๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Diğer Yazılar => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 24 Eylül 2011, 18:57:20



Konu Başlığı: Kudret Kılıcı
Gönderen: Zehibe üzerinde 24 Eylül 2011, 18:57:20
Şâirane


Eylül 2007 - 105.sayı

T. Ziya ERGUNEL kaleme aldı, DİĞER YAZILAR bölümünde yayınlandı.

KUDRET KILICI

“Kudret kılıcın almış Nefsin boynuna çalmış Nefsini depelemiş Elleri kan içinde.” (Yunus Emre)

“Genç, delikanlı” demek olan “fetâ” kelimesi Kur’an-ı Kerim’de putları kıran Hz. İbrahim a.s. için kullanılınca özel bir anlam kazanır; önce “sahte mabutlarla, kâfir ve müşriklerle mücadele eden gençler” e, sonra putların en tehlikelisiyle, yani nefisleriyle savaştıkları için bütün sofilere “feta” denir. Bu sebeple “fetâ” kelimesinden türetilen “fütüvvet”, bir dönem “tasavvuf” yerine kullanılmıştır.

Yunus Emre, yukarıya aldığımız mısralarında bütün imkan ve özelliklerine işaret ederek bir “fetâ” yahut “er kişi” portresi çiziyor. Fetâ’nın “nefis putunu kıran kişi” şeklindeki meşhur tarifini “nefsini tepelemiş” mısraıyla hatırlatarak yapıyor bunu.

“Nefs”ten maksat nefs-i emmaredir; fani yanımızın gerçek ve müstakil bir fail gibi anlaşılmasından kaynaklanan “benlik” duygusu ile Allah Tealâ’nın koyduğu ölçüleri gözetmeyen beşeri arzulardan ibarettir. Nefs, hevâsıyla kalbi süşî şeylere celbeder, insan üzerinde yönlendirici bir baskı kurar.

Böyle bir nefsin tutsağı olanlar, Kur’an diliyle “hevâlarını ilâh edinenler” dir. Kimin veya neyin buyruğuna uyuyorsanız mabudunuz odur elbette. Yahut tamamen nefsinin yönlendirmesiyle hareket eden bir kişi, nefsini putlaştırmış demektir. Üstelik Efendimiz s.a.v.’in işaret ettiği gibi, “Allah’tan başka tapılan tanrılar içinde, kendisine uyulan hevadan daha şedit ve tesirli olanı yoktur.” Bu yüzden cihadın büyüğü, nefse karşı yapılan cihattır. İşte fetâ, nefsinin boynunu vurduğu, bu en zorlu ve sahte ilâhı yendiği içindir ki büyük bir kahramandır, er kişidir.

Böylesine büyük bir düşmana güç yetirebilmemiz için Cenab-ı Hak kendi kudretinden bir imkan ve kuvvet bahşetmiştir insana. Yunus’un “kudret kılıcı” dediği budur. Nefisle cihatta kullandığımız en tesirli silah, hem Kudret’in bir ikramı olduğundan, hem de galebe çalma imkanı onunla elde edildiğinden, “kudret kılıcı” diye adlandırılmıştır. Şüphesiz ki bir mecazdır bu. Kudret kılıcı kelime-i tevhid’dir,
yani “lâ ilâhe illallah” lafzıdır.

“İlâh olarak ancak Allah vardır, Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur” anlamındaki kelime-i tevhid’de önce “lâ” edatıyla kalp ve kafalara yerleşmiş bütün sahte ilâhlar silinir, temizlenir; arkasından oraya Allah inancı ikame edilir.

Allah’tan başka ilâh edinilmiş varlıkları reddeden, putları yıkan “lâ” edatı Arapçada lâmelif’le yazılır. Lâmelif, şekli itibariyle ucu çatallı bir kılıç gibi düşünülür öteden beri. Dillere destan yiğitliğine rağmen öfkesine hakim olarak nefsine uymama hususundaki titizliğiyle fütüvvet ehlinin piri sayılan Hz. Ali r.a.’ın kılıcı “Zülfikâr” bu yüzden çatallıdır.

Başka bir deyişle Hz. Ali r.a.’ın elindeki Zülfikâr, tıpkı kelime-i tevhid’deki “lâ”nın Allah’tan başka bütün ilâh edinilenlerin itikat planında boynunu vurması gibi, cihat meydanında sahte mabutları ve onlara kulluk edenleri tepeleyen, onlara “lâ” diyen bir kılıçtır.

Hülasa, nefs denilen en zorlu düşmanı ancak kudret kılıcıyla, yani kelime-i tevhid ile alt etmek mümkün. Fakat bu aynı zamanda kudret kılıcının hakkını vermeye, onu iyi kullanmaya da bağlı. Kelime-i tevhid ile ne dediğimizin farkındaysak, samimiysek ve bunun neticesi olarak kabullerimizin icabını yerine getiriyorsak, elimizdeki kudret kılıcının hakkını veriyoruz demektir ki, orada nefs artık başını kaldıramaz.

Nefsle mücadelenin bir zorluğu da sürekliliğinde. “Ben nefsimi yendim, bu iş bitti..” diyemiyorsunuz. “Elleri kan içinde” mısraı, fetâ tipini haşyet verecek tarzda resmetme niyeti kadar, mücadelenin bu yönünü de yansıtmaktadır. Ellerin hep kan içinde olması, savaş halinin devamlılığını ve nefsle ancak böyle baş edileceğini gösterir.

Öte yandan Yunus’un irşad için Anadolu’da dolaştığı yıllarda fütüvvet teşkilatı âhi birliklerine dönüşmüş, fetâ artık ahî, yani “esnaf” olmuştur. Bu bir bozulma yahut başkalaşma değildir. Zira bir dönem
maddi putlarla, düşmanla savaşmak yiğitliktir; başka bir dönem ise ticari kazancın ve dünya nimetlerinin cazibesine kapılmamak... Dolayısıyla Yunus’un şiirindeki fetâ’yı bir “ahî esnafı” olarak da anlayabiliriz.

Bu takdirde “ellerin kan içinde” olması, “el kârda, gönül yarda” prensibine işarettir. “Kan”, tasavvufî bir sembol olarak hep mâsivayı anlatır. Ahîler, kelime-i tevhid’deki şuur ile nefislerini yenmişler; fakat zahiren sadece elleriyle, gönüllerine almadan, bir zaruret olduğu için dünya işleriyle de iştigal etmektedirler.

Esasen yiğitliğin yahut fütüvvetin en zor geçidi de burasıdır. Dünyadan kaçmayacak, geçiminiz için uğraşacak, fakat bunları asla kalbinize almayacaksınız. Bu hal, nefse galebe çalındığının, hakikaten bir “fetâ” olunduğunun en açık göstergesidir.