๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Diğer Yazılar => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 10 Kasım 2011, 00:01:47



Konu Başlığı: Pakistan Pak İnsanların Diyarı
Gönderen: Zehibe üzerinde 10 Kasım 2011, 00:01:47
Pakistan Pak İnsanların Diyarı


Kasım 2005 - 83.sayı

Ahmet MİROĞLU kaleme aldı, DİĞER YAZILAR bölümünde yayınlandı.

“Türkler için yapabileceğimiz her şeyi yapmak bizim için farzdır. Zira bugün yeryüzünde yaşayan biz müslümanlar , haysiyetimizi onlara borçluyuz.”diyerek başlattıkları yardım kampanyasında toplanan 125 bin Osmanlı Liralık yardımı İstanbul'a ulaştıranlar, Pakistanlı/Hindistanlı müslümanlardır (Bk. Osmanlı Arşivi, Defter-i İane-i Hindiyye , s. 108-109 ).

    Yardım Sandığı Başındaki Dram

    Yardım sandıklarının başındaki İngiliz memurun gözleri fal taşı gibi açılmı ştır. Yardım hareketine herkes katılmakta ve adeta mal varlığından kurtulmak istercesine elindekini avucundakini bırakıp gitmektedir. Çeyizlerini getiren genç kızlar mı ararsınız, ceplerindekini son kuruşuna kadar boşaltıp giden fakirliği her halinden belli yoksullar mı? Herkes ama herkes, bir ibadet huşuu ile yardımını yapıp gözyaşları içinde, pek de bir şey yapamamış olmanın hüznü omuzlarına çökmüş durumda geri dönmektedir.

    İngiliz memur önceleri bu duruma şaşmış ama zamanla kanıksamıştır. Fakat şimdi gözlerinin önünde cereyan eden manzara inanılır gibi değildir. Önce yardım sandıklarının başında uzun kuyruklar oluşturan kalabalık şöyle bir dalgalanır, sonra kucağında bebeği, yoksul bir kadının telaşla sağa sola koşuşturduğu görülür. Verecek bir şeyi olmayan fakir kadın çığlık çığlığa; “Yok mu çocuğumu satın alacak bir hayırsever? Bedelini Osmanlı'ya göndereceğim!” diye bağırmaktadır. Fedakârlığın zirvesinde dolaşan hatta “ îsâr ” sınırlarını zorlayan bu asil davranış karşısında insanlar şaşkın ve perişandır. Yürekler bu yükün ıstırabına daha fazla dayanamaz. Hıçkırıklar birbirine karışır. Neyse ki bir hayırsever çıkar ve kadına Osmanlı'ya ne kadar yardım etmek istediğini sorar. Çıkarır o meblağı, onun adına bağışlar. Böyle âlicenap bir gönül çocuğu anasından ayırır mı? Elbette ayırmaz. (Hindistan Arşivi, H. Pol , Ekim 1913)

    Zaman Birinci Dünya Savaşı'nın henüz başlamadığı zamandır. Fakat Osmanlı olağanüstü bir savaş yaşamaktadır. Anadolu'dan önce Balkanlara yönelen, topraklarını o tarafa doğru genişleten Osmanlı Devleti, 1912 yılına gelindiğinde Balkanlardaki topraklarını büyük oranda kaybetmiş, elinde sadece Arnavutluk' la Makedonya kalmıştır. Bulgaristan, Yunanistan, Sırbistan ve Karadağ birleşerek, Trablusgarp savaşıyla meşgul Osmanlı Devleti'ne savaş açarlar. İşte 2 yıl sürecek ve Balkan Savaşları olarak anılacak bu dönemde yardım sandıklarının başına ko şuşanlar, ileride Pakistan olarak anılacak o pak ülkenin pak insanlarıdır.

    Şimdi geriye dönüp baktığımızda, aradan 93 yıl geçtiğini görüyoruz. Son yıllarda müslümanların deprem, işgal, tsunami üçgeninde çetin sınavlardan geçtiğine tanık oluyoruz. Şüphesiz “her güçlükle beraber mutlaka bir kolaylık vardır”. Bu karanlık gecelerin aydınlık sabahı elbette gelecektir. Yeter ki liyakat kesbedebilelim . Hazırlanabilelim. Yeter ki biz o müslümanlar olabilelim. “Allah kullarına asla zulmetmez.”

    İmdi şapkamızı önümüze koyup düşünme vaktidir. Gelecek önce gönüllerde şekillenir. O halde gönülleri bezeme zamanıdır. Dem, “Allah'ın yardımı ne zaman?” deme demi değil, “Allah'ın yardımına mazhar olabilmenin uğraşını verme” demidir. Pakistan depreminde yaralananların yarasına merhem olabilme vaktidir. Kardeşliğin gereği yerine getirilmelidir, karınca “kadar”ınca…



----------------------------------------------------

Kendi tarihini kuran ülke

Pakistan tarihini Hint Yarımadası tarihi içinde ele almak gerekir. Çünkü tarihte ülke topraklarına has kurulan ilk devlet Pakistan'dır.

Hindistan'da İslâm sancağını ilk dalgalandıran komutan, henüz hayatının baharındaki Sakîfli genç Muhammed b. Kâsım'dır . Bu yiğit İslâm komutanı, Haccac -ı Zalim'in desteğinde Irak üzerinden yürüyüp Sind'i fethettiğinde tarihler h. 93 (m. 712) yılını gösteriyordu. Onun başlattığı fetih hamlesi sayesinde İndus Vadisi ile kuzeyde Multan'a kadar olan bölgede İslâm günümüze kadar varlığını sürdürmüştür. Daha sonraki dönemlerde İslâm'ın Hint yarımadasında hızla yayıldığını görüyoruz. Müslüman Arapların yarımada üzerindeki hâkimiyetleri 300 yıl kadar sürmüştür.

Tüccarlar ve sufiler eliyle yürütülen manevi fetihlerin hiç durmadığını söylemeye gerek görmüyoruz. Fakat ilk fetihlerin ardından Hindistan yeni bir fetih hamlesiyle ancak Gazneli Sultan Mahmud sayesinde tanışabilmiştir. Onun 1001 yılında Pencab hükümdarına karşı kazandığı zaferden sonra yarımada tedrici bir şekilde Türklerin eline geçmeye başlamıştır. Gaznelilerin bölgedeki hâkimiyetleri 1187'ye kadar sürmüştür.

1187 - 1206 yılları arasında Hint Yarımadası'nın büyük bir kısmına Gurîler hükmettiler. 1206'da Hindistan Memlükleri dönemi başladı ve 1290'a kadar devam etti. Hindistan'da 1290 - 1320 yılları arasında Halaçlar, 1320 - 1414 yılları arasında da Tuğluklar hüküm sürdüler. 1398'den itibaren de sahneye Timuroğulları çıktı. Timuroğulları zamanla Tuğlukları ortadan kaldırdılar.

Timuroğulları hâkimiyetinin devam ettiği sırada 1800 yılında Allahâbâd şehri İngilizlerin eline geçti. İngilizler daha sonra içerilere doğru girerek yarımadanın tamamına yakınını işgal ettiler. 1857'de işgale karşı çıkan halk ayaklanması İngilizler tarafından şiddetle ve çok kanlı bir şekilde bastırıldı. İngilizler 1858'de Timuroğulları'nın hâkimiyetine tamamen son verdiler ve son Sultan Bahadır Şah'ı Rangun'a sürgün ettiler. İşgalciler 1857 halk ayaklanmasındaki bütün maddi zararlarının bilançosunu çıkararak tamamını Hindistan halkına ödettirdiler.

İngilizler Hindistan'ı işgal ettikten sonra yarımadanın bütün maddi zenginliklerini İngiltere'ye taşımak amacıyla Doğu Hindistan Şirketi adında bir şirket kurdular. Bu şirket sadece ticari bir kuruluş değildi. Geniş idari yetkilere ve imkanlara sahip olduğu gibi, bir de ordusu vardı.

Teşkilattan devlete

İngilizler Hint yarımadasında en çok müslümanları ezmeye çalışmışlardır. Çünkü işgale en çok direnenler onlardı. İngiliz baskısına karşı müslümanlar da bağımsızlık yolundaki çabalarını artırmışlardır.

1906'da kısa adı “ Muslim League ” olan “Tüm Hindistan Müslümanları Birliği” adlı bir örgüt kuruldu. Ünlü müslüman şair Muhammed İkbal ile etkili siyaset adamı Muhammed Ali Cinnah'ın katılımıyla birlik daha da güç kazandı.

Muslim League , başlangıçta müslümanların hindularla aynı haklara sahip olması uğrunda mücadele ediyordu. Ancak zaman içinde müslümanların ayrı bir devlet kurması fikri güç kazandı ve 1940 Lahor toplantısında müslümanların çoğunlukta olduğu bölgelerde Hindistan'dan ayrı bağımsız bir devlet kurulması için çalışılması karara bağlandı.

Tarihte hindular tarafından sürekli horlanan ve İngiliz işgali döneminde de ikinci sınıf vatandaş durumuna düşürülen müslüman kitle, bu yöndeki çabaları destekledi. Nihayet 14 Ağustos 1947'de Hindistan'dan bağımsız Pakistan devletinin kuruluşu ilan edildi.

Başlangıçta Bangladeş de Doğu Pakistan adıyla bu devlete bağlıydı. Ancak 1971'de Pakistan'dan ayrıldı.

Sıfır noktasından başlayan ekonomi

İngilizler, işgal dönemlerinde müslümanların yoğun olarak yaşadığı bugünkü Pakistan topraklarını ihmal ettiklerinden, ülke kuruluşundan sonra ekonomik gelişmesini bir bakıma sıfırdan başlatmıştır. Bugün Pakistan ekonomisi büyük ölçüde tarım ve hayvancılığa dayanır. Başlıca tarım ürünleri pamuk, pirinç, şeker kamışı, buğday, meyve ve sebzedir. Ülkede balıkçılık da yaygındır.

Doğalgaz rezervleri, petrol, kömür (düşük kalitede), demir cevheri, bakır, tuz, kireç taşı, kaya tuzu, mermer, alçı taşı, dolomit, silis, ateş kili, seramik kili, demir cevheri, boksit, barit, kromit , magnesit başlıca doğal kaynaklar arasındadır. Pakistan'ın Belucistan bölgesinin zengin doğalgaz rezervlerine sahip olduğuna inanılmaktadır. Ancak burası, hükümetin kontrolü tamamıyla ele alamadığı sorunlu bir bölgedir. Kromit , antimon, fosfat, porselen ve bazı değerli taş rezervleri henüz işlenmemiş doğal kaynaklar arasındadır. Aralık 2002'de Hazar Denizi'nde üretilen doğalgazın Türkmenistan - Afganistan ve Pakistan üzerinden Hint Okyanusu'na ulaştıracak 1460 km uzunluğundaki Trans-Afganistan Boru Hattı'nın döşenmesi konusunda üç ülke anlaşmaya varmı ştır.

Pakistan'da İslâmiyet

Pakistan'da resmi din İslâm'dır. Halkın % 97'si müslümandır . Müslümanların % 97.5'i Sünnî ve Sünnîlerin de büyük çoğunluğu Hanefîdir .

Pakistan'daki İslâmi cemaatlerin en güçlü olanı “Cemaati İslâmiye”dir . Bu cemaatin temelleri daha Pakistan kurulmadan önce, 26 Ağustos 1941'de Ebu'l - A'lâ el- Mevdudî ve 75 arkadaşı tarafından Lahor'da atıldı. İlk lideri Ebu'l - A'lâ el- Mevdudî idi. Onun 1972'de hastalanması üzerine liderliği Tufeyl Muhammed üstlendi. 1987'den itibaren de Kadı Hüseyin Ahmed liderlik yapmaktadır.

Halk içinde Cemaati İslâmiye'den sonra en geniş desteğe sahip olan İslâmî grup “Tebliğ Cemaati”dir. Tebliğ Cemaati'nin en önemli özelliği Sünnet'e ağırlık vermesi ve siyasi faaliyetlerden uzak durmasıdır.

Hindu tehdidi

Pakistan sürekli Hindu tehdidi altındadır. Hindular başlangıçta müslümanların ayrı bir devlet kurmasına karşı çıkıyorlardı. Bu yüzden Pakistan'ın kurulmasından memnun kalmadılar.

Hindistan sahip olduğu nükleer silah gücüyle de Pakistan için bir tehdit oluşturmaktadır. ABD, Pakistan'ı atom bombası yapma çalışmalarından dolayı sürekli sıkıştırırken, Hindistan'ın aynı yöndeki çalışmalarını görmezlikten gelmektedir. 1985'te Hindistan ve Pakistan nükleer tesislere saldırmazlık anlaşması imzalamı ş lardır . 1990'larda tekrar tırmanan gerginliklerden sonra, Navaz Şerif'in göreve gelmesinin ardından resmi diyalog için gösterdiği çabalar sonucu yapılan ve umut vadeden 1999 Lahor zirvesinde de sorunun çözümü konusunda kalıcı bir anlaşmaya varılamamı ştır. Önümüzdeki dönemde iki ülke liderlerinin tekrar bir araya gelmesi beklenmektedir.

Bugün 150 milyonluk nüfusu, sahip olduğu nükleer bomba ve verimli toprakları ile İslâm dünyasında önemli bir yere sahip olan Pakistan'da 7 bin 700'ü medrese olmak üzere yaklaşık 23 bin özel okul vardır. Eğitim, İngiliz sistemiyle çalışan batılı okullar ile tamamen dinî eğitim veren medreseler arasında sıkışmış durumdadır.

Pakistan, altyapıdan eğitime, ekonomiden sosyal güvenliğe kadar çeşitli sorunlarla uğraşmaktadır. Eğitimden devlet yapılanmasına kadar her şey İngiliz sisteminden alınmıştır. Ne yazıktır ki İngiltere'ye büyük bir hayranlık duyulmaktadır. Ülkenin yüzde 20'lik zengin kesimi lüks içinde yaşarken, geride kalan yüzde 80'lik kısmın milli gelir ortalaması birkaç yüz doları bulmamaktadır. Bir yanda sarayları andıran evlerde yaşayan insanlar, diğer tarafta sokaklarda yaşayanlar... Eğitimli kesimin hedefi ise bir yolunu bulup İngiltere'ye yerleşmektir. Zaten bu kesimden herkesin birkaç yakını İngiltere'de yaşamaktadır.

Bu nasıl kardeşlik?

Resmi söylem Pakistan' la Türkiye 'nin kardeş olduğu yönündedir. Fakat bu hayata geçmemiştir. İki ülke arasındaki ticaret ancak bir şirketin cirosu (200 milyon dolar) kadardır.

Bir zamanlar yukarıda anılan Türk hanedanlarına ev sahipliği yapmış olan bu ülke ahalisi, sömürgecilik döneminde insanlık onurunu ve müslümanlık şerefini Osmanlı Devleti'nin varlığına bağlamayı tercih etmiştir. Haberleşme vasıtalarının yaygın olmadığı 1854 Kırım Savaşı'ndan itibaren onları dualarıyla ve varlıklarıyla daima yanımızda bulmuşuzdur. Demir âsâ , demir çarık koşarak gelip Anadolu ve Balkanlarda bizimle omuz omuza savaşan gönüllüler onlardır. Hilal-i Ahmer ve Tip cemiyetleriyle yaralarımızı sarıp gözyaşlarımızı silenler de yine onlardır. Savunmasız ve sahipsiz kaldığımızı düşündüğümüz anda yanıbaşımızda bitenler yine onlardır.

Dolayısıyla söylemi eyleme dönüştürmemiz tarihin bize yüklediği bir misyondur . Şimdi zor günlerinde onlara yardım elini uzatma ve kardeşliği ispat etme vaktidir.

-----------------------------------------------------

    Keşmir Sorunu

    1947'den bugüne kadar çözülememiş bir sorundur ve Pakistan-Hindistan ilişkilerindeki gerginliğin başlıca sebebidir. İngiliz idaresi sırasında bir prenslik olan Keşmir, bölünme sırasında Hindistan'a ya da Pakistan'a katılmak konusunda önce çekimser kalmış, sonra çoğunluğu müslüman olan halkın bir bölümünün Pakistan'a katılmak için ayaklanması üzerine, Hindistan'ın karışıklığı bastırması için katılım belgelerini imzalayarak Hindistan birliklerinin topraklarına girmesine izin vermiştir. Pakistan Keşmir'in Hindistan'a katılmasını tanımamış ve Keşmir'in batı bölümünü kontrolü altına almıştır. Burası “Azad Keşmir (Özgür Keşmir)” olarak adlandırılmaktadır. Ancak Keşmir'in başkent Srinagar dahil bölümü hâlâ Hindistan işgali altındadır. Hindistan işgali altındaki Keşmir'in nüfusunun % 80'den fazlası müslümandır . BM Keşmir halkı arasında Pakistan veya Hindistan'dan hangisini tercih ettikleri konusunda bir referandum yapılmasını kararlaştırdığı halde Hindistan bu kararı uygulamamaktadır. Hindistan Keşmir'deki müslümanları ağır bir zulüm ve işkence altında tutmaktadır. 1948'de Hindistan sorunu Birleşmiş Milletler'e götürmüş ve bir yıl sonra Keşmir'i bölen hat üzerinde ateşkes ilan edilmiştir.