๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Diğer Yazılar => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 21 Temmuz 2011, 10:37:41



Konu Başlığı: Sonsuzluk Kervanı Peşinizde Ben
Gönderen: Zehibe üzerinde 21 Temmuz 2011, 10:37:41
Sonsuzluk Kervanı Peşinizde Ben


Nisan 2010 - 136.sayı

Ahmet Nafiz YAŞAR kaleme aldı, DİĞER YAZILAR bölümünde yayınlandı.

Denkleri bağlar gibi kapılar örtülür, yalnızca daha önceden yol hazırlığını yapmış olanlar diz dize halkalanır sonsuzluk kervanının son katarında. “Estağfirullah”, yolculuğun başlama komutudur. Yürüyüşümüzü zorlaştıracak, hızımızı kesecek bütün ağırlıklar yine “estağfirullah” komutuyla terk edilir. Mâsivâya dalmamak, şeytanın çağırdığı yollara sapmamak için gözler kapatılır.

Farkında olsak da olmasak da dünya üzerinden geçip giden birer yolcuyuz hepimiz. Tuttuğumuz yoldan, yürüyüşümüzden sorguya çekileceğiz. İmtihanımız bir yol tercihinden ibaret.

Rasul-i Ekrem s.a.v.’in, Abdullah İbn Mes’ud r.a. ve yanındaki sahabi topluluğuna, elindeki çubukla toprağa çizip işaret buyurdukları üzere bir “Allah’ın yolu” var bir de “şeytanın her biri üzerinde durup insanları çağırdığı yollar” var. Gerçi En’am suresinin 153. ayetindeki gibi “sırat-ı müstakime, yani Allah’ın dosdoğru yoluna uymak, bizi Allah’ın yolundan ayıracak başka yollardan sakınmak” konusunda birçok defa uyarılmışız. Kitap bunun için inmiş, Peygamber s.a.v. bunun için gönderilmiş. Dinimizin hükümleri, Sünnet, tasavvuf, güzergâhı ayet ayet işaretlenen en doğru yolu tarif etmiş insanlara.

Fakat insan unutabilen, şaşırabilen bir varlık. Bu yüzden şeytana kanıp dünyaya aldandığı, nefsine yenik düştüğü oluyor. Yanlış yollara sapabiliyor. Yolun doğrusunu bilmek, sırat-ı müstakimde bir kere bulunmak yetmiyor üstelik. Dosdoğru yolda sürçmeden, sağa sola kaymadan sürekli yürümek, her adımda yolun doğruluğundan emin olmak da gerekiyor.

Böyle sağlıklı ve sürekli bir yol tutuş zikirle mümkün. Zikir bir uyanıklık, kendinde olma, hatırlama hali. İnsanın Yaratıcısını, yaratılış maksadını, Elest Bezmi’ndeki ahdini, ölümü, ahireti, hesabı hatırlaması, hep akılda tutmasıdır zikir. Onun için Kur’an zikirdir, Rasulullah s.a.v.’in tebliği zikirdir, namaz zikirdir. Onun için Efendimiz s.a.v., Veda Hutbesi’nde bir kere daha ikaz etmiştir müslümanları: “Size iki şey bıraktım. Onlara sıkıca yapıştığınızda hiçbir vakit sapıklığa düşmezsiniz. Onlardan biri Allah’ın Kitabı, öteki de Peygamberinin sünnetidir.” 

Hatme-i Hacegân

Buna rağmen insan yakasını gafletten büsbütün kurtaramaz. Dünya yolculuğunda ne zaman, hangi adımının kabir çukuruna isabet edip vücudunu toprağa karacağını da bilemez. Ahiret saadetini gölgeleyecek bir sapma, bir kötü akıbet tehlikesi hep başının üzerindedir. Öyleyse sürçtüğünde tutup kaldıracak, şaşırdığında istikametini düzeltecek vesileler lazımdır insana. Bu vesilelerle ona kim olduğu, nereden gelip nereye gittiği sürekli hatırlatılmalıdır. Ancak Kur’an ve Sünnet ışığında yol alabileceği, istikamet sahibi velilerin ayak izlerini takip etmekle yoldan çıkmayacağı tembihlenmelidir.

Tasavvuf büyükleri işte bu hatırlatma ve tembihin devamlılığı için, yine ayet ve hadislerden hareketle değişik zikir usulleri öğretmiş bağlılarına. “Hatme-i Hacegân” dediğimiz halka zikri bunlardan biri. “Beni anın ki ben de sizi anayım” (Bakara, 152) hitabı mucibince Allah katında anılma şerefine ulaşma, hidayete nail olma talebinin ifadesi. “Ayakta, otururken, yanları üstünde iken Allah’ı zikreden” (Âl-i İmran, 191) akıl sahiplerinin kafilesine katılma gayreti... Esasen “oturdukları bir meclisten Allah’ı zikretmeden, Hz. Peygamber s.a.v.’e salât ve selam okumadan kalkan cemaat için bir zarar yazılacağı”nı bilen ceddimiz, bulundukları her meclisin sonunda dua etmeyi, zikri, salât ve selam okumayı âdet haline getirmiştir.

Nitekim Hacegân silsilesinin sertâcı Abdülhalik Gücdüvanî k.s. hazretleriyle başlayıp bugüne kadar gelen Hatme-i Hacegân usulü, Nakşibendiyye bağlılarının sohbet meclislerinin hatimesinde, yani sonunda yapılan bir zikirdir. “Hatme” yahut “hatm” diye adlandırılmasının bir sebebi bu. Diğer sebebi ise hatme esnasında okunan Fatiha ve İhlâs-ı Şerifeler... Fatiha, “esas’ül-Kur’an”dır. Efendimiz s.a.v. de “İhlâs suresini okumanın Kur’an-ı Kerim’in üçte birini okumak gibi” olduğunu haber vermiştir. Dolayısıyla Fatiha veya üç İhlâs okumak Kur’an-ı Azimüşşan’ın icmâlen, kısaca hatmedilmesidir.

Bir yürüyüş talimi

Hatme-i Hâcegân, sırat-ı müstakimi sadece tarif etmekle yetinmeyip, aynı zamanda yürüyerek nasıl yol alınacağını gösteren bir peygamberi takip gayretidir. Yolu O’nun gibi, O’nun uyguladığı usul ve erkânla tutmanın talimidir. Denkleri bağlar gibi kapılar örtülür, yalnızca daha önceden yol hazırlığını yapmış olanlar diz dize halkalanır sonsuzluk kervanının son katarında. “Estağfirullah”, yolculuğun başlama komutudur. Yürüyüşümüzü zorlaştıracak, hızımızı kesecek bütün ağırlıklar yine “estağfirullah” komutuyla terk edilir. Mâsivâya dalmamak, şeytanın çağırdığı yollara sapmamak için gözler kapatılır; kalp gözü, kılavuz silsilesinin son halkasında, bu kafilenin rehberinde odaklanır. Nihayet sılaya giden yolun kapısı “Fatiha” ile açılır ve yürüyüş başlar.

Salâvat-ı şerîfeler hem ritmimizi hem istikametimizi belirlemektedir şimdi. Her salâvat-ı şerife Efendimiz s.a.v.’den bize kalan bir izdir. O izi sürüyor olmanın sevincidir, o sevinci yaşatana dua ve teşekkürdür. Fakat kolay değildir Allah Rasulü s.a.v.’in izinden yürümek. Yorucudur, meşakkatlidir. Dizlerde takatin tükendiği, göğüslerde nefesin kesildiği olur. Tam bu demde “İnşirah” suresiyle göğüsler genişletilir, yorulunca yeniden yol alma arzusu ateşlenir. “İhlâs” okumak, yolun sahibinin, rotayı tayin edenin, bizi yürüyüşümüzle sınayanın huzurunda resmi geçit saadetini yaşamaktır. Yeniden “Fatiha” ve bu seferki kapı Cennet bahçelerine açılmaktadır. Yolun sonudur. Sonsuzluk kervanının peşinde cennette cem olunmuştur. İçtima vaktidir; tekmil gerekir.

Önce Rasul-i Ekrem s.a.v.’e salâvat-ı şerifelerle tekmil verilir. Sonra, O’nun izine basarak yürüyen, böylece bu izlerin bugüne kadar muhafazasıyla bizim de yol almamıza vesile olan Sâdât-ı Kiram’a... Okunan her salâvat-ı şerife, her “kaddesallahu sırruh” niyazı, yürüyüp yol eyleyenlere bir teşekkür olduğu kadar, “Sonsuzluk kervanı, peşinizde ben” kararlılığının da ikrarıdır.

En güzel söz, en güzel yol

Fakat Hatme-i Hacegân neticede bir yürüyüş talimidir. Ekseriya “Amme” yahut “Nebe” suresiyle, yani her vakit akılda tutmamız gereken o kaçınılmaz sonun, kıyamet gününün haberiyle biter. Bölük bölük mahşer yerine sevk edileceğimiz o gün “yevm’ül hak”tır. İnsan Rabb’inin huzuruna varacak, tuttuğu yolun götürdüğü akibetle karşılaşacaktır mutlaka. Bazen de “Tebâreke” ile yani “Mülk” suresiyle nihayetlenir Hatme-i Hâcegân. Orada da, mülkü elinde tutan Âlemlerin Rabbi’nin, güzel amellerle sırat-ı müstakim üzere yürüyüp yürümeyeceğimizi denemek için hayatı ve ölümü yarattığı beyan buyurulur. Madem bir deneme yahut imtihandır, uyarılmakla birlikte, ucu cennete veya cehenneme varan yollardan birini tercihte muhayyer bırakılmıştır insan.

İbn Mes’ud r.a.’dan rivayet edilen bir hadis-i şerifte, “Muhakkak ki en güzel söz Allah’ın Kitabıdır. En güzel yol da Muhammed s.a.v.’in yoludur.” buyurulur. İşte Hatme-i Hacegân, “en güzel yolda, en güzel sözleri” söyleyerek yürümenin talimidir. Sırat-ı müstakimi tercihin, yolun doğrusunu tutmanın imkanıdır. Hatme halkasından çıkıp gündelik hayat kat edilirken hangi izlerin gözetileceği bellidir artık. Çünkü yolun tarifi önceden alınmış, nasıl yürüneceği öğrenilmiştir.

Ve elbette ne kadar çok talim yapılırsa, yoldan çıkma ihtimali o kadar azalacaktır.