๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Diğer Yazılar => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 15 Ekim 2011, 06:42:44



Konu Başlığı: Kokan Bir Dünyada Yaşamak
Gönderen: Zehibe üzerinde 15 Ekim 2011, 06:42:44
Kokan Bir Dünyada Yaşamak


Ekim 2006 - 94.sayı

Hatice KIZALOĞLU kaleme aldı, DİĞER YAZILAR bölümünde yayınlandı.

Allah Tealâ’nın nimetlerinden biri de koku duyumuz. Bu duyu sayesinde iyi ve kötü birçok şeyi birbirinden ayırabiliyoruz. Kokuların etkisiyle temiz olana yöneliyoruz. Çünkü temiz olanın güzel, fıtrata, insanın en güzel surette yaratılışına uygun hoş bir kokusu var.

Yiyeceklerden içeceklere, doğadan sanayiye, ilaçlardan parfümlere kadar doğal veya üretilmiş nice kokuyla birlikte yaşıyoruz. Kimi iç ferahlatıyor, kalbe sükunet, ruha neşe veriyor, kimi yüzümüzü buruşturup hemen kurtulmak istediğimiz bir rahatsızlığa yol açıyor.

Kokular kimi zaman farkına varamayacağımız istek ve davranışlarda bulunmamıza da neden oluyor. Hayal gücümüzü etkiliyor, üretkenliğimizi arttırıyor, coşku ve heyecan uyandırıyor, korku, istek vb. nice duygu ve bunlara bağlı davranışları ortaya çıkarıyor. Uzmanlar, kokunun insan üzerindeki etkileri hakkında sürekli araştırmalar yapıp, her geçen gün yeni sırlar keşfediyorlar.
Peki biz, kokunun hayatımızdaki öneminin yeterince farkında mıyız? Özellikle de “her zaman güzel kokan” Peygamber s.a.v.’in ümmeti ve ecdadımızın koku kültürünün vârisleri olarak koku ile ne kadar alakadarız?

Geçmişe kısa bir bakış


Kokuların insan üzerindeki etkileri tarihin en eski devirlerinden beri biliniyor. Güzel kokulu bitkilerden elde edilen yağlar, eski Mısır medeniyetinde tedavi maksadıyla ve mumyalama işlemlerinde kullanılmış. Eski Çin ve Yunan medeniyetlerinde mistik ayinlerde ve kutsal törenlerde, tanrılarına sundukları şükran ifadesinin sembolü olarak ve törende hazır bulunanları farklı ruh hallerine sokmak için kullanılmış.

Romalılar ise, yaşamlarında çok önemli bir yeri olan ve bir ayrıcalık saydıkları için sosyal statüyü temsil eden güzel koku kullanımını Arap ve Hint medeniyetlerinden öğrenmişler. Doğu ülkelerinden getirdikleri güzel kokulu bitki ve yağları kullananlar, başta krallar, din adamları ve soylular olmuş.

10. yüzyılda İbni Sina’nın uçucu yağ elde etmesiyle de güzel koku kullanımında yeni bir çığır açılmış. Haçlı seferleriyle Avrupa’ya giren güzel kokulu bitki ve yağlar büyük rağbet görmüş. Napolyon, Kuzey Afrika seferlerini düzenlerken bulaşıcı hastalıklardan ordunun korunması için her askerin yanında fesleğen yağı bulundurmasını zorunlu kılmış.

Bugün parfüm sektörünün lideri konumundaki Fransa’nın geliştirdiği koku sanayii ise; bir kültür mirasının değil, bir zorunluluğunun eseri. Kapalı kanalizasyon sistemi olmadığı için ülkesi kötü kokan 14. Luis, parfüm yapan esnafları teşvik etmiş. Haçlı seferleriyle Doğu ülkelerinden öğrenilen güzel kokulu merhemler geliştirilmeye başlanmış. Özellikle Osmanlı’dan öğrenilen koku reçetelerinden faydalanılmış. 1730’da parfümcülerin esnaf örgütleri; ardından da 1775’te Paris’in ilk parfüm imalathaneleri kurulmaya başlanmış, koku arşivleri geliştirilmiş ve bu tarihten sonra Paris kokunun başkenti olmuş.

Osmanlı koku kültüründen


Daha önceleri, güzel kokulu bitkileri ve baharatları sadece yemeklerinde kullanan Türklerin, güzel koku kullanımını bir yaşam tarzı haline getirmeleri, İslâmiyet’i kabul etmeleriyle başlıyor. Kokunun sevgiyi arttırıcı, karakteri saflaştırıp ruhu teskin edici özellikleri ve daha nice sırları nesilden nesile aktarılagelmiş ve böylece güzel koku kültürel mirastaki yerini almış.

Osmanlı’da güzel koku kullanımının, günlük hayattan devlet politikasına, mutfaktan sanata varıncaya kadar hayatın her alanında sarsılmaz bir hakimiyeti vardı. Gezenler görmüştür: Topkapı Sarayı’nda, Hırka-i Saadet dairesinin giriş kapısının sağ köşesinde yer alan bir mermer havan vardır. Padişahın özel dairesi olarak inşa edilmiş olan Has Oda’nın her daim güzel kokmasını sağlamak için bu havanda “kurs” adı verilen özel bir buhur hazırlanırdı. Bu buhur; öd ağacı, amber ve kömür tozunun havanda dövülerek ince toz haline getirildikten sonra gül suyu ile hamur gibi yoğrulmasıyla elde edilirdi. Kalıplarda şekil verilir ve kıymetli buhurdanlarda ya da silindir şeklinde hazırlanan hususi şamdanlarda mum gibi yakılırdı.

Padişah, Peygamber s.a.v. Efendimiz’in hırkasının ve diğer bazı kutsal emanetlerin mahfuz bulunduğu Hırka-i Saadet dairesine gelince, görevlilerin, içinde buhur yanan bir buhurdanlığı alarak kendisine refakat etmeleri adet idi.

Padişahla görüşmeye gelen devlet görevlilerine önce özel buhurdanlar içinde yanan buhurun dumanı ile misk, amber gibi güzel koku ikram edilirdi.

II. Selim kokusu, Abdülhamid kokusu gibi her dönemin özel bir kokusu vardı. Sarayda, koku formüllerinin toplandığı özel koku arşivleri oluşturulmuştu. Bugün Osmanlı koku arşivleri Fransa’nın Lauvre müzesinde bulunmaktadır.

Güzel koku, Osmanlı sanatında da önemli bir yere sahipti. Misk, amber ve gül gibi en sevilen kokular ile hazırlanmış mürekkeplerle yazılmış Kur’an-ı Kerim örnekleri bugün hâlâ müzelerde mevcut.

Osmanlı evlerinde özellikle fesleğen (reyhan) ve nane gibi güzel kokulu bitkilerin sinek ve fare kovucu olarak yetiştirilmesi yaygın idi. Osmanlı hanımlarının en gözde kokuları ise, gül, menekşe, karanfil, lale, sardunya, portakal çiçeği, hanımeli ve sümbül idi. Güzel koku sadece vücuda sürülmez; yiyecek içecek ve ilaçlarda da kullanılırdı. Özellikle Ramazan ayında misk vb. kokulu şerbetler (mümessek) ve gül tatlıları (güllaç gibi), güzel kokulu reçeller sofralardan eksik olmazdı.

Gül, Peygamber Efendimiz’i temsil ettiği için, mevlid gibi merasimlerde, birer sanat eseri olan “gülabdan”larda gül suyu ikram edilirdi.

İslâm’la gelen koku


Dinimiz, hayat ölçülerimizi hiçbir beşeri otorite veya sistemin asla muktedir olamayacağı bir kuşatıcılıkla ve en güzel bir şekilde belirliyor. Bu kuşatıcılıktan elbette kullandığımız koku da nasibini alıyor.

Güzel koku sürünmek sünnet olmakla beraber, dinimiz erkeklerin ve hanımların koku kullanmaları hususunda bazı ölçülere riayet etmelerini de gerektiriyor. Erkeklerin, cemaate çıktıklarında, bilhassa Cuma ve bayram günlerinde, ilim ve zikir meclislerinde güzel koku sürmeleri müstehap sayılmıştır.

Hanımların ise evlerinde koku sürünmeleri caiz görülmüş ve teşvik edilmiştir. Ancak dışarı (mescid, çarşı ve sokak gibi namahrem bulunan yerlere) çıkarken, koku sürünmeleri mekruh addedilmiştir. Kadınların güzel koku sürünerek insanlar arasına karışması kesinlikle men edilmiştir.

Bazı alimler kokunun meleklerin dünyadaki nasibi olduğunu söylemişlerdir. Nitekim bazı hadislerde de meleklerin güzel kokuyu sevdikleri ve kokuya olan sevginin mizaçtaki itidalden ileri geldiği belirtilmiştir.

İki cihan serveri Hz. Rasulullah s.a.v. güzel kokardı, güzel kokuyu sever ve kullanır, kullanılmasını da tavsiye ederdi. Fahr-i Kâinat s.a.v.’in kendisi yaratılıştan temiz ve hoş kokulu olduğu halde, güzel koku sürünmesi “rahmet peygamberi” olması yönüyle, ümmetine örnek teşkil etmek içindi.

Hz. Aişe r.anha validemiz, Efendimiz’in misk ve amber gibi renksiz koku süründüğünü ve miski diğerlerinden üstün tuttuğunu rivayet etmiştir. Misk, bir cins ceylanın karın derisi altındaki bezden çıkarılan, hoş kokulu siyah bir maddedir.

Peygamberimiz s.a.v., günlük hayatında, “sükke” denilen bir koku kutusunu sürekli yanında bulundururdu. Yolculuğa çıktığında yanına almayı hiç ihmal etmediği eşyalarından biri de koku şişesi idi.

Fahr-i Alem, kendisine güzel koku sunulduğunda reddetmezdi. Şöyle buyurmuştur: “İkram edilen üç şey reddedilmez; minder, süt ve güzel koku” (Tirmizî)

Herkesin kendine has kokusu var


Araştırmalarıyla her geçen gün koku ile ilgili yeni sırlar keşfeden bilim adamları; her insanın genetik olarak belirlenmiş ve tıpkı parmak izi gibi yalnızca kendine ait bir koku taşıdığını belirtiyorlar. Bilim adamları bunları yeni keşfededursunlar, biz Evliya Çelebi’ye kulak verelim.

Meşhur seyyahımızın seyahat macerasına nasıl başladığını bilmeyenimiz yoktur. “Seyahatname” adlı eserinde, o meşhur rüyasını naklederken anlattıkları ise oldukça ilginç.

Rüyasında Eminönü, Zindankapı’daki Ahi Çelebi Camii’ndedir. Reisi, Rasulullah s.a.v. olan ruhani bir meclistedir.

“Hz. Peygamber aleyhissalatu vesse-lam’ın eli zağferen ve gül gibi kokardı. Fakat diğer peygamberlerin elleri ayva gibi kokardı. Hz. Ebubekir’in elleri kavun gibi kokardı. Hz. Ömer’in elleri amber kokusu gibiydi. Hz. Osman’ın menekşe gibi kokusu vardı. Hz. Ali’nin kokusu yasemin gibiydi. İmam Hasan, karanfil gibi; İmam Hüseyin, beyaz gül yaprağı gibi kokardı. Allah onların hepsinden razı olsun. Bu hal üzere mecliste bulunanların hepsinin mübarek ellerini öptüm.”

Ne zaman ne de mekan uzaklığı manidir sevilenlerin kendilerine has kokularını duymaya. Rasulullah s.a.v.’in, Yemen’de olan Veysel Karanî’nin kokusunu duyduğunu haber verdiğini biliriz. Kur’an-ı Kerim’de ifade edildiği üzere Hz. Yakub’un, oğlu Hz. Yusuf’un gömleğini getiren kafile henüz Mısır’dan ayrılmaya başlar başlamaz Hz. Yusuf’un kokusunu 80 fersah uzaklıktan duyduğunu da...

Terlese, güller olurdu terleri


Süleyman Çelebi, Mevlid’inde böyle tavsif ediyor Nebiy-yi Zişan Efendimiz’i ve hakikat de öyle idi. Hiçbir güzel koku sürmese dahi kâinatın en güzel kokusu yayılırdı O’ndan. Medine sokaklarından geçtiğinde halk O’nun güzel kokusundan oradan Peygamber s.a.v.’in geçtiğini anlardı.

Hz. Enes b. Malik r.a., Rasulullah s.a.v.’in mübarek kokusu hakkında; “Rasulullah aleyhissalatu vesselam‘ın güzel kokusundan daha güzel ne misk ne de amber kokladım.” demiştir.

Bugün Medine-i Münevvere’de, Ravza-i Mutahhara’da Efendimiz’i ziyaret edenler de aynı şeyleri söylemiyorlar mı? “Biz orada duyduğumuz kokudan daha güzelini bugüne kadar hiç koklamadık.”

Fahr-i Kâinat s.a.v., bir çocuğun başını okşadığında o çocuk diğerleri arasında hemen fark edilirdi. Ashap’tan bu şerefe mazhar olup da o mübarek kokunun bir ömür kendilerinden gitmediğini bildirenler olmuştur.

Tasavvuf ehli için de koku apayrı bir hususiyete sahip. Bildirildiğine göre tasavvuf erbabı birbirini kokularından tanırmış. Her bir meşrebin ve her bir zikir mertebesinin kendine mahsus bir kokusu olduğundan, birbirlerinden aldıkları bu koku sebebiyle, hangi meşrepten olduklarını anlarlarmış. Hatta salik, manevi mertebelerde ilerledikçe kokuya olan hassasiyeti ve ihtiyacı artarmış. Güzel koku kendisinde vazgeçilmez bir ihtiyaç haline gelirmiş.

Herhalde manevi kokulardan alınan lezzet bambaşkadır. Arifler, zikir meclislerinde zuhur eden güzel kokuların, her bir zikrin kendine has kokusundan neşet ettiğini haber verirler. Hatta her ayet-i kerimenin dahi kendine mahsus bir kokusu olduğu rivayet edilmiştir.

Bugünün madde bağımlısı insanları olan bizler için, kalbiyle görenlerin tattığı manevi lezzetleri bırakın anlamayı, tahayyül etmek dahi zorlaşıyor.

İman nuru ile aydınlanmış kalplerle, her dem güzel kokarak, Rasulullah s.a.v.’in o eşsiz ve mübarek rayiha-i tayyibelerinden nasipdar ve O’na layık bir ümmet olarak, güzel kokan bir hayat sürmeniz temennisiyle...