๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Diğer Yazılar => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 24 Eylül 2011, 18:52:42



Konu Başlığı: Makyavel ve Batı Ahlâkı
Gönderen: Zehibe üzerinde 24 Eylül 2011, 18:52:42
Makyavel ve Batı Ahlâkı



Eylül 2007 - 105.say


Murat AYDOĞDU kaleme aldı, DİĞER YAZILAR bölümünde yayınlandı.

Yüzyıllardır gündemimizi işgal eden “Batı” meselesini yok saymak mümkün değil. Aksine, onlarla sayısız ilişki biçimleri içerisinde yüzleşmek zorundayız. Batı’yı anlamlandırmada, o iklimin hem kültürel, hem siyasi bir motifi olarak Makyavel’i ele almak bu yüzden önemli.

“Batı” ve “Avrupa” kelimeleriyle başlayan cümlelerin sonunu artık pek merak etmiyoruz. Bize bıkkınlık veren bu kavramların hayatımızda daha az yer tutmasını istiyoruz. Ne var ki, yüzyıllardır gündemimizi kaçınılmaz bir şekilde işgal eden bu kavramlar, içerisinde bulunduğumuz siyasi, kültürel, coğrafi şartlar gereği, daha çok uzun bir zaman bizi meşgul etmeye devam edecekler.

Yanıbaşımızdaki bu dünyayı görmezden gelmek veya duygusal restler çekmek mantıksal yollar değil ve bizi bu insanlardan ve bu medeniyetten kurtaramayacak. Zira onlarla sayısız ilişki biçimleri içerisinde karşı karşıya gelmeye mecburuz.

O halde, öyle sonu gelmez tartışmaların kısır döngüsüne kapılmaksızın, bu insanlar hakkında birkaç hayatî tespite sahip olmaya ve bu insanların en derinlerinde yatan temel güdülerini keşfetmeye çalışmak faydasız bir uğraş sayılmaz.

Gerçi onların kim olduğunu üç aşağı beş yukarı bilmiyor değiliz; sömürü, yalan ve ırkçılıklarıyla meşhurlar... Ama en küçük bir jestlerinde bazılarımızın yelkenleri neden suya iniveriyor? Neden yüzyıllardır bu insanların sözlü vaatlerine aldanıp her seferinde hüsrana uğramaktan kurtulamıyoruz? Yoksa hâlâ onlardan dürüst bir yaklaşım, tüm yaptıklarını unutturuverecek bir dönüşüm, ardında kurnazlık olmayan hakkaniyetli bir muamele mi bekliyoruz?

Bu insanların davranışlarını şekillendiren temel güdüleri kavrayabilirsek, belki bu beklentilerin ne kadar boş olduğunu daha açık görebiliriz.

İLGİ DEMEK ÇIKAR DEMEK


Batılı değerler dediğimiz, artık dünyaya mal olmuş değerlerin kaynağı, tarihsel olarak Avrupa’dır. Avrupa ise bir tiyatro medeniyetidir. Bu insanlar oyunun, oynamanın ve oynatmanın müptelası olmuşlardır. Onlara bir soru sorduğunuzda, muhtemelen, “Acaba ne demek istedi?” dedirten bir cevaptan başka bir şey alamazsınız. Zira oyunu sürdürebilmek için kesin bir taahhüt altına girmek istemeyecek ve meselelerin
“ucunu açık” bırakacaklardır.

Ve tabii oyunun ana teması sömürüdür. Bu oyunun bir zamanlar en büyük aktörü olan İngilizlerin lisanında “interest” kelimesinin hem “ilgi” hem de “çıkar” anlamında kullanıldığını düşünürsek, nasıl bir medeniyetle karşı karşıya bulunduğumuz konusunda bir ipucu yakalayabiliriz.Allah ilgilerinden muhafaza eylesin...

İYİ OLMA, İYİ GÖRÜN!


Batılı için iyi olmak nedir? Gerçekten olunması gereken bir şey mi, yoksa takınılması gereken bir tavır mı?

Çağlar boyu Avrupa yönetim anlayışına damgasını vurmuş bir kitap var elimizde; şoransalı Makyavel (Machiavelli) diye birinin bundan yaklaşık 500 sene önce yazdığı “Hükümdar” isimli eseri. Bizdeki siyasetnameler tarzında yazılmış ve devlet yöneticilerine öğütler veren bir kitap…

Ama ne öğütler! Şeytanın açıkça söylemekten çekindiği ve sıradan bir insanın alçaklık olarak damgalamakta tereddüt etmeyeceği bayağı davranışları “gizli ve ancak akıllıların farkında olduğu gerçekler”miş gibi sunuyor Makyavel. Kitap, Avrupalı için Hıristiyanlığın egemen olduğu çağlarda bile “iyi olmanın” geçer akçe olmadığını açıkça ortaya koyuyor. Şu farkla ki “iyi görünmek” her zaman hayatî bir meseledir.

Dinin egemen olduğu çağlarda bile iyi olmak gibi bir derdi olmayan bu insanların, giderek dinin etkisinden çıktıkları ve artık Hıristiyanlığın neredeyse hiçbir ciddi toplumsal işlevinin kalmadığı günümüzde, aniden iyi davranışlar sergilemeye karar vereceklerini ummak herhalde boş bir iş olurdu.

Bakalım Avrupalı hükümdarlara Makyavel neleri tavsiye etmiş:

“... sağgörülü bir prens (en genel anlamıyla yönetici denmek isteniyor burada), sözünü tutması kendisine zarar vereceği ve onu söz vermeye iten nedenler ortadan kalktığı zaman sözünü tutmayabilir ve tutmak zorunda da değildir. Tüm insanlar iyi olsalardı bu iyi bir öneri olmazdı, ancak onlar dürüst olmadıkları ve size verdikleri sözleri tutmadıkları için, sizin de onlara verdiğiniz sözleri tutmanız gerekmez; ve makul nedenlerle sözünden dönen hiçbir prensin kaybı olmamıştır.

Buna yakın zamanlarda sayısız örnek verilerek, prenslerin kendi istekleriyle ne kadar çok sayıda ciddi antlaşma ve sözün işe yaramaz ve hükümsüz hale geldiği ve tilkiyi en iyi oynayanın en büyük başarıyı elde ettiği gösterilebilir. Aslında bu yapıyı iyice gizlemek, taklit ve gizlemede başarılı olmak şarttır. Ancak insan o kadar saftır ve anlık gereksinimlerinin hükmü altına öyle girmiştir ki, kandırma arzusunda olan kişi, istekli enayiler bulmakta asla başarısız olmayacaktır.”

ÜRKÜTÜCÜ YÜZSÜZLÜK


Avrupa zihniyetini ne kadar da güzel ifade etmiş Makyavel; iyi olmak iyidir ama insanlar buna layık olmadıklarına göre ne diye boşu boşuna böyle sıkıntılara girilsin? Kendi kıtalarının dışında kalan tüm dünyayı sömürgeleştirmeye girişirken, bu insanların kendi vicdanlarına nasıl bir çalım atmaya kalkıştıklarını rahatlıkla anlayabiliyoruz herhalde.

Bir yerde bir zenginlik mi var, oraya gidilir... Ama orada yaşayan insanlar da var ve dolayısıyla bu insanların her şeyine el koymak, sömürmek, öldürmek vicdanî bir rahatsızlık da uyandırıyor... Hemen bu insanların iyi davranışlara layık olmadığını sözüm ona ispat eden bir yalan uydurulur ve vicdanlar da rahatlatılmış olur. Bu da yetmez, sömürü dışarıya karşı çeşitli adlar altında idealize edilir: “Hıristiyanlaştırmak”, “medenileştirmek” ve şimdi de “özgürleştirmek”...

İspanyol Profesör Rodrigo de Zayas, Endülüs ile ilgili olarak kendisi ile yapılan bir mülakatta, Endülüs Müslümanlarının Hıristiyanlara bakış açısının ne olduğuna dair bir soruyu şöyle cevaplandırmıştı: “Sevgi konusunda vaazlar veren, fakat insanları hapseden, mallarına el koyan, işkence eden ve öldüren bir yüzsüz.”

Yüzyıllardır değişen bir şey var mı? Kendi yaptıklarına kendi nefsleri şahit olduğu için vicdanlarına karşı bir yalan daha uydururlar: “Güçlü olup da sömürmeyen var mıdır?” Bunun için Osmanlı’nın “Emperyal” yani sömürücü bir devlet olmadığını kabul ettiremezsiniz onlara. Zaten Osmanlı’yı anlamaları mümkün de değildir. Anladıklarını var saysak bile, Osmanlı’nın farkını sözkonusu edip kendi rezilliklerini ortaya dökmenin ne alemi vardır?

HÜKÜMDAR ÖYLE DEĞİL, BÖYLE OLUNMALI

Bütün bu iç karartıcı öğütlerden sonra yazımızı birkaç hak sözle süsleyelim ki bu insanların bâtıl inanç ve düzenlerinin zavallılığı karşısında İslâm olmakla kazandığımız şerefin nasıl bir nimet olduğunun farkını anlayalım.

Aşağıdaki sözler de Büyük Seçuklu Devleti’nin Büyük Veziri Nizamülmülk’ün “Siyasetname”sinden:

“Yüce Allah’ın nimetinin kadrini bilmek, padişahın O’nun rızasını gözetmesidir. Yüce Allah’ın rızası ise, halka yapılan ihsan, onlar arasında yayılan adalet ile elde edilir. Halkın iyilik için yaptığı dua daim olunca, o (mülk) payidar olur ve her gün genişler. O mülk, kendisinin devletinden ve zamanından nimetlenir; bu dünyada iyi ad sahibi olur; öteki dünyada kurtuluş bulur; ahirette vereceği hesap daha kolay olur. En iyisini Allah bilir.”

“Gerçekten, dünyanın efendisi Melikşah (devrin Selçuklu hükümdarı) bilsin ki, o büyük günde ferman altında bulunan bu kulların cevabını ondan soracaklardır. Başkasına havale edecek olursa, dikkate alınmayacaktır.

Madem ki durum böyledir, bu mühim işin idaresini hiç kimseye bırakmamak, halkın işinden gafil olmamak, muktedir olunduğu kadar onların ahvalini gizli ve açık sormak, uzun elleri kısaltmak, zalimlerin zulmünü
onların üzerinden kaldırmak gerekir. Öyle ki, onun bereketi onun devleti zamanına ulaşır; hayır dua kıyamete kadar onun ruhuna erişir.”

BİRBİRİNE BÖYLE YAPAN DÜNYAYA NE YAPMAZ?


Makyavel’den alıntılara devam edelim:

“Bu nedenle bir prens dudaklarından, beş özellikle dolu olmayan hiçbir şeyin çıkmamasına özen göstermelidir. Böylece onu gören ya da duyan herkes onun acıma, inanç, dürüstlük, insanlık ve dinin birleşimini üzerinde topladığını düşünecektir. Ve prens için en vazgeçilmez olanı da sonuncusudur, çünkü insanlar genellikle dokundukları değil, gördükleriyle yargıya varırlar ve herkes görebilir ama pek az kişi dokunur. Herkes sizi göründüğünüz gibi görür ancak pek azı olduğunuz gibi bilir ve bunlar da arkalarında devletin majestesinin desteği olan çoğunluğun fikrine ters düşmeye cesaret edemezler. (...) Kendi zamanımızdan adını vermek istemediğim belli bir prens, hep barış ve iyi niyet vaazları vermektedir, ama her ikisinin de ölümcül düşmanıdır ve onlardan bahsettiği gibi onları uygulayacak olsa krallığını da etkisini de yitirir.“

Bu satırlar hep Hıristiyan bir yöneticinin Hıristiyan tebasına davranışları ile ilgilidir. Hıristiyan olmayanlara nasıl davranmak gerektiği söz konusu olduğunda elbette ahlâkî bir gereklilikten asla bahis açılmayacaktır.

Aşağıdakiler de “Kutadgu Bilig” de Yusuf Has Hacip’in Hükümdar’a yaptığı uyarılar:

“Bir yönetici için en kötü şey adının yalancıya çıkmasıdır. Yönetici doğru sözlü olmalı, davranışları ve yaptıkları itimat telkin etmelidir ki halk ona inanabilsin. Halkın yöneticiye inanması ülke huzurunun temelidir. Yalancı insanlar vefasızdır. Vefasız yöneticiler de halka hayırlı olmayan işler yaparlar. Sözü yalan dolanla dolu olan kimsenin davranışları da tavırları da cefadır. Etrafına cefa eden kimse insan değil hayvandır. Çok uzun yıllar öncesinden beri denenmiş bir söz vardır: Yalancı adamdan vefa bekleme.”

CÖMERT GÖRÜNMEK VEYA BATI YARDIMLARI

Batı’da yönetim anlayışı üzerine yazılmış kitaplar arasında müstesna bir yeri olan Makyavel’in “Hükümdar”ından son bir alıntı daha yapalım:

“Eli açık olarak ünlenmek iyi olabilir, ancak yine de eli açık olarak ünlenmeden eli açık olmak zararlıdır. (...) Öyleyse dünyada eli açıklığınızla itibar kazanmak için tantanalı bir şekilde gösteriş yapma fırsatını kaçırmamalısınız.”

Makyavel’i Afrika’daki muhtaç insanlara sözüm ona yardım için düzenlenen konserlerin fikir babası ilan edebiliriz herhalde. Hani şu, Batılıların “ellerini ceplerine atmadan yardımseverlik şampiyonu ilan edilebilmelerinin” gayretiyle hemen bir dekor kurup, rock ve pop yıldızlarını sahneye ittikleri ve toplanan üç kuruş paranın propagandası için tüm dünya televizyonlarını uğruna seferber ettikleri konserlerin...

Şimdi de Yusuf Has Hacip “Kutadgu Bilig”de benzer konularda neler söylemiş ona bakalım:

“Ülkeler üzerinde söz sahibi olmak isteyen yönetici şu üç davranışı göstermelidir: Sağ elinle kılıç sallarken sol elinle sadaka dağıt. Ağzından çıkan sözler şekerden daha tatlı olsun. Güleryüz ve tatlı dil, bir de yumuşak huy halk tarafından sevilmenin ve itibar görmenin anahtarıdır. Yöneticinin gönlü alçak, eli açık olmalı. Buna bir de merhamet eklenirse, gerekli olan erdemleri kazanmış demektir.”

“Eğer yönetici olursan, sözünle ve işinle iyilik yap. Gençlik kaçar, can uçar; bu düş gibi dünyadan özün tez göçer. Hayatını sermaye edin. Bu sermayenin kazancı iyiliktir. Bu da sana yarın için azık olur.”

Bütün bu yazılanlardan sonra “bizim kimi siyasetçilerimiz de Makyavel’den bayağı etkilenmişler herhalde” diyesi gelebilir insanın. Makyavel’den etkilenmiş olmaları o kadar şart değil. Şeyh Edebali’den, Nizamül Mülk’den ve Yusuf Has Hacip’ten etkilenmeyenler, Makyavel’in prensiplerini içlerinde kendiliklerinden buluvereceklerdir.