur. Tanzanya'da İslâmiyet Hıristiyanlık'la çekişme halindedir. Ülke, kendisini yarı hıristiyan , yarı putperestmiş gibi tanıtır. Hıristiyanlar yönetimde etkin konumda ve işbirliği içindedirler. Müslümanlarsa azınlık muamelesi görmekte ve sistematik bir hıristiyanlaştırma işlemine tabi tutulmaktadırlar. Fakat her şeye rağmen İslâm yayılmakta, müslümanların sayısı artmaktadır. Son dönemde kitleleri hıristiyanlaştırmak amacıyla “İslâmî Yenileşme Hareketi” adı altında, İslâm-Hıristiyanlık karışımı bir inanç oluşturulmaya çalışılmakta, müslüman halka İslâm dininin gereklerini yerine getirmenin hiç de önemli olmadığı propagandası yapılmaktadır. Bu çarpık inanışa karşı çıkanlar ise çeşitli yöntemlerle susturulmaktadır. İslâm, Medine'den önce oradaydı Tanzanya topraklarını da kapsayan Afrika'nın bu doğu kıyıları, daha Hz. Peygamber s.a.v.'in sağlığında İslâm'la ve müslümanlarla tanışmıştı. Bilindiği üzere Allah Rasulü s.a.v. ashabını müşriklerin baskı ve zulümlerinden korumak için Habeşistan'a hicret ettirmi şti. Dolayısıyla İslâmiyet'in Medine-i Münevvere'den önce Afrika'nın doğusuna ulaştığını söyleyebiliriz ki, Afrikalı müslümanlar bununla övünürler ve kendilerine bahşolunan bu nimeti dile getirmekten büyük zevk alırlar. Gerçekten de Sahabe-i Kiram Habeşistan'a miladi 615 ve 616 yıllarında hicret etmişlerdi. Medine'ye hicretin başlaması ise bundan ancak 5-6 yıl sonradır. İkinci İslâm dalgası Afrika kıyılarına Hz. Ömer r.a.'ın halifeliği sırasında vurdu. Müslümanlar Afrika'ya Hz. Peygamber s.a.v. zamanında Habeşistan, Hz. Ömer devrinde Kenya, Tanzanya ve Mozambik üzerinden girmişlerdir. Müslümanların yerli kadınlarla evlenmesi, islâmlaşmanın daha hızlı ve yaygın olması sonucunu doğurmuş, fakat kıtanın iç kesimlerine yürümemeleri, sadece kıyı boyunda denizcilik ve ticaretle meşgul olmaları, müslüman nüfusun Orta Afrika'da az, Güneybatı Afrika'da ise yok denecek kadar az olmasına yol açmıştır. Sonraki dönemlerde İslâmiyet yörede hayli ilerlemiş olmalı. Nitekim Pate adasında, Shanga'da 1980'lerde Oxford Üniversitesi'nden arkeolog Dr. Mark Morton'ın yaptığı kazılarda bulunan 830 tarihli altın, gümüş ve bakır paralar, Doğu Afrika'daki müslüman varlığının en eski belgeleri olarak kabul edilmektedir. Bu, İslâm'ın doğu Afrika sahillerinde görülmeye başladığı kesin tarihi 8. yüzyıl olarak doğrulayan en ciddi delillerden birisidir. İslâmiyet 8. yüzyıldan itibaren 6 asırlık bir dönemde epeyce geniş bir alana yayılmıştı. Ünlü müslüman seyyah İbn Batuta 1332'de Afrika kıyılarını ziyaret ettiğinde, İslâmiyet'in bölgeye tamamen hakim oluşu sebebiyle kendini evinde gibi hissettiğini kaydetmişti. Hint Okyanusu artık bir müslüman denizi görünümündeydi. Müslümanlar ticareti kontrolleri altında tuttukları gibi, Güneydoğu Asya, Hindistan ve Doğu Afrika'da kıyı yerleşimleri kurmu ş lardı . İslâm'ın, Doğu Afrika kıyılarında fetihlerle ve fatihler aracılığıyla değil, ticaret ve tüccarlar aracılığıyla yayıldığının altını çizmek gerekir. Ancak İslâm, uzun zaman sadece şehirli kıyı kesimin dini olarak kalmıştır. 16. yüzyılda Portekiz sömürgecileri sökün ettiğinde de İslâm varlığını sürdürmüş ve neredeyse bütün hanedanlar, Hint Okyanusu'nun kuzey ve doğu kısımlarıyla denizcilik bağlantısı ve siyasal ilişkileri sebebiyle Arabistan, İran, Hindistan ve hatta Güneydoğu Asya ile irtibatlarını koparmamışlardır. 17. yüzyılın sonu ile 18. yüzyılın başında kıyılara yerleşmiş müslümanlar , Uman Araplarının yardımı ile Portekizlileri püskürttüler. Umanlı müslümanlar , Batılı işgalcilerin Doğu Afrika'ya 19. yüzyıldaki gelişine kadar siyasi etkilerini tedrici olarak arttırdılar. Umanlıların hakim olduğu dönemde İslâm, Doğu Afrika kıyılarından iç bölgelere yayılmaya başladı. Uganda'dakiler dahil , bir çok kabile şefi İslâm'ı kabul etti ve kıyı müslümanlarıyla işbirliğine gitti. Ticaret sadece İslâm dininin değil, aynı zamanda bugün Swahili (Arapca sahil kelimesinden türetilmiş olup, “sahiller, sahile ait olanlar” anlamına gelir) olarak adlandığımız dil ve kültürün de yayılmasını sağladı. 1880'lerde Almanların gelişine kadar Afrika içlerinde kervan yolları boyundaki alanlarda Swahili ve kıyı halkı etkisi temel itibariyle sınırlı idi. Afrika'nın içlerine doğru Batılıların 19. yüzyıl ortalarında doğu Afrika'da yürüttüğü misyonerlik çalışmaları ile keşif seferleri çok geçmeden bölgenin sömürgeleştirilmesine yönelik girişimlere büründü. Alman göçmenlerin bölgeyi yerleşime açma çabalarıyla 1885'e doğru Umanlıların nüfuzu büyük ölçüde kırıldı. Ertesi yıl İngilizlerle Almanlar anlaşarak Zengibar sultanının karadaki egemenliğini dar bir kıyı şeridiyle sınırlandırdılar. Ardından iç kesimdeki topraklar Klimanjaro'nun kuzeyinden geçen bir sınır çizgisiyle iki nüfuz alanına ayrıldı. Güney, Alman yönetimine bırakılmıştı. Bu dönemde tarım geliştirildi, iç kesimlere uzanan demiryolu inşaatına ba şlandı. Tanzanyalılar yer yer isyan ettilerse de başarılı olamadılar. Almanlar 1907'de kesin denetimi sağlamışlardı. İşte İslâm'ın sonradan 1964'te Zengibar'la birleşerek Tanzanya'yı oluşturacak olan Tanganyika'nın iç bölgelerine yayılması, asıl bu Alman sömürgeciliği döneminde oldu. Kıyı bölgelerini işgal eden Almanlar daha sonra bazı hizmetlerde Swahilileri kullanmaya başladılar. Okur yazar ve eğitimli Swahililer inançlarını bu dönemde iç bölgelere taşıma fırsatı buldular. Bu sebeple İslâm, Alman işgali altındaki bölgelerde hızla yayıldı. Her ne kadar Almanlarla irtibatlı pek çok müslüman varsa da, sömürge idaresinden hoşnut olmayan büyük gruplar da mevcuttu. İşte bu gruplar kırsal kesimde fakirhanelerini kurdular ve halkı sûfiliğe , tarikatlara çektiler. Alman sömürgelerinde Kadiriye ile Şazeliye başta olmak üzere bir çok tarikat etkindi. Orada da İngiliz engeli I. Dünya Savaşı'ndan sonra Tanganyika'yı İngilizler işgal edince (1916), İslâm'ın gelişmesi neredeyse durdu. Artık İngiliz valilerce yönetilmeye başlayan Tanzanya'da siyahların toprak hakları ve örgütlenmeleri kabile şeflerine dayanarak yeniden düzenlendi. İngilizler, Swahilileri istihdam etmek yerine mahalli kabile şeflerine iltimas geçtiler. Misyonerlik faaliyetleri artırıldı. Hıristiyan okulları açıldı. Müslümanlar yavaş yavaş yönetimden ve siyasi arenadan uzaklaştırıldılar. II. Dünya Savaşı'ndan sonra Tanganyika BM vesayet yönetimi altına girdi (1947). Vesayet anlaşması uyarınca ülkenin siyasal yapısını biçimlendirme görevi İngilizlerde idi. Vesayet günlerinde devrimci ve sömürge karşıtı hareketler arttı. 1950'lerde Pakistanlı müslüman tebliğciler Doğu ve Güney Afrika'yı düzenli olarak ziyaret etmeye başladılar. Müslümanlar daha da bilinçlendi. Bilinçlenen müslüman kesim bağımsızlık hareketlerine önderlik etti. 1954'de Darüsselam'da Tanganyika Afrika Milli Birliği (TANU) kurulunca, kıyı müslümanları burada hayli etkin roller üstlendiler. Hıristiyanlar ise sessiz kalmayı yeğliyorlar ve bağımsızlığın elde edilmesi için fazla bir çaba harcamıyorlardı. Batılı kiliseler hıristiyanları bağımsızlık hareketlerine katılmamaları için uyarıyorlardı. TANU 1958 seçimlerinde büyük zafer kazandı. 1961'de Tanganyika'nın bağımsızlığı resmen ilan edildi. Bu arada Zengibar'da da ilginç gelişmeler yaşandı. Burası da 1963'de bağımsızlığını ilan etti. Bir takım gelişmelerden sonra Tanganyika ile Zengibar Nisan 1964'de birleştiler. Tanzanya, bağımsızlık sonrasında Afrika Birliği Örgütü (OAU) içinde etkin bir rol oynamıştır. Tanzanyalı kardeşlerimiz Tanzanya'da büyük çoğunluk sünnî-müslüman olup, Şafiî mezhebine mensuptur. Hint-Pakistan asıllılar ise Hanefî'dirler. Az sayıda Yemen asıllı müslüman da Malikî ve Hanbelîdirler . Genellikle Asya kökenli olan Şiî azınlık İmamî - İsmailî'dir . Uman kökenli müslümanlar özel bir grup teşkil ederler. Bunlar Haricî-İbadî'dirler. Bazı araştırmacılar (mesela J. S. Trimingham) Tanzanya müslümanlarının dörtte üçünün sûfi olduğunu iddia etmektedir. Sûfilerin ibadet biçimleri muhteşem olup, insanları cezbetmektedir . Sûfiler birkaç tarikatla temsil edilmektedirler. Tanzanya'da en yaygın tarikat, birkaç kola ayrılmış bulunan Kadirîlik'tir . Kadirîliği 1880'de Zengibar'ı ziyaret eden Somalili Şeyh Üveys b. Muhammed'in yaydığı söylenir. Şeyh Üveys , Zengibar'a pek çok kez uzun süreli ziyaretlerde bulunmuş ve burada bir çok naip, vekil ve halife yetiştirmiştir ki, ta Kongo'ya kadar geniş bir coğrafyada tarikatının yayılmasını sağlamıştır. Darüsselam'ın kuzeydoğudaki en uç bölgesi olan Bagamoyo'daki Kadirî kolu, ki belki de şu anda en güçlü olandır, faaliyetlerine 1905'te başlamıştı. Aslen bir köle olan ve genelde “Şeyh Ramiye” olarak tanınan Halife Yahya b. Abdullah'ın liderliğinde başlayan kol ise, Bagamoyo'da ve kuzeyin en uç noktasındaki Tanga'da yaygındır. Doğu Afrika bölgesine Komor adalarından gelen Şazeliye tarikatı, Alman sömürge dönemi sonuna kadar kitlelere ulaşma fırsatı bulamamıştır. Şazeliye , doğu Afrika'da Halife Kilwalı Hüseyin b. Mahmud'un gayretleri sonucu yayılabilmiştir, fakat Kadirîlik kadar etkin değildir. Tanzanya'da zikir meclisleri ve mevlid kutlamaları sûfilerin etkinliklerine tanık olunan yerlerdir. Hz. Peygamber s.a.v.'in doğum günü (mevlid) Tanzanya'da milli tatil ilan edilmiştir. Bazı İslâm ülkeleri Tanzanya'da mescitler, okullar, eğitim kurumları açmış; dispanserler kurmuş, ekipman ve eleman desteğinde bulunmuşlardır. 1971'den önce müslümanlar , hıristiyanlar ve hindular aile hukuku (medeni hukuk) konusunda kendi kural ve ilkelerini işletiyorlardı. 1969'dan itibaren devletin aile hukukuna ilişkin düzenlemeleri sırasında bu sistem bozuldu. Bu tarihten itibaren kadın hakları sürekli gündemde tutuluyor. Bu çerçevede evlilik yaşı erkeklerde ve kızlarda yeniden belirlendi. Erkeğin ikinci bir eş alabilmesi ilk eşinin iznine bağlandı. Feminist hareketler yaygınlaştı. Bütün bunlar yapılırken, İslâm aile hukukuna saldırılar arttı. Çok eşliliğin AIDS'e yol açtığına dair gülünç iddialar ortaya atılmaya başlandı. Hıristiyan camia böylesi söylem ve tartışmaları körüklüyor. Tartışmalar parlamentoya sıçramış durumda. Hıristiyan gerginliği Tanzanya'da hıristiyanlarla müslümanlar arasında içten içe bir gerginlik yaşanıyor, fakat bu nadiren dışa vuruyor ve çatışmaya dönüşüyor. Hıristiyan köktendinciliği barış ve müsamaha ortamını tehdit eder boyutlarda. Köktendinci hıristiyanlar, İslâmiyet'i komünizmden bile daha tehlikeli gördüklerini söylemekten kaçınmıyorlar. Yeni İslâmî teşkilatların hıristiyanlarla müslümanlar arasındaki rekabeti körüklediği iddia edilerek önleri kesilmeye çalışılıyor. Yine de söz konusu teşkilatların bir çoğu resmen tanınmış bulunuyor. Müslümanların üniversite eğitimine ağırlık vermeleri ve tebliğ faaliyetlerini artırmaları hıristiyanları rahatsız ediyor. Müslümanlara ayrıcalık tanındığı propagandası yapıyorlar. Tanzanya Roma Katolik Kilisesi'nin 1992'de yayınladığı rapor bu türden sızlanmalarla ve kasıtlı bilgilerle dolu. Müslümanlar dinlerine ve kendilerine sürülmeye çalışılan kara lekeyle tam anlamıyla mücadele edememenin ızdırabını yaşıyorlar. Uluslararası İslâmî camia da Tanzanya'ya duyarsız değil. Dünya Mescitler Konseyi Darüsselam'da bir şube açtı. Bazı Müslüman ülkeler de ülkenin islâmlaşması uğrunda Tanzanya müslümanlarına destek veriyorlar. Sıkıntı, yardım alınan ülkelerin kendi dinî anlayış ve mezheplerini yaymaya uğraşmaları. Mesela İran Şiiliği, Suudi Arabistan Vehhabiliği benimsetme uğraşı veriyor. Aslında yapılması gereken bu değil. Yeni camiler açmak, eskileri tamir etmek, ülkeyi Kur'an kursları ile ve diğer dinî eğitim kurumlarıyla, hastanelerle ve kliniklerle donatmak mesafe almak için yeterli olacak. Ticari aktiviteleri de ihmal etmemek gerekiyor. Fakat bu tür aktivitasyonların müslümanların ayrışmasına ve ihtilafına sebebiyet vermemesi için gayet dikkatli olmak gerekiyor. Misyonerlerin ve hıristiyan kuruluşların cirit attığı ülkede bunları başarmak elbette pek kolay olmayacak. Zaten fakirlik başlı başına bir sorun teşkil ediyor. Belki de en önemlisi, mevcut müslümanların dinî bilgilerinin arttırılması. Dinî kitap, broşür, dergi, kaset gibi unsurlar bu amaca hizmet edebilir. Tanzanya şimdiden İslâm ülkeleri arasında yerini almaya aday. Afrika'nın tarıma, hayvancılığa, balıkçılığa, madenciliğe en elverişli topraklarından birinde yaşayan, üç yanı dünyanın sayılı büyük tatlı su gölleriyle, diğer yanı okyanusla çevrili 37 milyonluk dev bir nüfusun, yüzde 55 veya 35'lik kesiminin müslüman olması elbette yeterli görülemez. İslâmiyet'le daha Hz. Peygamber s.a.v.'in sağlığında tanışan ülke müslümanlarının dinlerini yayma konusunda daha gayretli olmaları gerekiyor. Elbette bunun bilincindeler de. Fakat malum olduğu üzere en zor şey icraattır. Burada da icraat güçlüğü çekiliyor. Kısacası Tanzanyalı müslümanlar geleceği inşa etme uğraşındalar. |