Konu Başlığı: Rumeli Gönderen: Zehibe üzerinde 03 Kasım 2011, 21:06:09 Rumeli Haziran 2005 - 78.sayı Ahmet MİROĞLU kaleme aldı, DİĞER YAZILAR bölümünde yayınlandı. Kosovalar, Pilevneler bizsizdir Yosun tutmuş camileri ıssızdır Boynu bükük minareler öksüzdür Açmaz olmuş Kızanlık'ın gülleri Biz neyledik o koskoca elleri… Serdengeçti Maya Dağ'dan Kalkan Kazlar “Sınırları Meriç'ten öte geçmeyen bir neslin çocuklarıyız” demiştik bir yazımızda (Semerkand, Temmuz 2004). Öyledir. Fakat bu durum, geçmişimize de bugünkü sınırlardan bakmamızı gerektirmez. Gönüllere ve zihinlere ise, ne geçmişte ne de günümüzde sınır çizilebilmiştir. Onun için Yemen Türküsü ve hiç görmediğimiz, belki bilmediğimiz Muş/Huş Kalesi hâlâ burnumuzun direğini sızlatır. Acaba dünyanın bir başka yöresinde böyle destansı bir müzik parçası ve güçlü bir ifade tarzı var mıdır dersiniz? Kışlanın önünde redif sesi var / Açın çantasını, bakın nesi var? / Bir çift kundurayla, bir de fesi var. / Ano (Ana) Yemen'dir, gülü çimendir / Giden gelmiyor, acep nedendir? Türkünün Yemen dediği yeri Yemen mi sandınız? Aslında Yemen gidip de gelmeyenlerin kaldığı diyarın, diyarların adıdır. Belki de özellikle Rumî 1315'de (miladi 1899) doğdukları ve Birinci Dünya Savaşı sırasında 15 yaşında oldukları için “15'liler” olarak anılan küçük dev Osmanlı erlerinin tertemiz alınlarından vurulup düştükleri her yer Yemen'dir… Vurulup düşmüştür ama geride kalanları inandırmak güçtür: Mızıka çalındı düğün mü sandın? / Al yeşil bayrağı gelin mi sandın? / Yemen'e gideni gelir mi sandın? / Dön gel ağam, dön gel, dayanamirem / Uyku gaflet basmış uyanamirem / Ağam, öldüğüne inanamirem ... * * * Yemen, Arabistan, Mekke, Medine, Şam, Bağdat, Kahire, Trablus, Bingazi … haritanın alt kısmındaki göz ağrılarımızdır. Bir de haritanın batı tarafı var ki, orada da bizi Edirne ötesindeki göz ağrıları bekler. Deliorman, Şumnu , İskeçe, Şıpka, Niş, Saraybosna , Filibe, Yanbolu , Silistre , İşkodra , Kavala, Gümülcine , Dedeağaç … Böyle uzar gider. Buradan da bize, Trakya dediğimiz kesimle Rumeli türküleri hatıra kalmıştır. Vardar Ovası adlı parça belki de bunların en bilinenlerinden birisidir. Maya Dağ'dan kalkan kazlar / Al topuklu beyaz kızlar / Yârimin yüreği sızlar / Eğlenemem, aldanamam / Ben bu yerlerde duramam... Türküde denildiği gibi o yerlerde duramamışız. Aziz olduğumuz zamanlar asırlar sürmüş, ama ardından gelen günlerde düşmanlar bizi zelil kılmış. Zağra Müftüsü Hüseyin Raci Efendi'nin dediği gibi: “Azîz-i vakt idik, a'dâ zelîl kıldı bizi...” Kanaatim odur ki, bizi zelil kılan düşman değildir. İslâm'dan uzaklaşmakla, dinin gereğini yerine getirmemekle muhtemelen biz kendi kendimizi zelil kılmışızdır. Tekrar aziz olmanın zamanı geldi de geçiyor bile... Balkanlar yahut Rumeli Balkanlar, adını batıdan doğuya uzanan ve Bulgaristan'ı ikiye bölen dağ silsilesinden alır. Büyük İskender'in imparatorluğu, eski Yugoslavya ile Arnavutluk hariç, Balkanların büyük kısmını kapsamaktaydı. Milattan önce üçüncü ve ikinci yüzyıllardaysa Balkanlar'ı Romalılar ele geçirdi. Bu imparatorluğun ikiye parçalanması üzerine (395) Balkanlar da ikiye bölünerek kuzeybatı kısmı Roma, geri kalan topraklarsa Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğuna kaldı. Siyasi ayrılığı dinî ayrılık takip etti (1054) ve bu safhadan itibaren Katoliklikle Ortodoksluk Balkanlarda amansız bir mücadeleye girişti. Fetihler işte tam bu esnada başladı ve Osmanlı, bölgede Ortodoksluğun hâmisi olarak Roma Katolikliğiyle yüzyıllarca mücadele etti. Boşnaklar ve Arnavutlar başta olmak üzere, bölge halklarının bir kısmı da bu devrede müslüman oldular. Osmanlı hakimiyeti döneminde Balkanlar “Rumeli” olarak anılmaktaydı. Aslında önceleri sadece Balkanlara değil, Roma ve özellikle Bizans İmparatorluğunun hakim olduğu toprakların tamamına “Rum İli (Arz-ı Rum)” denilirdi. O zamanlar Roma ve Romalılar Rum diye adlandırıldığından, Arz-ı Rum veya Rum İli Roma ülkesi demekti. Yalnız Türkler değil, Araplar ve İranlılar da Roma toprakları için bu adı kullanırlardı. Bu sebeple Hz. Peygamber s.a.v. döneminden, Selçuklular devrine kadar Anadolu hep Rum İli olarak anılmıştır. Anadolu'nun fethi tamamlandıktan sonra bu defa Marmara ve Ege Denizlerinin karşı kıyısındaki topraklar Rumeli olarak anılmaya başlandı. Nitekim 1300'lerden itibaren Rumeli artık sadece Balkanların adıydı. Yüzyıllar sonra Osmanlılar bütün Balkanlara egemen oldular fakat aynı adı kullanmayı sürdürdüler. Ne zaman ki gerilemeye başladılar, o zaman Rumeli adı yalnızca elde kalan Osmanlı toprakları için söylenir oldu. 1900'lerde Rumeli, Osmanlı açısından Arnavutluk, Makedonya, Batı ve Doğu Trakya'yı kapsayan küçük bir yer demekti artık. Osmanlı Devleti'nin 20. yüzyılın başındaki Rumeli toprakları ise, 3 bölge ve 6 vilayetten ibaretti: Arnavutluk Bölgesi ( İşkodra ve Yanya vilayetleri), Batı ve Doğu Trakya Bölgesi (Edirne vilayeti), Makedonya Bölgesi (Selanik, Manastır ve Kosova vilayetleri). Balkanların fethi Osman Bey'in kurduğu, oğlu Orhan Bey'in Bursa ve Balıkesir yörelerini de alarak genişlettiği Osmanlı Beyliği, kısa sürede Marmara denizinin güney sahillerine ulaşmış, İstanbul ve Çanakkale Boğazlarına dayanmıştı. Orhan Bey'in büyük oğlu Süleyman Paşa, 1354 yılında Çanakkale Boğazı'nı geçerek Bolayır'ın kuzeyine, Rumeli'ne ayak basmıştı. Osmanlıların Rumeli'ne geçişi için 50 yıl yetmişti. Süleyman Paşa'nın avda atıyla beraber düşüp ölüşünden (1359) dört yıl sonra Edirne alındığında, Osmanlı tahtında Birinci Murat vardı. Birinci Murat 1364'de Edirne'yi başkent edindi. Aslında Türkler Rumeli'ne (Balkanlara) Osmanlı'dan önce de ayak basmışlardı. İlk defasında milattan sonra 300 yıllarından itibaren Karadeniz'in kuzeyinden geçerek gelmişlerdi. Bunlar Oğur ( Utrugur , Kutrugur ), Bulgar, Peçenek, Oğuz, Kuman (Kıpçak) gibi Türk boyları idi. Ne var ki bunların çoğu Hıristiyanlığı kabul ederek Slavlaşmış ve yitip gitmişlerdir. Sayıları yediyi bulan bu boylar, tarihçilerce “Kayıp” veya “Asimile” kavimler olarak adlandırılır. Balkanlar'a giren ikinci Türk kuşağını Osmanlılar temsil ediyordu. Yerli halk Osmanlı'nın gelişine kadar Dördüncü Haçlı seferinin (1204) artığı Frank, Katalan ve Cermen unsurların Balkanlarda kurduğu feodal devletlerin tahakkümü altında yaşamak zorunda kalmı ş tı . Edirne'nin fethini izleyen zamanda feodalite, yerini Osmanlı hakimiyet ve adaletine bıraktı. Kosova Meydan Savaşı (1389) ve ardından Niğbolu zaferi (1396) devletin Balkan egemenliğini perçinledi. Hedef Roma Fatih Sultan Mehmed'in Bosna fethi (1463) ile Osmanlılar Dalmaçya sahillerine dayandılar. Artık hedef İtalya, daha doğru bir ifadeyle Roma'ydı. Ne yazık ki Fatih'in vefatıyla Balkan fetihleri durakladı. Kanuni Sultan Süleyman'ın Macar tehlikesini yok etmek için Belgrad Kalesi'ni alması (1521) fetihlerin yönünü değiştirdi. Böylece Katolikliğin hakim olduğu Kuzey Dalmaçya , Kuzeybatı Hırvatistan ve Slovenya bölgeleri Osmanlı hakimiyeti dışında kalmı ştır. 1526 yılında kazanılan Mohaç zaferi ile Balkanlar'da kesin ve mutlak Türk egemenliği başlamıştır. Bundan sonradır ki Anadolu'dan seçme aileler Batı Trakya, Bulgaristan, Makedonya, Eski Yugoslavya ve Romanya'ya yerleştirilmiştir. Pax Ottomanica ve başarının sırrı Balkanların fethinin bu kadar çabuk olması ve yıllarca ciddi bir muhalefetle karşılaşmaksızın devam etmesi, bir takım siyasi, sosyal ve kültürel sebeplerle açıklanmaya çalışılmıştır. Bunun en baş sebebi herhalde Osmanlı idaresiyle gelen adalet ve eski zulüm düzeninin kalkması idi. Mesela Bizans idaresi zamanında yılda dört-altı ay efendisinin tarlasında ücretsiz çalışmak zorunda kalan Ortodoks Hıristiyan köylüsü yeni toprak rejimi sayesinde bu ağır yükten kurtarılmış, İslâm Hukuku hükümleri gereği, yalnız vergi (haraç, ispenç) vermekle mükellef tutulmuştur. Osmanlı idaresinin Balkanlara yerleşmesi gerçek bir inkılâp meydana getirmiş ve Ortodoks Hıristiyanlar, Katoliklerle eşdeğerde gördükleri feodalizmden bu sayede kurtulmuşlardır. Osmanlılar Balkan yarımadasına siyasi ve ticari bir bütünlük kazandırmış ve ayrıca bölgeye Pax Ottomanica (Osmanlı Barışı) olarak bilinen 200 yıllık bir barış getirmi ştir. Anadolu kadar Osmanlı On beşle on sekizinci yüzyıllar arasında Rumeli ekonomik bakımdan çok gelişmiş, zirai üretim artmış, birçok yeni kasaba ve köy kurulmuştu. Zirai gelişmenin ana sebebi Anadolu'dan, özellikle Konya ve Karaman yöresinden getirilerek Balkanlara yerleştirilen Türk göçmenlerdi. Göçmenler bölgeyi kısa zamanda canlandırmışlardır. Çalışkan Türk köylüsü ziraat ve ticaretten kazandığı maddi gelir sayesinde Balkanlar'da muazzam bir medeniyet inşa etmi ştir. “Fatihlerin Evladı ( Evlad -ı Fatihan)” olarak anılan bu insanlar, yeni kurdukları köylere Anadolu'daki eski yerleşim birimlerinin, kendilerine önderlik eden dede, baba, şeyh gibi atalarının ad ve unvanlarını vermişlerdir. Müslüman nüfusun zamanla bölgenin hâkim unsuru haline geldiği kesindir. Nitekim tahrir kayıtlarına göre o zamanlar, bugünkü Bulgaristan'da hıristiyan nüfus 300 bin civarında iken, 1550 yılında müslüman nüfusun 1 milyon 2 yüz bin olduğu görülmektedir. Rumeli o dönemde belki Anadolu'dan bile önde ve cazip bir müslüman diyar idi. O zamanlar Balkan yarımadası, camiler, medreseler, hamamlar, mektepler, çarşılar, yollar ve köprülerle bezenmişti. Maddi gelişme ve refah, hıristiyan nüfusun da artmasını sağlamıştı. 17. yüzyılın sonuna doğru tırmanışa geçen hıristiyan nüfus, 18. ve bilhassa 19. yüzyılda değişen ekonomik şartlar ve savaşlar, Osmanlı idaresinin tarihi ve kültürel temellerinden uzaklaşmaya başlaması gibi sebeplerle Rumeli'ndeki müslüman nüfus azalmaya yüz tutmuş, hıristiyan nüfus ise aksine artmaya devam etmiştir. Tanzimat (1839) ve Islahat Fermanı (1856) ile hıristiyan halka tanınan imtiyazlar, Batı'nın himayeci yaklaşımı, ekonomik, sosyal ve kültürel imkanlarını seferber etmiş hıristiyan tüccar ve eğitimli sınıfların milliyetçi akımlara öncülük etmesi; Rumeli'nin Balkan yakasını Devlet-i Aliyyeden kopartmıştır. Talihin tarihle dönüşü On dokuzuncu yüzyılda Osmanlı İmparatorluğunun zayıflamaya başlaması ile; 1830 yılında Yunanistan'ın, 1878 Berlin Anlaşması ile Sırbistan, Romanya ve Karadağ'ın bağımsızlığının kabulü, 1909 yılında yapılan Petersburg anlaşması ile Bulgaristan'ın, 1911-1912 Balkan Savaşı esnasında Arnavutluğun bağımsızlığını kazanması sonucu, Balkanlar Osmanlı hakimiyetinden çıkmıştır. Bundan sonrası müslümanlar açısından yağma, çapul, katliam; Anadolu'dan Rumeli'ne hicret ve iskân değil de, bu defa tam tersine Rumeli'den Anadolu'ya kaçış ve sığınma, asimilasyon, kırım, yani kısacası zulüm, işkence ve çile demektir ki, çok hazindir. Özellikle 1830 yılından sonra Balkanlar müslümanlar için mezbaha haline gelmiş, irili ufaklı yerleşim birimleri yakılıp yıkılmış, mal varlığı yağmalanmış, Anadolu'ya akın akın göç başlamıştır. Bütün bunlar sonucu müslümanlar ve Türkler Balkanlar'da kimliklerini muhafaza etmeye çalışan azınlık haline düşürülmüştür. Konuya yönelik çözüm hamleleri, Balkanlar'da tazyike uğrayan “soydaş”larımıza sınır kapılarını açarak her defasında yüz binlercesini Anadolu'ya kabul etmekten öte gidememiştir. Ne oradaki Türk ve müslüman varlığını, ne de tarihi geçmişimizin şanlı hatıralarını, ecdat yadigârı eserlerimizi korumayı layıkıyla başarabilmişizdir. Fakat hâlâ kısmen camiler ayakta, medreseler faaliyette, müslümanlar eski günlerin izzet ve ihtişamını bekler vaziyettedirler. Hatta sadece Türkler ve müslümanlar değil, Balkanlar'ın tamamı, o tarihten bugüne tıpkı Osmanlı'dan koparılan diğer topraklar ve insanlar gibi kurtla kuzunun yan yana yaşadığı o adalet, hakkaniyet, sulh, sükûn ve huzur dolu günleri aramakta, içinde çırpınıp durduğu anarşi ortamının sona ermesi için İslâm'ı ve müslümanları beklemektedirler. Mersiye Bin yıl oldu toprağına basalı, Hayli oldu kılıçları asalı, Bülbüllerin onun için tasalı Sazlar kırık, ayar tutmaz telleri, Biz neyledik o koskoca elleri… Yol görünür, Hakan emir verirdi, Dalga dalga orduların yürürdü, Hamlemizden dağlar, taşlar erirdi, Doludizgin aştık nice belleri, Biz neyledik o koskoca elleri… Ferman çıkar, dalkılıçlar takınır, Meydanlarda Rabb'e dua okunur, Gölgemizden bütün cihan sakınır, Andırırdık coşkun akan selleri Biz neyledik o koskoca elleri… Yıldız doğar, tâliimiz belirir, Sabah olur ulûfeler verilir, Bir seferde dört kırallık serilir, Savrulurdu ta göklere külleri, Biz neyledik o koskoca elleri… Kosovalar, Pilevneler bizsizdir, Yosun tutmuş camileri ıssızdır, Boynu bükük minareler öksüzdür, Açmaz olmuş Kızanlık'ın gülleri, Biz neyledik o koskoca elleri… Hâli görür, geleceği sezerdik, Bir zamanlar ta Vistül'de gezerdik, Haritayı biz kendimiz çizerdik, Fetheyledik deryâları çölleri, Biz neyledik o koskoca elleri… Rodopların ak başları yaslıdır, Serdengeçti gönül artık usludur, Rüzgârları bile matem seslidir, Zafer, zafer der eserdi yelleri, Biz neyledik o koskoca elleri… Osman Yüksel Serdengeçti Deniz Gibi Çekilmişiz ama Tuzumuzu Bırakmışız Gönlümüzde nehir varsa Tuna'dır, dağ varsa Balkan'dır. Vâkıâ , Tuna'nın kıyılarından ve Balkan'ın eteklerinden ayrılalı şu kadar sene oluyor. Lâkin, bilmem uzun asırlar bile o sularla, o karlı tepeleri gönlümüzden silebilecek mi? Zanneder misiniz ki bu hasret yalnız Rumeli'nin çocuklarının yüreğindedir? Rumeli toprağına ömründe ayak basmamış bir Diyarbekirli de aynı hasretle bu türküyü söylemiyor mu? Gözde tüter dumanları / Bak Şıpka'nın Balkanları / Hâlâ sızar al kanları / Ayrılmıştık otuz sene / İşte Şıpka, geldik yine. İstanbul'dan Sofya'ya kadar küçük bir seyahat, mâzînin kalbimde kalan hayalini sileceğine bilakis daha ziyade alevlendirdi. Avrupa'ya doğru cezr ü meddi biten bir deniz gibi o dağlardan çekilmiş, lâkin tuzumuzu bırakmışız. Bütün o toprak biz kokuyor. Yahya Kemal Beyatlı |