๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Diğer Yazılar => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 07 Eylül 2011, 20:36:33



Konu Başlığı: Kişisel Gelişim ve Değişim
Gönderen: Zehibe üzerinde 07 Eylül 2011, 20:36:33
Kişisel Gelişim ve Değişim


Ekim 2008 - 118.sayı

Ayşe İZCİ kaleme aldı, DİĞER YAZILAR bölümünde yayınlandı.

Kişinin kendisini geliştirmesinin bir sakıncası yok. Daha açık bir zihne, kıvrak bir zekâya sahip olmak güzel. Hayatı başarıyla idare edecek beceriye ulaşmak elbette iyi bir şey. Fakat bize bu hayal bizi “iyi insan” yapan ahlâkî değerlerle “gelişim”i takas mı ettiriyor, yakından bakmak lazım.

Kişisel gelişimle ilgilenmek son zamanların popüler işlerinden. Öyle moda oldu ki bazı akıldaneler kendilerini “self-analiz” (kendini iyiden iyiye inceleme) laboratuarlarında iğnenin deliğinden geçiriyor. Daha neremi geliştirsem, hangi huyumu değiştirsem diyerek sorguluyorlar. Fakat bu gelişme ve gelişirken değişmenin sonuçları ise önümüzdeki yıllarda daha iyi anlaşılacak. Mühim değil, birileri çıkar o zaman da değişimleri düzeltme teorileri geliştirir veya aylaklar için şahsiyet kursları açar.

Neymişiz de haberimiz yokmuş


Kulağımıza ısrarla üflene üflene, bu hipnotik teoriler sayesinde yeni benlik algılarımız, başka insanları tanımaya ve davranışlarını anlamlandırmaya dair yeni kalıp yargılarımız oldu. Karakterimin rengi ne? Al mıyım yeşil miyim? Mor muyum pembe miyim? Pozitif miyim negatif miyim, yoksa nötr müyüm?

Pozitif düşünce işini o kadar abartıyorlar ki neredeyse insan düşünce gücüyle her istediğini elde eder zannedecek. Siz de düşünün, isteyin, olun! Nasip, kısmet, rızk gibi kavramlar bunlara göre tembel veya özgüvensiz insanların uydurmuş oldukları mazeretlerdir. Kulağına itibar edenler, gözüyle gördüğüne inananlar veya altıncı hissine sıkı sıkı sarılanlar... Şu insanoğlu da meğer neymiş!

Doğrusu ben, istisnasız herkesin başkalarına yaklaşımında mutlaka öncelikle kendi çıkarını hedeflediğini, başkasının iyiliğini düşünmenin martaval olduğunu, hâlâ böyle davrananlar varsa mutsuzluğa mahkum olduklarını, bütün insanların en önemli ego ihtiyacının pohpohlanmak olduğunu ve daha fazlasını bu yaşımda okuduğum kişisel gelişim kitaplarından öğrendim! İnsanların temel ihtiyaçlarını zaaf olarak keşfedilip pazarlama sahasında en iyi nasıl kullanılabileceğini ve hipnotize ederek laf kalabalığıyla aslında istemediği alışverişleri yaptırabilmenin püf noktalarını, pazarlama ve yönetim stratejileri başlıkları altında öğrendiğimi fark ettim. İnsan davranışlarının bilgisayar programlaması kadar somut ve kolay değiştirilebilir olduğu tezi de dikkatimi çekti.

Kendisiyle çelişen gelişim

Ancak bir hususu tam ve net olarak anlayamadım: Uzak Doğu felsefesini, Batı’nın materyalizmi ve ateizmle harmanlayıp, insanı ve toplumu yeniden keşfettiğini hararetle savunan insanlar kitaplarını kendileri için mi yazdılar, yoksa insanlığa hizmet gibi bir erdemin mi peşindeler? Birinci şık doğru ise bizimle paylaştıkları için zahmet buyurmuşlar. İkinci şık doğruysa o zaman kendi tezlerini yalanlamış olurlar. Çünkü tüm bu yazılanlar, teoriler ve geliştirilen pratikler insana hizmet gayesi güdüyor ise kendi bencilliklerini aşmış olurlar. Hal böyle olunca, bu iş kişisel gelişim olmaz, toplumsal veya sosyal gelişim olur ve bireyciliğe ters düşer. 

Çok iddialı ifadeler ve vaadlerde bulunuluyor. Temel dinî değer ve hassasiyetlerimizi aşılması gereken kemikleşmiş önyargılar, patlatılması gereken çıbanlar olarak nitelendiren bu yaklaşımlar kime hizmet veriyor? “Tanrıyı ceza verici görenler kendi kendilerini mahkum edenlerdir.” diyor temel felsefeleri. İnsanın, karşısındaki kişiyi minnet altında tutma niyetiyle fedakârlık yaptığını söylüyor, bedenimizi ve duygularımızı anlamanın yegane yolunun yogayla filan mümkün olduğunu, önüne geleni kucaklayabilmenin (dişi-erkek fark etmeyecek) önemli bir kişisel gelişim göstergesi olduğunu öğretiyorlar.

Tüm mutsuz insanların birinci şikayetinin dış görünüşlerinden hoşnut olmamak olduğunu, dolayısıyla sîrete (ahlâka, kişiliğe) değil surete önem vermemiz gerektiğini, suçluluk ve pişmanlık duymanın insanın kişisel gelişimi önünde büyük bir engel olduğunu, nedenleri de sonuçları da kendimizin yarattığını(!), hatta kanser olmanın bile insanın kendi düşüncelerinin ürünü olduğunu ve bu harikulade teknikleri kullanarak gerçekleşen düşünce değişimiyle iyileşmenin mümkün olduğunu hayretler içinde kalarak öğrenmiş bulunmaktayım! Amansız bir hastalıktan kurtulmak keşke bu kadar basit olsaydı demekten de kendimi alamadım.

Sağlıksız düşünceler

Şu örneğe bakalım ve anlayalım: Meğerse neden hastalanıyormuşuz ve nasıl iyileşeceğiz?

“Apandisit ameliyatı olmak için hastaneye yatan bir kadına genel anestezi uygulanır. Ameliyat esnasında doktorlardan birisi kadının göğüslerinin çirkinliği üzerine espriler yapar. Anestezi altındaki kadın bu esprileri ‘delta boyutu’nda duyar. Ameliyat başarıyla sona erer ama kadın bir süre sonra göğüs kanseri olur (fesubhanallah). Kanser ilerler ve kadın çirkin göğüslerinden ameliyatla kurtulur. Bilinçaltı gücünü görebiliyor musunuz? Ameliyathanelerde hastanın başucunda sarf edilen sözlere dikkat ve özen gösterilmesi gerektiğini düşünüyorum.” diyor bu akımın duayenlerinden olan kişi.

Doğum sürecinin yani insanın kendi anasından doğarken yaşadığı sıkıntıların, sonraki yaşamında insanı mutsuz eden çok büyük bir neden olduğunu vurguladıktan sonra şöyle devam ediliyor:

“Evet, doğum... Bir cennette yaşıyorsunuz. Gün boyu yiyecek size zahmetsizce pompalanıyor. Mükemmel bir sıcaklık, gürültüden uzak, yumuşacık bir ortamda gel keyfim gel! O kadar rahatsınız ki nefes almak zorunda bile değilsiniz. Nefes de size hazır sunuluyor.

Tam her şey yolunda giderken birden zelzele (doğum sancıları kastediliyor) başlıyor. Evreninizin duvarları sizi sıkıştırarak daracık bir tünele sokuyor...” Kısaca deniyor ki, doğum sırasında çektiğiniz sıkıntılar yüzünden kızgın ve isyankâr doğuyorsunuz. Acaba bu konuda dinimiz ne der?

Dini engel olarak görmek


Adı güzel olsa da, kişisel gelişim teorilerinin ana kaynağının ne olduğuna ve gelişim adı altında insanı nasıl şekillendirmeyi amaç edindiğine dikkat etmek gerekir. Daha açıkça ifade etmek gerekirse “Gelin sizi geliştirelim” çağrısını aldıktan sonra uygulamaya veya terapiye katılanlar, öncelikle birçok manevi unsurun birer kişisel gelişim engeli olduğunun farkına vardırılıyor! Kısa sürede yoğun terapi mucizesiyle değişime uğratılıyor.

Eğitim ve sosyal hizmet kurumlarına toplu hizmetler, seminerler veriliyor. Televizyonda haberlerde rastlamıştım: Emniyet mensuplarına kişisel gelişim seminerinde hipnoz yapılıyordu. Belli ki sonunda polis olduklarına pişman olacaklar! Herkes gözlerini kapadığında doğum anlarındaki kötü muameleyi anımsayıp, doğum ekibinden intikam almak için saldırganlık içeren bir meslek olarak polisliği seçmiş olduklarını fark ettiklerinde görün siz manzarayı! Hiçbiri elini beline atamaz! İşini de layıkıyla icra edemez. Siz de bir düşünün bakalım!

Her şey parayla


Yayın dünyasına baktığımızda konuyla ilgili kitaplar çok satıyor, onlarca baskısı yapılıyor. Hızlandırılmış yoğun içerikli kurslar, workshoplar düzenleniyor. Eğitim, sağlık, aile sorunları; işletme, pazarlama, yönetim, hizmet sektörü ve daha pek çok sahaya girmiş durumdalar. Belki işyerleri bu işten yararlanıyordur. Öyle ya, istedikleri kalıpta elemanlar... Hem de gelişmişinden!

İyice bir bakıldığında, bu mesleği icrayı sanat edenlerin temel felsefelerini bala bandırılmış zehir misali yutturmaya çalıştıkları izlenimi seziliyor. Bilmem daha başka nasıl ifade etsem: Uzak Doğu dinlerinin Batı materyalizmi ile izdivacından doğan bu yeni melez “yaşam koçları” ellerindeki sihirli değnekler ile harikalar çizdiklerini zannediyorlar. Hastalar iyileşiyor, yanlışlar düzeliyor, mutluluk kanat çırpıyor. Sayelerinde cümle alem tıkır tıkır işleyen sorunsuz bir düzene kavuşuyor. Onlar böyle diyor.

Bu yeni akım, adının zihinlerde uyandırdığı iyi niyetten dolayı hemen her kesim tarafından kabul görüyor ve uygulamaya geçiriliyor. Büyük şehirlerin birinde dinî hassasiyet sahibi bir vakıf, hizmet olarak bu tür kurslar düzenliyordu. Katılımcılar memnundu ve kurstan çok yararlandıklarını ifade etmişlerdi. Acaba diyorum, pirinci taşıyla mı yiyoruz yoksa ayıklayarak mı? Bize sunulan fikirleri eleştirmeye mahal vermeden benimsiyor muyuz, yoksa giymeden önce kendi ölçülerimize göre prova edebiliyor muyuz? Çocuğumuza, eşimize dostumuza, komşumuza artık farklı yaklaşıyorsak, bu değişimi manevi değerlerimize uygunluğunu sınayarak mı gerçekleştiriyoruz, yoksa farkında değil miyiz?

Gelişmek mi, olgunlaşmak mı?


Biliyoruz ki İslâm dini sadece Allah ile kul arasında yaşanan bir din değildir, sosyal boyutu, insanlar arasındaki ilişkileri düzenleyen yönü de vardır. Dinimizin insan ilişkilerini düzenleyen yönü ibadetler kadar önemlidir. Hatta kul hakkı mevzusu incelendiğinde ibadetlerin üzerinde bir önem verildiği görülür. Tabii burada hemen, “haram yemedim, kimseye kötülük etmedim. Allah’ın kulun namazına veya aç durmasına ihtiyacı yok” veya kurban hakkında, “kanla ibadet olmaz” gibi sapık, tembelce savunmalar gündeme getirilmemeli. Hangi ölçüler ve kurallar çerçevesinde sosyal ilişkilerimizi şekillendireceğimiz, olayları, sebepleri-sonuçları nasıl algılayacağımız ve yorumlayacağımız Kur’an ve Sünnet ile bize açıkça gösterilmiştir. Anlamakta yetersiz kalıyorsak güvenilir kaynaklara danışmak ilk yapılacak iştir.

Her ortama uyum sağlamak zorunda değiliz ki! “Bayanlarla tokalaşırken heyecandan yüzüm kızarıyor” rahatsızlığı için kişisel gelişim kursuna kayıt yaptıranlar dikkat etsin, temel kaydı silinmesin veya temeli kaymasın!

İki soru 

Bir kitapta okumuştum. Bir Allah dostu şöyle tavsiye ediyordu: “İnsan ne yapacağına karar veremediği bir durumla karşılaştığında, güvenilir kimselere danışma imkanı yoksa şu iki soruya cevap arasın:

1. Bu davranış veya iş, Kur’an ve Sünnet’e uygun mudur veya Rasulullah s.a.v. bu halimi tasvip eder miydi?

2. Bu davranış veya işi yapmam benim dünyam için mi daha hayırlıdır yoksa ahiretim için mi daha hayırlıdır?”
Hayatımızın her alanında, her işimizde bu iki temel soruya verebileceğimiz doğru ve net cevaplar müslüman için şaşmaz bir pusula vazifesini görür.

Oysa yozlaşma tuzakları hayatın her sahasında hâlâ özü sözü bir kalabilmeye çalışan müslümanları avlamayı bekliyor. Bu hengame içerisinde manevi kimliğimizi korumak için daha dikkatli olmak gerekir. Şunu unutmayalım lütfen: Bizim sorunumuz onlar gibi olamamaktan kaynaklanmıyor. Sonuç itibarıyla değişimi gelişim zannedip onlara benzemekle sorunlarımız çözümlenmiş olmuyor. Sadece öyle zannediyoruz!

Şüphesiz bu teori ve teknikler kendi bünyelerinde değerlendirildiğinde onlar için işe yarıyordur. İlla ki biz de yararlanmak istiyorsak, teşbihte hata olmasın, tıpkı helal kesilmiş bir hayvanı, yenilebilir gıda haline getirirken nasıl necis veya zehirli olan kısımlarını atıyor ve iyice temizlendiğine kani olduktan sonra soframıza koyuyorsak, aynı hassasiyeti bu konuda da gösterelim. Bilhassa bu konuda uzman veya yetkili olduğuna inanan sağduyu sahiplerinin toplumumuzun manevi değerlerini göz önünde bulundurmaları çok yerinde olur.

Nihayetinde tüm bunlar, ilkel ve batıl yaşam felsefelerinin bugüne adapte edilme veya taşınma çabalarından ibarettir. Bu bilinçten yola çıkarak temel kabullerini, savlarını bir kenara bırakıp, sadece sorun çözme tekniklerinden makul çerçevede yararlanmayı hedeflemek belki olabilecek en makul yaklaşımdır.

Fakat kişiyi olgunlaştıran, kemale erdirip her şartta insan gibi yaşamasını sağlayan esasların, usullerin aslında dinimizde olduğunu unutmadan... Bizim her derde deva yolumuz da, prensiplerimiz de var. Başka yerde aramaya
gerek yok.