๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Diğer Yazılar => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 01 Ekim 2011, 17:37:45



Konu Başlığı: Selamın Başım Üstüne
Gönderen: Zehibe üzerinde 01 Ekim 2011, 17:37:45
Selamın Başım Üstüne



Ocak 2006 - 85.sayı

Mehmet Berat IRMAK kaleme aldı, DİĞER YAZILAR bölümünde yayınlandı.

Selam, benden sana zarar gelmez kardeş, emin olabilirsin, benden yana güvendesin, esenlik seninle olsun demektir ki, bu ülkenin toplum yapısı onca şeytan oyununa, onca ifrit planına, onca kazılan kuyuya rağmen hâlâ bozulmamışsa, bu selam sayesindedir.

Yazıya okuyucuyu selamlayarak başlayalım ve diyelim ki, şu otuz iki dişi ışıldayası dünyada iyi ki selam diye bir şey vardır ve insanlar selamlaşırlar. Birden herkesin ve her kesimin birbiriyle selamı sabahı kestiğini düşünün; yeryüzü çoraklaşacak, çoraklaşma ne demek, adeta cehennem hazretleri yeryüzüne hücum edecek yahut dünyanın dört bir yanı Kuzey Kutbu’na dönecektir. Selam, iletişim biliminin temel taşlarından biridir ve o taş yerinden oynadığında, Allah esirgesin, iletişimin “ileti” kısmı buharlaştığı gibi, “bilimi” de kendisine kaçmak için köşe bucak yol arar da, yine Allah korusun, yolda selam verecek birini bulamaz.

Meramım selamı bahane ederek ve dahi “selam verdik borçlu çıktık” noktasına getirmeden hoş bir deneme yazmaktan ibarettir ve işaretini verdiğim gibi, bu deneme selam/selamlaşma üzerine olacaktır. Karşılıklı iki kişinin birbirine selam vermesi anlamına gelen fiilimiz, neredeyse bayramlaşma kadar sevimli, sıcak ve insanın içini arındıran bir mahiyete sahiptir ve bu mahiyetin yerine ikame edilecek başka bir kelime de bulunmamaktadır. Merhabalaşmak, günaydınlaşmak, iyi günler dilemek, hatta güle güle demek, tekrar görüşmeyi dilemek, Allah’a emanet ol sözü, ne bileyim, eskilerin dediği gibi “zatınızı hoşça tutun efendim”li dilekler… ve bunların cümlesi selamlaşma halleridir ve muhatabınızla selamı ve tabii ki sabahı kesmediğinizi gösterir.

Bunlar tâli selamlardır demeyin, selamın tâlisi aslisi olmaz, selam, selamdır ve elbette en makbul olanı da “Allah’ın Selamı”dır. Takdir edersiniz ki, Allah’ın selamı (esenliği, barışı) üzerinize olsun demek kadar anlamlı ve güzel bir selam bulunmaz. Cümleye doğrusu diye başlamayı sevmem ama sevmesem de yeri geldi, doğrusu, her selamın Allah’ın selamı olduğudur ve bunu daha çok gönül erbabı, hal ehli bilir.

Selam’ın “kelâm”a dönüşmediği, dönüşmesinin de vacip olmadığı, vacip bir yana (hemen cahillikle suçlamayın, selam vermenin ve almanın dinî ıstılahta karşılığının ne olduğunu biliyorum) yerine göre lüzumsuz addedildiği “an”lar ve mekânlar vardır ki, bu fasıl da hususi izahat vermeyi gerektirecektir.

Selam verilir ve alınır; bu haliyle selam, yeryüzünün en güzel alışverişidir, verilmeyen selam kadar, hatta daha fazla, alınmayan selam da, denize dökülemeyen ırmak mahzunluğunu yaşar; her iki durum da esenlik bahsinden fersahlarca uzaktır.

Her şeyin olduğu gibi, selamın da sadesi makbuldür; bir selam verdikten sonra ardından Acem milletinde adet olduğu üzere selamı alan kişiye saatlerce övgüler dizmek, onu neredeyse kanatlandırıp uçuracak derecede yüceltmek bizim selam anlayışımızca zararlı olmasa bile, en azından yersiz laf kalabalığıdır ve takdir edersiniz ki her şey yerli yerinde/yerince gerektir.

Siz sanmayın ki yalnız selamlaşmak insana mahsustur; sabah güneşinin, akşam rüzgârının, düşen yahut açan bir yaprağın, gül kanadındaki çiğin, daldaki serçenin, yoldaki karıncanın, yuvarlanan taşın, sudaki berraklığın… hasılı yeryüzünde varlık adına ne varsa cümlesinin kendi haliyle ve diliyle, kelam etmese bile selam ettiğini, birbirini ve sizi selamladığını bilmek gerekir. Bilmek gerekir, zira, bizim evrene ve eşyaya bakışımız her nesnenin bir can taşıdığı hakikatinin tılsımlı penceresinden gerçekleşmektedir. Böyle baktığımız zaman dünya sürgün yurdu olsa bile, esenlikli bir sürgün yurdu olarak anlam kazanacak, Yaratan’la ve yaratılanla olan bağımıza halel gelmeyecektir.

Sadede gelirsek, bu ülkenin çocukları selamı baş tacı etmeyi bilmişler, arada bir selam kesseler bile, bu bayramdan bayrama kadar süren bir küslük mesabesinde kalmıştır. Selam o kadar yer etmiştir ki, kırk gurbetlik mesafeden yazılan mektuplar bile ilk cümlesine “önce selam ederim”le başlamıştır. Sıcakkanlı bir millet oluşumuzun temel belirleyicilerinden biri, belki de en önemlisi bu selam hassasiyetimizdir. Selam vermez - selam almaz taifesini adamdan saymamış, yine de, almasa bile selam vermeye devam etmişizdir.

Selam, benden sana zarar gelmez kardeş, emin olabilirsin, benden yana güvendesin, esenlik seninle olsun demektir ki, bu ülkenin toplum yapısı onca şeytan oyununa, onca ifrit planına, onca kazılan kuyuya rağmen hâlâ bozulmamışsa, bu selam sayesindedir.

Yalnızca yaşayanlara değil, kabir ehline bile selam vermeyi şiar haline getiren bir milletin şairinin “Biz dünyadan gider olduk/Kalanlara selam olsun” demesi ise, ayrı bir güzelliktir; anmadan geçmek olmaz.

Şimdi, sabah uyandınız ve evdekileri selamladınız; diyelim evde kimse yok, saksıdaki çiçeği, minderdeki kediyi selamladınız, diyelim onlar da yok evde, ne duruyorsunuz canım, aynanın karşısına geçin ve kendi yüzünüzü selamlayın! Emin olun yüzünüz o andan itibaren bir “esenlik bildirisi” okumaya başlayacaktır.

Diyelim, buraya kadar okudunuz, yazı da bir selamdır; yazarın selamı. Kaleme, yazıya ve okuyucuya selam olsun…