๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Diğer Yazılar => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 11 Temmuz 2011, 19:35:18



Konu Başlığı: Noktadaki Varlık Nüktesi
Gönderen: Zehibe üzerinde 11 Temmuz 2011, 19:35:18
Noktadaki Varlık Nüktesi

Kasım 2010 - 143.sayı

Ahmet ALEMDAR kaleme aldı, DİĞER YAZILAR bölümünde yayınlandı.

Hayat, yaşadığımız sürece sürekli olarak bir çizgi üzerine her an koyduğumuz noktalardan ibarettir. Bu noktaların bileşkesi, hayatta niçin veya nasıl yaşadığımız sorusunun cevabı olacaktır. Dolayısıyla hayat serüveninde hızla akmakta olan insan, noktaları, koyması gereken yere koymaya dikkat etmelidir.

İnsan, aslında tek bir noktadan ibarettir. Tek nokta, insana akan bütün yolların birlikteliğidir, dolayısıyla insan tam bir sentezdir. Necip Fazıl, “Oluklar çift; birinden nur akar; birinden kir.” diyorsa da, bu ikilik Yüce Rabbimizin rahmetiyle bir noktanın derununda tekliğe/vahdete dönüşebilmektedir.

Evet, insan nûr ve zulmet kanallarından gelecek olanlarla yaşamakta veya imtihan olmaktadır. Ancak her an imtihan içerisinde olduğu şuurunu yaşayabilen ve böylece dünya imtihanını aşabilme lütfuna erebilen kâmil insanlar, iyiliğin ve kötülüğün insan için anlamının sırlarına vâkıf olabilirler. Berrak sular da, kirli sular da, büyük bir okyanusta kaybolup gitmiyorlar mı? Besmele, noktası olan ‘be’ harfiyle başlar. Gerek mektup kâğıdına, gerekse herhangi bir çalışma kâğıdının bir köşesine, önce bir nokta konularak yazmaya-çizmeye başlamak gibi bir geleneğimizin olduğunu hatırlamalıyız. Her şeyin başı ve özü bir noktadır. Varlığın nüktesi noktaya yüklenmiştir. Öyleyse noktayı bilmeden nükteye âşina olunabilir mi?

Varoluşun nüktesini ararken

İnsan her yaşta öğrendikleri, yaşadıkları ve hissettikleriyle hayat çizgisinin varoluş noktalarını oluşturmakta ve ilmin özü olan noktadan farklı doğrultularda da olsa nice çizgiler inşa etmektedir. Bizler de birer noktayız; hissettiklerimiz bu noktanın açılımları…

Ancak noktamızın çapı ne kadardır, hiç düşündük mü? Kapısında insanları hemen kabul etmeyen alime bir velî gelir ve “Allah’a nispetle Peygamberin konumu nedir?” diye sorar. Alim, bu soru karşısında hatasını hissedercesine susmayı tercih eder. Velî cevabı kendisi verir: “Büyük dairede bir nokta! Ya senin Peygambere göre konumun nedir ki?”

Yunan efsanelerinde yer alan, “Aşil’in Topuğu Hikâyesi”nde bahsedilen ve kendini kral kabul eden kişinin zaafı olan topuktan öldürülmesi gibi, günün birinde bizi sigaya çekecek bir kişiyle karşılaşmadan önce, hangi nokta/ları temsil ettiğimizin veya varoluşa hangi noktaları eklediğimizin farkına varmalıyız. Bunu başaramıyorsak, zaaf noktalarımızı onarıp varoluşun nüktesini kulaklarımıza fısıldayacak bir büyüğün izini aramalıyız. Varoluşta her şey bir noktada dürülmüş değil midir? Bundan dolayıdır ki, Hasan Sezayi Gülşenî hazretleri gibi Allah dostlarının ve şairlerimizin nokta gazelleri, irfânî edebiyat geleneğimizde önemli bir konuma sahiptir. Çünkü nokta, Hakikat-i Muhammedî’ye giden yolun başlangıcı olarak düşünülmektedir. Seyyid Muhammed Nur hazretlerinin “Noktatü’l-Beyân” (Ankara, 2000) isimli kitabı, bu anlamda şaheserdir.

İnsan ve hayat iki noktadan ibarettir. Birbirine çok yakın olan bu iki nokta, doğum ve ölümdür. İnsan doğduğu an, aslında ölmüştür; öldüğü an ise yeniden doğmuştur! Yaratılışa dikkat edilirse, ‘bitiş’in olmadığı, kâinatta sürekliliğin olduğu görülebilir. Lütfi Filiz’in “Fânî Dîvânı”ndan okuduğu şiirlerden veya bu şiirlerden oluşan ilahi albümlerine “Noktanın Sonsuzluğu” başlığını koyması, ufka varıldığı zannedilen noktada açılan yeni ufukları bizlere hatırlatmaya vesile olabilir. Açılan yeni bir ufuk, herhalde öncekinin aynısı olmayacaktır; belki öncekini de kuşatmakla birlikte, bu ufuk hayat idrakimizi daha da genişletecektir.

Bir nokta deyip geçmemeli

Hayat, yaşadığımız sürece sürekli olarak bir çizgi üzerine her an koyduğumuz noktalardan ibarettir. Bu noktaların bileşkesi, hayatta niçin veya nasıl yaşadığımız sorusunun cevabı olacaktır. Dolayısıyla hayat serüveninde hızla akmakta olan insan, noktaları koyması gereken yere koymaya dikkat etmelidir. Osmanlı Türkçesi yazımında ‘göz’ün noktasını koymazsanız ‘kör’ olur, ‘âile’ye nokta koymaya kalkarsanız ‘gâile’ olur. ‘Göz’deki ‘zel’in noktasını ‘aile’nin ‘ayn’ına koyarsanız, her ikisini de anlamından etmiş olursunuz. Hatta kelimelerin anlamları zıddına döner. Gözünüz ‘kör’ olur, huzur ve mutluluk kaynağı ‘âile’niz ise başınıza musallat olmuş bir ‘gâile’ye dönüşür.

Bilindiği gibi hikmet, her şeyi yerli yerine koymaktır; bir şeyi yerinden etmeye ise zulüm denir. Hakikat yolunda ilim ve hikmet sahibi olmayı arzu ediyorsak, “küçük bir noktadır” deyip geçemeyiz. Kalemin en küçük ameli olan ‘nokta’ya dikkatimizi yoğunlaştırabilirsek, işte o zaman hayatın yapı taşlarını keşfedebiliriz.

Damlayı dikkate almayan denizi idrak edebilir mi?

Nefesi dikkate almayan hayatı; çakıl taşını dikkate almayan binayı; hücreyi dikkate almayan insanı; habbeyi dikkate almayan kubbeyi; damlayı dikkate almayan denizi gereği gibi idrak edebilir mi?

Bilindiği gibi şizofreni, zihnin ortak referans noktasının belirsizleşmesiyle meydana gelmektedir. “Deniz kadar yoksuldu / duydum bir taşın eskidiğini / her yerde ve bir yerde belirsiz / bir varış noktası olduğunu” (Levent Sunal, Dergâh, sy. 101) mısralarıyla belirsiz gibi görünen varış noktasına işaret eden şairin kaygısını bizler de içimizde yaşamalı, hatta bu kaygıyı zamanla aşabilmeliyiz. Kirlenmiş bir zihin yapısına yakalanmamak için hangi nokta/ların yansıması olduğumuzu, şu anda durduğumuz noktayı ve yapacaklarımızda koymamız gereken noktaları iyi bilmeliyiz.

Ârif bir mümin İslâm’ın misk kokan gülüdür. Âriflerdeki hakikat tezahürleri, onların varoluşun aynı noktasına yoğunlaşmalarından meydana gelmektedir. Yani asıl mesele bütün noktaların aktığı, birleştiği Tek Nokta’yı idrak edebilmektir. Exupery’in, aşkın karşılıklı geçip birbirinizin gözüne bakmak değil, el ele verip ilerideki aynı noktaya bakmak ve yine el ele o noktaya doğru ilerlemek olduğunu söylemesi gibi, irfan sofralarında beslenen müminlerin kalplerindeki aşk ateşiyle ve hep birlikte aynı hakikat noktasına doğru yükselmeleri beklenmez mi?

Bir füzenin uzayın derinliklerinde yükselme sistemi, ilk yapılan ateşlemenin belirli bir limit noktasına gelince tekrar ateşlenerek devam etmesidir. İnsanlar gibi medeniyetler de sürekli ateşlemelerle hayatiyetini ve etkisini sürdürürler. Nuri Pakdil, “Sükût Sûretinde” isimli eserinde, “Sabrın bittiği yerde / El değmemiş o sabır” şeklindeki beytinde sürekli yinelenmekte olan sabrı, kaldıracın dayanma noktası olarak tanımlamaktadır.

İlim, hikmet ve irfan sahibi insanlar, aşk ve sabırla donanarak kendi hayat çizgilerinin noktalarını belirlerken, aynı zamanda İslâm Medeniyeti’nin ihyasında yükseliş çizgisine de birer nokta koymakla mükelleftirler.