๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Diğer Yazılar => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 12 Eylül 2011, 14:14:33



Konu Başlığı: Osmanlının Boğdanı: Moldova
Gönderen: Zehibe üzerinde 12 Eylül 2011, 14:14:33
Osmanlı'nın Boğdan'ı: Moldova


Ocak 2007 - 97.sayı


Ahmet MİROĞLU kaleme aldı, DİĞER YAZILAR bölümünde yayınlandı.

Boğdan Nere Düşer?


Siz hiç, bir tarih dersi kitabının Osmanlılar döneminde fethettiğimiz veya kaybettiğimiz yerlerin bugünkü adlarına ilişkin notlar düştüğüne rastladınız mı? Ders kitaplarımıza kalırsa, sanki Osmanlı hep meçhul diyarlarda at koşturmuştur.

Hele bir Podolya, Lehistan, Eflak, Erdel, Boğdan diye başlayıp zaman mekân ilişkisini alt üst etmeye görsünler, öğrenci şaşırır kalır. Artık çıkabilirse çıksın işin içinden. Osmanlı ordusu sanki dünya üzerinde olmayan yerleri fethetmiştir. İyi de buralar buhar olup uçmadı ya!.. Olsa olsa adı değişti, başka bir ülkeye dönüştü, o kadar. Nitekim Podolya denilen yer Ukrayna’dır, Lehistan Polonya’dır. Eflak bugün Romanya sınırları içinde kalmıştır. Erdel Transilvanya’dır, Boğdan ise Moldova... Açıklansa kötü mü olur?

Tarihin karmaşık bir hale sokulması şartmış, başka türlü bir öğretim tarzı izlenemezmiş gibi tuhaf bir durum, adeta yeni nesilleri geçmişinden uzaklaştırmak istercesine garip, anlaşılması güç bir tutum... Sonra da tarih bilinci eksikliğinden yakınmalar, hatta yokluğundan dem vurmalar...

Çok büyük bir devletmiş Devlet-i Aliyye gerçekten. Öğrenilen her yeni bilgi bu hususu hayranlığınızı artıracak tarzda bir kez daha ispatlıyor. Haritayla azıcık dost olabilsek, bir aralar yönettiğimiz veya bağlantılı olduğumuz coğrafyada sonradan kurulan devletlerin neredeyse saymakla bitmediğini göreceğiz. Mesela bir yanda ta Yemen’e kadar Arap Yarımadası, öte tarafta yer yer Ümit Burnu’na kadar uzanan Afrika kıtası... Tsunami felaketi olmasa, unutulmaya mahkûm ettiğimiz Uzak Doğu diyarlarını belki de hiç hatırlamayacaktık. Daha beriye geldiğinizde, bugünlerde artık biraz da alayımsı bir takım jest mimik hareketleriyle söz edilen “Viyana önleri”ne kadarki Batı toprakları var.

Osmanlı’nın bir zamanlar hakim olduğu Batıdaki topraklarda irili ufaklı pek çok devlet sıralanır. İşte o devletlerin en küçüklerinden birisi, 33 bin 843 kilometre karelik yüzölçümüyle, 4,5 milyonluk nüfusuyla Moldova’dır. Yoksa Moldovya mı deseydik? Yahut Bab-ı Ali lisanıyla veya Devlet-i Aliyye diplomasi diliyle Boğdan ya da Kara Boğdan mı? Osmanlıların bir diyarı “Kara” diye nitelendirmelerinin boyun eğmiş, bağlılığını bildirmiş anlamına kullanıldığını bilirseniz, isimlendirme daha ilginç bir hal almış olmaz mı? Ne dersiniz?

1812’de Ruslara terk edene kadar üç yüz yıl yönetilen bir toprak parçasına ne ad vereceğine bizler değil, elbette Osmanlı karar verecektir. İtiraz eden beri gelsin.


Çam Irmağı Prensliği


Moldova kelimesi, Slavca Çam Irmağı anlamına gelen bir terkiptir. 14. yüzyılda bu ırmak boyunda aynı adla bağımsız bir prenslik kurulmuştur. Moldova’nın Türkçe ismi olan Boğdan, bu prensliği kuran voyvodanın adından alınmıştır. Nitekim Latince Orta Çağ kaynaklarında da buraya Boğdanya denildiği görülmüştür. Osmanlılar ülkenin sakinlerini de Ulahlar olarak adlandırmayı tercih etmişlerdir. Bu arada hemen belirtelim ki Voyvoda, Slav dillerinde kumandan ya da prens anlamına gelir. Osmanlı Devleti Eflak ve Boğdan’ı topraklarına katmadan önce bu ülkelerin kralları voyvoda adıyla anılmaktaydılar. Aynı terim Eflak ve Boğdan vilayetlerine padişah tarafından tayin edilen valiler için kullanılmaya devam etti. Voyvodalar sancak beylerine denk konumdaydılar.

Tarihi devirlerde bu topraklara ilk defa yerleşen İskitler ve Trak asıllı Daklar, Romalılarla karışarak Romen halkını oluşturmuşlardır. Sonra Got Cermenleri, Alanlar, Slavlar ve çok sayıda Türk kavmi, mesela Hunlar, Avarlar, Peçenekler, Kumanlar... burayı vatan edinmiştir. Onlardan geriye etnik kökenlerine işaret eden bazı yer isimlerinden başka pek bir şey kalmamıştır. Yalnız Gagavuzlarla Tatarlar milli kimliklerini korumayı başarmışlardır.

Moldova Devleti’nin kurulmasından ülkenin Osmanlı hakimiyetine girişine kadarki devrede Voyvodalar, Macar ve Leh (Polonya) kralları ile Altın Orda Hanlarına karşı direnmeyi ve ülkenin bağımsızlığını, hukuki açıdan değilse de, fiilen sürdürmeyi başarmışlardır.

Osmanlı’nın “Kara Boğdan”ı


Çelebi Sultan Mehmed zamanında (1413-1421) başlayan ilişkiler, Fatih zamanında (1432-1481) Boğdan’ın Osmanlı Devleti’ne tabi olmasıyla sonuçlanmıştır (1455). Fatih, ülkeyi vergiye bağlamakla yetinmiş, Boğdan’ın iç işlerine ve Voyvoda’nın ayrıcalıklarına karışmamıştır. Dolayısıyla Boğdan, Bulgaristan, Sırbistan ve Macaristan gibi bir Türk paşası tarafından idare edilen bir Türk vilayeti haline getirilmemiştir.

Fakat sonradan Fatih’in bu siyasetini geliştirmesi gereken Osmanlı yönetiminin ihmalleri sonucu Boğdan’da diğer Osmanlı beldelerinde görülen İslâmlaşma hareketleri görülmemiştir.

Osmanlı-Boğdan ilişkileri inişli çıkışlı bir seyir izlemiştir. Boğdanlılar zaman zaman Batılı güçlerle anlaşarak Osmanlı Devleti’ne karşı cephe almış ve savaşmışlardır. 17. asırda ülke topraklarında Hıristiyanlığın geliştiğine tanık olunur.

Batılı devletlere Yaş Antlaşması’yla (1792) iyiden iyiye devreye giren Ruslar da eklenince, Boğdan 1812’de Osmanlı Devleti’nden kopmuş oldu.

Boğdan 1918’e kadar Rus hakimiyetinde kaldı. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, 1918’de bölge Romanya’nın eline geçti ve 1924 yılında Moldova Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti kuruldu. 1940’ta ülkeyi yeniden ele geçiren Sovyetler, 1941’de Moldova’yı Romanya’ya vermek zorunda kaldı ama 1944’de geri aldı.

Moldova’nın şimdiki sınırları, Prut ve Dinyester nehirlerinin arasındaki Besarabya adlı tarihi bölgenin SSCB tarafından Romanya’dan alınması ile 1947’de çizilmiştir. Bu tarihten itibaren Moldova’nın Romanya ile ilişkisi kesilmiş, Kril alfabesi kullanma zorunluluğu getirilmiş, Rusların ve Ukraynalıların sanayi bölgelerine göçleri özellikle desteklenmiştir. 1950’lerde ise binlerce Romen, Orta Asya’ya göç etmek zorunda bırakılmıştır.

Moldova’nın bağımsızlık çalışmaları 1990 yılında artmıştır. Aynı yıl yapılan seçimlerde Moldova Halk Cephesi Parlamento’da çoğunluğu sağlamış ve Anayasa’da bir dizi değişiklik yapılmıştır. Moldova, nihayet 27 Ağustos 1991’de bağımsızlığını kazanmış fakat halkın büyük ölçüde karşı çıkmasına rağmen Bağımsız Devletler Topluluğu’nun oluşumuna yönelik anlaşmayı imzalamak zorunda kalmıştır.

Hıristiyan Türkler ve Müslüman Moldovalılar

Moldova’da din, dil ve kültürel özellikler bakımından kendine has bir Türk topluluğu olan Gagavuz Türkleri, Moldova Cumhuriyeti içinde ve Anayasa’ya eklenen bir maddeyle sağlanan özel hukuki statüye istinaden Gagavuz Yeri Özerk Cumhuriyeti çatısı altında varlıklarını sürdürmektedirler. Gagavuzlara verilen özerklik, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra barışçı yolla çözümlenen ilk ve tek etnik sorun olma özelliğini korumaktadır.

Gagavuzlar ne yazık ki Ortodoks Hıristiyandırlar. Hıristiyanlığa girmeleri konusundaki tezler bir yana, belki asıl tartışılması gereken şey, İslâm’dan nasıl haberdar edilecekleridir. Ama maalesef bu konu henüz müslümanların gündemine girebilmiş değildir.

Moldova’daki birkaç bin müslümanın -ki mevcut rakamlar sayıyı 3118 olarak göstermektedir- durumu iç açıcı değildir. Dine karşı çıkan komünist bir rejimden sonra bağımsızlığını kazanan Moldova’da yönetim müslüman cemaati resmen tanımamakta direnmektedir. Üstelik bütün başvuruları sebep göstermeksizin reddetmektedir. Tabii resmi tanınma olmayınca da cemaat adına banka hesabı açtırma, yayın faaliyetinde bulunma ve mabet inşa etme işlemlerine geçilememektedir. 2000 yılından bu yana yapılan girişimlerden şu ana dek sonuç alınamamıştır. Konu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne intikal etmiştir.

Engellemeler bu kadarla sınırlı değildir. 2004 yılında müslümanların Cuma namazı kılmalarının önüne geçilmek istenmiştir. Engellemenin gerekçesi devlet tarafından resmen tanınmamış cemaatlerin ibadetlerinin kanunsuz sayılması. Moldova polisi müslümanları yıldırmak amacıyla sebepsiz yere sorgulama, emniyet merkezine götürerek fotoğraflarını çekme veya bir müddet alıkoyma, gerekçe göstermeksizin evlere baskın düzenleme, soruşturma açma gibi birtakım yöntemler kullanıyor. Ülkedeki iki İslâm cemaatinden birisi başkent Kişinev’de faaliyet yapmaya çalışmaktadır. İmamları Talgat Masaev’dir.

Moldova şanssız bir yer... Osmanlılarca Boğdan olarak adlandırılıp tanındığı ve idare edildiği dönemde mevcut şartlar icabı yeterince İslâm’a yönlendirilememiş. Günümüzde ise müslümanların İslâmî faaliyetleri bir tarafa, açıktan cemaatle ibadet etmelerine bile engel olunan bir ülke konumuna düşmüş. Ama geleceğin neye gebe olduğunu kim bilebilir?

Önemli olan müslümanların samimiyetle üzerlerine düşeni yerine getirmeye gayret etmeleridir. Moldova’daki müslümanlar en azından bunun bilincinde gözüküyorlar. Her şeye rağmen Cuma namazlarını kılmaya devam ediyor, inançlarını yaşama uğrunda önlerine çıkan engelleri birer ikişer aşmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Yurtdışındaki İslâmî teşkilatlardan ve müslüman ülkelerden birazcık yardım görebilseler, belki işler daha kolaylaşacak...

Müslüman Boğdan Voyvodaları


1546’da Boğdan Voyvodalığı’na gelen İlya, babasının voyvodalığı zamanında bir süre rehin olarak İstanbul’da bulunmuştu. İlya, voyvodalık görevini kabul edişinden sonra 1550 yılı dolayında müslüman olmuştu ki, bu durum Moldova tarihinde benzeri görülmedik bir olaydır. İslâm’ı kabul etmesini izleyen dönemde belki de can güvenliğini sağlamak amacıyla Silistre Sancakbeyliği görevine getirilen bu Boğdan Voyvodası Halep’te vefat etmiştir. Onun Boğdan Voyvodalığı 1546-1551 yılları arasında 5 yıl sürmüş, yerine kardeşi Yedinci Stefan gelmişti. Yeni Voyvoda’nın da kardeşi gibi İslâmiyeti kabul ettiğinin duyulması Hıristiyanlığa bağlı halk kesimi nezdinde infial uyandırmıştı. Nitekim 1552’de uğradığı bir suikast sonucu hayata veda etmiştir.
Osmanlı Musikî Eserlerini Notaya Alan Boğdanlı: Küçük Kantemiroğlu (1673-1723)

Boğdan Voyvodası Konstantin Kantemir’in oğludur. Türk kaynaklarından yararlanarak tenkitli bir Osmanlı Tarihi yazmıştır. Uzun süre İstanbul’da yaşamıştı. Küçük Kantemiroğlu adıyla ünlenmişti. Türk bestekârları arasında önemli bir yeri vardır. Harflerden ve rakamlardan oluşan bir nota sistemi geliştirmişti. Müzik meraklısı bir kimse olan Hazine-i Hümayün müdürü İsmail Efendi ile saray hazinedarı Latif Çelebi’nin ısrarlarıyla kısaca “Kantemiroğlu Edvarı” diye anılan bir eser (Musikiyi harflerle tesbit ve icra ilminin kitabı, Kitâbü İlmi’l-Mûsikî ‘alâ Vechi’l-Hurufât, nşr. Yalçın Tura, İstanbul 2001) yazarak Sultan İkinci Ahmed’e takdim etmiştir. Kitap iki ana bölümden oluşur. Birinci bölümde makamlar, perdeler, usuller üstüne bilgiler, ikinci bölümde ise, 16-17. yüzyıla ait toplam 349 parça eserin notası vardır. Eser, dönemin Osmanlıcası ile düzgün bir üslupla kaleme alınmıştır.