๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Diğer Yazılar => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 18 Ekim 2011, 21:42:21



Konu Başlığı: Kardeş Mektuplar
Gönderen: Zehibe üzerinde 18 Ekim 2011, 21:42:21
Kardeş Mektuplar


Ocak 2005 - 73.sayı

Ahmet BİRLER kaleme aldı, DİĞER YAZILAR bölümünde yayınlandı.


Aziz dostum,

Seçkin ve soylu kardeşim;

Gördüğün rüya beni de, en az seni etkilediği kadar etkiledi.

Ben önceki mektubumda dualarda buluşalım dedim ama sen bunu rüyalarda buluşalım olarak anlayıp yaşadın. Bu durum bana, nicedir düşündüğüm bir konuyu hatırlattı yeniden. Bilmiyorum senin de dikkatini çekiyor mu ama modern insan artık rüyalardan mahrum bir insan türü olarak yaşam sürdürüyor. Canlı, hakiki bilgiye yüzünü dönmüş, kendisiyle amel edilir rüyalar bakımından son derece kısır bir çağ yaşadığımızı dü ş ünüyorum .

Geleneğimizde rüyaların taşıdığı ağırlığı sen de biliyorsun; abdestle yatılan bir uyku, ruh için bir yükselme, belki miracı taklit eden bir uruç imkanını içinde barındırır. Bizler, aklımızın yetmediği durumlarda rüyalar kitabına başvurmayı da önemseriz. Rüyalar, vahyin kardeşidir bize göre. Ama bu anlamda rüyalar kıymetli belgeler gibidirler, öyle her arzulayana verilmezler. Bu bakımdan diyorum, rüyalar açısından bir çoraklık yaşıyoruz sanki. Ama her olayda olduğu gibi, marifetullahı , merakının ve ilgisinin, himmetinin ve gayretinin merkezi kılan maneviyat yolcuları bu çoraklığı aşıp geçme ustasıdırlar; eleştirilerimizdeki genellemeleri geçersiz kılan onlardır yine.

. . .

Bu nokta, bir hususu bir kez daha belirgin kılıyor gözümüzde: Bizler topyekün bir eğitime muhtacız. Bir yandan düşüncelerimize ârız olmuş problemleri gidermek, düşünüşümüzü müslümanca bir hizaya çekmek zorundayız. Bunu yaptığımız takdirde, modern dünyanın, çağdaş hayat üsluplarının bize dayattığı düşünme ve çözüm üretme biçimlerinden, bunların bizi adeta mahkum ettiği aklî ve ilmî körlük sınırından kurtulmanın yolunu bulabiliriz. Bizler, son bir iki yüzyıldır, müslüman insanı kaybettik azizim. Müslüman gibi bakan, müslüman gibi düşünen, müslümanlığını düşünmeye ve araştırmaya gerek duymayacak kadar kendinde ve çevresinde hazır bulan insan tipini yitirdik. O insanı yeniden bulmak ve o insan olmak zorundayız. Hatırlar mısın, lise yıllarımızda okulun yakınında bulunan camiye gittiğimizde gördüğümüz yaşlı insanlardan bazıları çok ilgimizi çekerdi. Onların sözgelimi abdest alışlarındaki özen, ayakkabılarını yerine koyarken sergiledikleri titizlik, sakallarını tararken yüzlerinde yakaladığımız vakar, çocukları namaz safına sokarken taşıdıkları ciddiyet .. hasılı herşeyleri bizim için incelemeye değer olurdu. Biz de bak sırayla yaşlanıyoruz. Ama sence de onlar gibi olamıyoruz, değil mi? Hayatın her anını ciddiye alarak ve bir sınav veriyor olmanın gerginliğini, ideal buldukları ilkeleri içselleştirerek aşmış bir durumda yaşayan yaşlılar olabilecek miyiz dersin?

İşte, olayın düğümlendiği nokta bu içselleştirmededir. Bunun için bir akıl eğitimine ihtiyacımız var.

Bu yetmiyor ama, bir de duygu eğitimine ihtiyacımız var. Nefsi, nefsin sınırlarını ve huylarını bilen terbiyecilere ihtiyacımız var. Bizim modern eğitim ve medya yoluyla edindiğimiz bilgiler nefsin tanınmasına, nefsin katedebileceği menzillerin öğrenilmesine yardımcı olmuyor.

Gazetelerdeki, dergilerdeki sözüm ona rehberlik eden sayfaları bir canlandır gözünde. İnsanın kendi arzularını başkalarının arzuları karşısında savunmasını öğütlemekten, ilişkilerle ilgili gündelik sorunları erdem ve hakkaniyeti ölçü alarak değil, ama nefsin konforunu bozmadan çözmenin yollarını öğretmekten başka bir şey yapıyorlar mı?

Daha bugün bir gazetede gördüğüm iki haberde bak neler deniyor: Duyguları gizlemek baş ağrısı yapıyormu ş. Uzmanlar, öfkenizi gizlemeyin önerisinde bulunuyorlarmış. Ne kadar vahim değil mi? Öfkenin gizlenmemesi, insanın nefs-i emmaresiyle el ele tutuşarak muhatabına kükremesi, kişinin kurtuluşunu açan yollardan biri olarak, ‘uzmanlar' tarafından tavsiye ediliyor. Oysa öfkenin kontrol edilmesi, bizim eğitim geleneğimizde en temel ve birincil adımlardan biri olarak buyurulmaz mı?

Bir başka haberde de, başarılı bir iş kadını, tutku benim pusulam, diyor. Tutku .. ve pusula... Euzubillahimineşşeytanirracim .

Bu haberler, bâtıl bir hayat biçimi ile ilişki kurmamış müslüman bir vicdanı çok çok şaşırtacak, ona neredeyse dehşet saçıcı gelecektir. Bir batılı gazeteci şaşkınlıkla Afganistan'da şahit olduğu şu olayı anlatıyordu bir yazısında; hatırladıkça hâlâ keyiflenirim: İki Afgan askeri bir kadını sorguya çekiyorlar. Kadın, askerlerden kurtulmak için uğraşıyor ama ba şaramıyor. Sonra feryat etmeye ve askerleri tehdit etmeye başlıyor: ‘Ya kla şmayın, yoksa elbiselerimi çıkarırım.' Askerler ne yapıyorlar sence? Kadını bırakıp korku içinde oradan uzaklaşıyorlar.

Diyeceğim o ki, bizim aklımızın ve duygularımızın eğitilmesi için bir seferberlik yapmamız gerekiyor. Gittikçe, merkezden uzağa düşüyoruz çünkü ve giderek makas açılıyor, açı büyüyor. Eğer bizim denetimimiz ve çabamız dahilinde olan bu eğitimde mesafe katedersek , o zaman bizim denetimimizi ve çabamızı aşan rüyalarımızda bu eğitimin karşılığını görürüz. Biz bize düşeni yaparsak, sema da kendisine düşeni yapacaktır.

Değerli kardeşim, dualarda ve rüyalarda buluşalım. Mümini durduracak sınır yoktur.

Nefsinin ve arzularının tutsağı kardeşin.